BİLGE LİDER ALİYA İZZETBEGOVİÇ
parangalar vurmuşsun,
ömrün baharlarına…
kırılgan kanatlara,
saklanmış düşlerin…
düşürmüşsün gözlerinden,
kehribar bakışlarını…
aliya…(H.Ali Aydın)
BİLGE LİDER ALİYA İZZETBEGOVİÇömrün baharlarına…
kırılgan kanatlara,
saklanmış düşlerin…
düşürmüşsün gözlerinden,
kehribar bakışlarını…
aliya…(H.Ali Aydın)
Eyüp BEYHAN
Yaşadığı bütün zorluklara rağmen Bosna-Hersek'i bağımsız bir devlet yapmayı başaran, en zor anında halkının bir "baba" gibi etrafında kenetlendiği, derin bilgi birikimiyle "Bilge Kral" adıyla anılan Aliya İzzetbegoviç, vefatının yıl dönümünde rahmetle anıyoruz. "Büyük sırbistan uğruna (!) uğruna...Slobadan Milesoviç veya radovan Karadziçin çirkin insanlık dışı akıl almaz politik ihtirasları uğruna hayatının baharında ömrünü kara gömmüştü. O ve daha niceleri... 20.yy'ın sonunda katledilen medeniyet...mezarsız, tütbesiz, türbesiz...Yıkılan evler, söndürülen yuvalar, öldürülen çocuklar, kadınlar, kızlar, askerler....Peki niçin?
“Dünyaya adalet vadeden dünyayı yöneten birleşmiş milletler nerede?”
“Dünyaya medeniyet öğreten sözde medeni Avrupa nerede?"
"Dünyada hükümetler indiren çıkaran Amerika nerede?"
"NATO neden sırp kasabına söz geçiremiyor?
"Sözde müslüman ülkeler nerede?"
"Fransız ihtilali hürriyetini kazanmak için herkese yol gösterirken şimdi nerede?"
"Centilmen ingiltere nerede?
"Petrol için Kuveyti Iraktan kurtaran abd, Bosnalıların kanını petrol kadar değerli bulmadığı için yardıma koşmuyor"
"Birinci ve ikinci dünya savaşlarında dünyaya meydan okuyan Almanya, sırp zalimlerine dur demiyor"…
1980'li yıllar boyunca Yugoslav gazetelerinde Sırpların İslâm'a saldırıları dört esas üzerine kuruluydu:
1. Fundamentalizmin Yugoslavya'da yükselişi Tito'nun Arap dünyasıyla iyi ilişkileri ve Yugoslavya'daki Müslümanlara karşı liberal bir tavır sergilemesiyle ilişkilidir.
2. Arap Müslümanların tek bir İslâm devleti kurmak gibi küresel bir strateji belirlemelerinde Yugoslavya büyük oyunlarının bir parçasıdır.
3. İslâm temelde inanmayanların imhasına izin verir. Bu sebepten Yugoslavya'da güvenliği tehdit etmektedir.
4. Bosnalı Müslümanlar Osmanlıların torunudur, bu nedenle onlar 500 yıl önceki ataları gibi kabul edilebilirler.
Mayıs 1991'de Yugoslavya dağılmaya başladı. Hırvatistan ve Slovenya, Sırp ağırlıklı Belgrad merkezi yönetiminden bağımsızlığını ilan etti. İzzet Begoviç, Bosna'nın bağımsızlığı konusunda bir referandum düzenledi. Sırplar referandumu boykot etti. 3 Mart 1992'de Begoviç, Bosna Hersek'i bağımsız bir cumhuriyet olarak deklare etti.
Bağımsızlık ilanının ardından Bosna'daki Sırp azınlık isyan etti ve ülkede bir silahlı mücadele patlak verdi. Askeri donanımı yüksek olan Sırplar Bosna'yı Müslümanlardan arındırmaya yöneldiler. Müslümanları topraklarından sürgün ettiler, toplu tecavüzlerde bulundular. Temerküz kamplarında topladılar ve soykırım yaptılar.
Begoviç ve diğer Bosnalı entelektüeller İslâmî Uyanış tabirini komünist sınırlamalardan ve Sırp, Hırvat ulusçularının iddialarından uzak bir şekilde kendi kültürel miraslarını sürdürmek ve geliştirmek olarak tanımlıyordu. Onlara göre komünist Müslümanlar33 ve komünistlerin seçtiği dini liderler uysal ve kurallara bağlı kimselerdi ve diğer Müslümanlara karşı yabancılaşmışlardı.
Osmanlı öncesi, Hristiyanlığın ''Tek tanrı inancını kabul eden'', Bogomil mezhebine inandıkları için Haçlılar tarafından katledilen Boşnaklar, Osmanlı sonrası ise Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ile 1992-1995 yıllarındaki savaşta, Sırp ve Hırvatların zulüm ve katliamlarına maruz kaldı.
Tarihleri boyunca ''ya yok olmak'' ya da ''teslim olmak'' gibi iki seçenekle karşı karşıya kalan Boşnaklar, hep bir ''üçüncü yol'' buldular. Bu üçüncü yol, onların ayakta kalabilmesi, tarih sahnesinden silinmemesi için inançlarına ve bağımsızlıklarına sarılmaları oldu.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ve 1992-1995 yıllarındaki savaşta nüfusunun önemli kısmı katliamlara maruz kalan Boşnaklar, şimdi merhum Aliya İzzetbegoviç sayesinde, dünya sahnesinde tanınan bağımsız devletlerine ve bayraklarına sahip olmanın gururunu yaşıyor. Zor ve büyük acılar sonucu kazanılan bu özgürlüğün mimarı ''Bilge Kral'' Aliya İzzetbegoviç ise Bosna-Hersek'te ''her türlü anti propagandaya karşı'' hala halkının özlemle aradığı bir lider olma özelliğini koruyor.
Aliya İzzetbegoviç, 1970'li yıllarda yayımladığı, Cezayir'den Bosna'ya, Fas'tan Endonezya'ya, Türkiye'den Pakistan'a uzanan İslam coğrafyasındaki tüm Müslümanlara hitap ettiği ''İslam Manifestosu'' ile büyük ses getirmişti.
Aliya İzzetbegoviç'in ''İslam Manifestosu''nun yanı sıra ''Doğu-Batı Arasındaki İslam'' adlı eseri de özellikle 1970 ve 1980'li yıllarda başta Türkiye olmak üzere birçok İslam ülkesinde ses getiren ''başyapıt'' olmuştu.
“Dünyaya adalet vadeden dünyayı yöneten birleşmiş milletler nerede?”
“Dünyaya medeniyet öğreten sözde medeni Avrupa nerede?"
"Dünyada hükümetler indiren çıkaran Amerika nerede?"
"NATO neden sırp kasabına söz geçiremiyor?
"Sözde müslüman ülkeler nerede?"
"Fransız ihtilali hürriyetini kazanmak için herkese yol gösterirken şimdi nerede?"
"Centilmen ingiltere nerede?
"Petrol için Kuveyti Iraktan kurtaran abd, Bosnalıların kanını petrol kadar değerli bulmadığı için yardıma koşmuyor"
"Birinci ve ikinci dünya savaşlarında dünyaya meydan okuyan Almanya, sırp zalimlerine dur demiyor"…
1980'li yıllar boyunca Yugoslav gazetelerinde Sırpların İslâm'a saldırıları dört esas üzerine kuruluydu:
1. Fundamentalizmin Yugoslavya'da yükselişi Tito'nun Arap dünyasıyla iyi ilişkileri ve Yugoslavya'daki Müslümanlara karşı liberal bir tavır sergilemesiyle ilişkilidir.
2. Arap Müslümanların tek bir İslâm devleti kurmak gibi küresel bir strateji belirlemelerinde Yugoslavya büyük oyunlarının bir parçasıdır.
3. İslâm temelde inanmayanların imhasına izin verir. Bu sebepten Yugoslavya'da güvenliği tehdit etmektedir.
4. Bosnalı Müslümanlar Osmanlıların torunudur, bu nedenle onlar 500 yıl önceki ataları gibi kabul edilebilirler.
Mayıs 1991'de Yugoslavya dağılmaya başladı. Hırvatistan ve Slovenya, Sırp ağırlıklı Belgrad merkezi yönetiminden bağımsızlığını ilan etti. İzzet Begoviç, Bosna'nın bağımsızlığı konusunda bir referandum düzenledi. Sırplar referandumu boykot etti. 3 Mart 1992'de Begoviç, Bosna Hersek'i bağımsız bir cumhuriyet olarak deklare etti.
Bağımsızlık ilanının ardından Bosna'daki Sırp azınlık isyan etti ve ülkede bir silahlı mücadele patlak verdi. Askeri donanımı yüksek olan Sırplar Bosna'yı Müslümanlardan arındırmaya yöneldiler. Müslümanları topraklarından sürgün ettiler, toplu tecavüzlerde bulundular. Temerküz kamplarında topladılar ve soykırım yaptılar.
Begoviç ve diğer Bosnalı entelektüeller İslâmî Uyanış tabirini komünist sınırlamalardan ve Sırp, Hırvat ulusçularının iddialarından uzak bir şekilde kendi kültürel miraslarını sürdürmek ve geliştirmek olarak tanımlıyordu. Onlara göre komünist Müslümanlar33 ve komünistlerin seçtiği dini liderler uysal ve kurallara bağlı kimselerdi ve diğer Müslümanlara karşı yabancılaşmışlardı.
Osmanlı öncesi, Hristiyanlığın ''Tek tanrı inancını kabul eden'', Bogomil mezhebine inandıkları için Haçlılar tarafından katledilen Boşnaklar, Osmanlı sonrası ise Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ile 1992-1995 yıllarındaki savaşta, Sırp ve Hırvatların zulüm ve katliamlarına maruz kaldı.
Tarihleri boyunca ''ya yok olmak'' ya da ''teslim olmak'' gibi iki seçenekle karşı karşıya kalan Boşnaklar, hep bir ''üçüncü yol'' buldular. Bu üçüncü yol, onların ayakta kalabilmesi, tarih sahnesinden silinmemesi için inançlarına ve bağımsızlıklarına sarılmaları oldu.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ve 1992-1995 yıllarındaki savaşta nüfusunun önemli kısmı katliamlara maruz kalan Boşnaklar, şimdi merhum Aliya İzzetbegoviç sayesinde, dünya sahnesinde tanınan bağımsız devletlerine ve bayraklarına sahip olmanın gururunu yaşıyor. Zor ve büyük acılar sonucu kazanılan bu özgürlüğün mimarı ''Bilge Kral'' Aliya İzzetbegoviç ise Bosna-Hersek'te ''her türlü anti propagandaya karşı'' hala halkının özlemle aradığı bir lider olma özelliğini koruyor.
Aliya İzzetbegoviç, 1970'li yıllarda yayımladığı, Cezayir'den Bosna'ya, Fas'tan Endonezya'ya, Türkiye'den Pakistan'a uzanan İslam coğrafyasındaki tüm Müslümanlara hitap ettiği ''İslam Manifestosu'' ile büyük ses getirmişti.
Aliya İzzetbegoviç'in ''İslam Manifestosu''nun yanı sıra ''Doğu-Batı Arasındaki İslam'' adlı eseri de özellikle 1970 ve 1980'li yıllarda başta Türkiye olmak üzere birçok İslam ülkesinde ses getiren ''başyapıt'' olmuştu.
Aliya'nın Hayatı Ve Mücadelesi
Aliya İzzet Begoviç ailesini ve özyaşam öyküsünü şöyle anlatıyor: 'Ailem, 1868'e kadar Belgrad'da yaşadı. O yıllarda Sırplar'ın taşkınlıkları ve gelişen bazı üzücü olaylardan sonra Müslüman aileler yavaş yavaş Belgrad'ı terketmeye başlamıştı. Dedemin büyük dedesi Belgrad'da Osmanlı Ordusu'nda subay imiş.. Tayini üzerine, Belgrad'dan Bosna-Hersek'in Şamac kentine taşınmış ve ailemiz Şamac'da toprak satın alarak yerleşmiş ve Şamac'ın adı da artık, Aziziye olmuştu. Çünkü, zamanın Osmanlı Sultanı Abdulaziz Belgrad'da Sırplar'ın taşkınlıklarından rahatsız olan Müslüman ailelerin Şamac (Aziziye) bölgesine yerleşerek yeni bir kasaba oluşturmaları emrini emrettmişti. Böylece Müslümanlar'dan oluşan yeni bir kasaba oluştuğu gibi, Müslümanlar da korunmaya alınmış oldu. O zamanlar Belgrad'da Müslümanlar rahat değilmiş ve Sırplar sürekli onlara saldırıyor ve faili meçhul cinayetler çoğalıyormuş. Sultan Abdulaziz'in bu girişimiyle Müslümanlar'ın can ve mal güvenliği sağlanmış. Bu kasaba büyümüş ve Yukarı Aziziye ve Aşağı Aziziye diye ik bölüm halinde anılmış...
Bosna-Hersek'in kuzeybatısındaki Bosanski Şamats şehrinde 1925 yılında dünyaya gelen ve babaannesi Üsküdarlı bir Türk olan Aliya İzzetbegoviç, Saraybosna'da 1943 yılında Alman Erkek Lisesi'ni bitirdi. Aliya İzzetbegoviç, İkinci Dünya Savaşı boyunca faşist ve Çetnik ideolojiye, daha sonra ise komünist ideoloji ve uygulamalarına karşı çıkarak Mladi Müslümani (Genç Müslümanlar) isimli, kolej ve üniversite öğrencilerinden oluşan, Bosnalı Müslümanları İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan biyolojik soykırımdan, savaş sonrasında ise manevi soykırımdan kurtarmak amacını güden teşkilatın kurucusu oldu.
İlk kez 1946 yılında tutuklanan ve 1949 yılına dek hapiste kalan İzzetbegoviç, daha sonra 1970'li yıllarda kaleme aldığı ''İslam Manifestosu'' nedeniyle, ''Avrupa'nın ortasında radikal İslami bir cumhuriyet kurmak için çalıştığı'' iddiasıyla 12 Bosnalı aydınla birlikte 1983 yılında yargılandı ve 14 yıl hapis cezası aldı.
Zor koşullarda hapis hayatını sürdüren Aliya İzzetbegoviç, 1988 yılının sonunda Yugoslavya hükümetinin ''sözlü muhalefet sebebiyle cezalandırılana tanınan aftan'' yararlanarak serbest kaldı.
Ancak Aliya İzzetbegoviç, hapisten çıkarken ''ateşten gömleği'' giyme hazırlığı başlattı. Bosnalı Müslümanların, silahsız bir şekilde savaşla yüzleştikleri İkinci Dünya Savaşı'nda tecrübe edilen durumun tekrarını önlemek için Aliya İzzetbegoviç, 27 Mart 1990 tarihinde Demokratik Eylem Partisi'ni (SDA) kurdu.
Yugoslavya'yı oluşturan 6 Cumhuriyetten biri olan Bosna-Hersek'te 18 Kasım 1990 tarihinde yapılan ilk çok partili seçimlerde Aliya İzzetbegoviç'in genel başkanlığını yaptığı SDA, parlamentodaki toplam 240 milletvekilliğinden 86'sını ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nin başkanlığını kazanmıştı.
Aliya İzzetbegoviç, önce Slovenya'nın, ardından Hırvatistan'ın Yugoslavya'dan bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, ''ya bağımsızlığı tercih edip bir bedel ödeyecek'' ya da o zamanki Yugoslavya'nın devlet başkanı olan Slobodan Miloşeviç'in ''ırkçı'' yönetimi altında, ülkesinin topraklarının parçalanmasına razı kalacaktı.
Aliya İzzetbegoviç, bu zor durumu her zaman büyük saygı duyduğu halkının tercihine bıraktı ve 29 Şubat ile 1 Mart 1992 tarihlerinde ülkede referandum yapıldı. Halkın yüzde 63'ü referanduma katıldı ve Bosna-Hersek'in özerkliği ve bağımsızlığı lehine oy kullanıldı. Referandumu baz alan AB, 6 Nisan'da, ABD ise 7 Nisan 1992'de Bosna-Hersek'in bağımsızlığını tanıdı. Aynı gün, Bosnalı Sırpların siyasi lideri ve halen Lahey'deki uluslararası savaş suçları mahkemesinde yargılanan Radovan Karaciç ile Lahey'de yargılanırken 2006 yılında ölen Slobodan Miloşeviç, uluslararası arenada tanınan Bosna-Hersek'e karşı savaş başlattı.
Ömrünün sonuna kadar, ülkesini, ülkesinin kurumlarını kuvvetlendirmek, mültecilerin dönüşünü sağlamak, işlenen savaş suçlarının mahkemeye taşınmasını sağlamak, daha iyi uluslararası ilişkiler kurmak ve insan haklarının yayılması için mücadele eden Aliya İzzetbegoviç, sağlık durumu kötü olmasına rağmen, savaştan sonraki dört yıl boyunca da ülkenin kalkınmasına önemli katkılarda bulundu.
Sağlık durumundan dolayı, Ekim 2000'de, Bosna-Hersek Devlet Başkanlığı görevinden çekilen Aliya İzzetbegoviç, 10 Eylül 2003 tarihinde 78 yaşındayken evinde düşerek iç kanaması geçirdi ve 4 kaburgası kırıldı. Bunun üzerine oğlu Bakir İzzetbegoviç tarafından Koşevo Hastanesi'ne kaldırıldı.
Hastanede yapılan müdahalelere rağmen ''Bilge Kral'' Aliya İzzetbegoviç, 19 Ekim 2003 tarihinde Pazar günü saat 15.00 sularında hayata gözlerini yumdu.
''Zambaklar Ülkesi'' Cehenneme Çevrildi
Hızla gelişen savaş sürecinde, Bosna-Hersek Başkanlığı, Bosna-Hersek Cumhuriyeti ordusunu ve savaş hükümetini kurma kararı aldı. Aliya İzzetbegoviç, 2 Mayıs 1992 günü, Başbakan Yardımcısı Zlatko Lagumciya ve kendisinin resmi tercümanı olan kızı Sabina ile Lizbon'da yapılan barış görüşmelerinden dönerken Saraybosna Havaalanı'nda Yugoslav ordusu (JNA) askerlerince esir alındı. Ancak Bosna ordusunun başarılı operasyonları sonucu esir alınan çok sayıda Yugoslav askerine karşılık İzzetbegoviç ve beraberindekiler serbest bırakıldı.
Dünyanın gözleri önünde, ekmek sırasında, su sırasında, pazarda bulunan insanlar kitlesel şekilde katlediliyordu. Evler, camiler, tarihi eserler yıkılıyor, dünya güçleri bu olanları ancak izliyordu. En korkunç savaş günlerinde ülkesi her gün çocuklarını kaybederken, ülkesi kanlar içindeyken İzzetbegoviç, başkalarının ibadet yerlerine, sivillere, kadınlara asla dokunulmaması yönünde birliklerine emir veriyordu.
Dayton Anlaşması, Bosna ve Hersek’in Bağımsızlığını İlan Etmesi
1995 yılı sonlarında ABD’nin baskısı ile bir barış planı ortaya atılmış, Sırp tarafı uzun süre müzakere masasına dahi gelmeyi reddetmesine karşı ABD’nin öncülüğünde düzenlenen ve Sırp hedeflerine yönelik iki NATO hava harekatı sonucunda Dayton’a gelmeye ikna edilmiştir. Taraflar burada çatışmaları sona erdirecek ve ülkede yeni bir idari düzenleme yapılmasını sağlayacak bir anlaşma üzerinde anlaşmışlardır. Söz konusu anlaşma Paris’te imzalanmıştır. 21 Kasım 1995 tarihinde Dayton’da paraf edilen ve 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te düzenlenen bir törenle imzalanan Dayton Barış Antlaşmasına göre 14 Eylül 1996 tarihinde ülkede seçimlerin düzenlenmesi ve yeni yöneticilerin belirlenmesi ile “Bosna ve Hersek” olarak değiştirilen devlet, biri Boşnak ve Hırvatların oluşturduğu “Bosna ve Hersek Federasyonu”, diğeri Sırpların oluşturduğu “Sırp Cumhuriyeti” olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır.
Pariste imzalanan “yeni düzen”i oluşturan Dayton Barış Anlaşmasının önemli maddelerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Bosna ve Hersek devleti, Bosna ve Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olarak iki entiteye ayrılmıştır.
BM Güvenlik Konseyi Eski Yugoslavya’yı oluşturan 6 cumhuriyete uyguladığı silah ambargosunu kaldırmıştır.
İsveç eski başbakanı Carl Bild’in yüksek temsilci olarak atandığı yeni yapılanma faaliyetlerinin oluşması için ortak bir sivil komisyon oluşturulmuştur.
Anlaşmaya göre Halk Meclisi ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan ikili bir parlamento, üç kişiden oluşan bir Başbakanlık Konseyi, Bakanlar Kurulu, Anayasa Mahkemesi ve Merkez Bankası kurumlarını oluşturan bir anayasanın oluşturulması kararı alınmıştır.
Devlet, bu anayasada dış politika, dış ticaret, ulaşım, haberleşme, hava trafiği kontrolü, uluslar arası kuralların uygulanması ve para politikasından sorumlu olacaktır.
Anlaşmanın uygulanabilmesi amacıyla bölgede bir yıl süreyle 60 bin civarında NATO askeri gücü görevlendirilmiştir.
''Allah'a Ant Olsun Ki; Köle Olmayacağız''
Birleşmiş Milletler'in koruması altındaki Srebrenitsa'da 8 bin insan Temmuz 1995'te katledilirken Aliya İzzetbegoviç, ''dünyanın sağır ve dilsiz'' haline isyan ediyor ve şu cümleleri kullanıyordu:
"Her şeye kadir olan Allah'a ant olsun ki; köle olmayacağız. Ben Avrupa'ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptı hem de Batı'nın gözü önünde;
Batı medeniyeti adına. Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna'nın özünü de zedeliyor...''
Avrupa'nın en büyük 4'üncü silahlı gücüne sahip Yugoslav ordusuna karşı 3 yıl boyunca el yapımı silahlarla direnen Bosnalıların arasında Sırplar, Hırvatlar da bulunuyordu. Bosna-Hersek halkı, Aliya İzzetbegoviç önderliğinde 21 Kasım 1995 tarihinde imzalanan Dayton Antlaşması ile devletlerini devam ettirmeyi başardı.
Halkına uluslararası arenada tanınan bir devlet ve bayrak bırakan Aliya İzzetbegoviç, dünya güçleri tarafından imzalanan bu anlaşma ile bir kez daha, Bosna-Hersek'in siyasi sınırlarını korumayı başardı.
Islam Deklarasyonu,
Begoviç'in en çok tartışma konusu olan eseri ise İslâmi Deklarasyon adlı çalışmasıdır. Bu eser Müslüman toplumların İslâmlaşması gerektiğini ve Müslümanların manevi muhtaçlık içinde ve maddi ve siyasi olarak bağımlı olduğunu vurguluyordu.
Bu kitabın I. bölümünde Begoviç, Müslümanları yakın bir gelecekte yok olmaktan kurtarmak için İslâmi yenilenmeye ve Kur'an-ı Kerim'i daha sıkı bir okumaya tabi tutmaya ve onu tatbik etmeye çağırıyordu. O, Batı'yı günah keçisi yapmak yerine en sert eleştirilerini tutucu veya modernist olan Müslüman liderlere yöneltiyordu. Çünkü onlar İslâm'ı dünyayı yönetme tarzı yerine salt bir din olarak görüyorlardı.
Ona göre tutucu şeyhler çağdaş dünyayı anlamaktan uzaktı. Çoğunlukla hükümette bulunan modernistler de Batı'da eğitim almış ve döndüğünde İslâm konusunda bir alçaklık kompleksi sorunu yaşayan kimselerdi. Bunlar Avrupa ve Amerikan değerlerini kendi toplumlarını kurtarmak ve reformize etmek için çabalamaktadır. Tabii Begoviç her ne kadar modernist Müslüman liderleri Batı'nın büyüsüne kapılmakla suçlasa da o Batılı değerlere toptan karşı değildir. Modernistlerin sandığı gibi Batı'nın gücü, yaşam biçiminde değil, nasıl çalıştığında; kuvveti modada, ateistlikte, gece kulüplerinde, kontrolden çıkmış genç nesilde değil; insanlarının olağanüstü sabır, bilgi ve sorumluluk duygusundadır. Begoviç'in Batı'yı övmesi, yoksulluk ve az gelişmişlik gibi Müslümanların karmaşık sosyal problemlerine aceleci çözümler bulmaya çalışan modernistlerin göreceli tembelliğini ve dar görüşlülüğünü göstermek içindir. Daha iyi bir topluma ulaşmak Müslümanların büyük kararlılığını ve Kur'an'ın disiplinli okunmasını ve uygulanmasını gerektirir.
Kitabın II. bölümünde yer alan "İslâmi Düzen", Begoviç'i çoğunlukla dünya politik arenasında zor durumda bırakmak amacıyla şiddeti destekleyen kısım olarak lanse edilir. Begoviç'e göre İslâmi yönetimin en kısa tanımı onun bir inanç ve yasa bütünlüğü, terbiye ve güç, idealler ve maslahatlar, maneviyata sahip bir toplum ve devlet, özgür irade ve kuvvet oluşu şeklindedir. Bu bileşenlerin sentezi olarak İslâmi düzen şu iki temel üzerine kuruludur: İslâm toplumu ve İslâm otoritesi. İslâm toplumu İslâmi iktidar olmadan eksik ve zayıftır. İslâmi otorite İslâm toplumu olmadan ya ütopya ya da şiddetin kendisidir. Bu sözler bağlamından koparıldığı zaman Yugoslavya'daki Müslüman olmayan insanları korkutmakta kullanılabilir ancak Begoviç'in bu sözleri modernist ve tutucu İslâm" liderliğin kurumlaştığı siyasi ve sosyal sistemlere sahip İslâm ülkeleri ile ilgilidir. O Batı ülkeleri hakkında konuşmamaktadır. İslâmi yönetim sadece Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde icra edilebilir. Aksi takdirde yönetim şiddete dönüşür.
III. bölüm "İslâmi Düzenin Günümüzdeki Problemleri" ise İslâmi yenilenmenin reçetesi niteliğindedir. Begoviç'e göre güce dayalı olarak kısa yoldan İslâmi düzene geçiş bir sapmadır. Doğru olan, eğitim ile ve ahlaki ilkelerin tebliği edilmesiyle yapılacak bir geçiştir. Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır. Dikkatli bir okuma Begoviç'in Müslümanların azınlıkta olduğu (eski Yugoslavya gibi) ülkelerde siyasal değil kültürel bir devrimi desteklediğini gösterir.
Begoviç, bu eserinde İslam'ın bireyin kişisel hayatının tüm alanlarında, ailede ve toplumda pratiğe dökülmesi gerektiğini vurgular. İslami düşünce yenilenmeli ve Fas'tan Endonezya'ya kadar yek vücut bir İslam toplumu oluşturulmalıdır. Begoviç, İslâmi Deklarasyon kitabında Atatürk'ün reformlarına da büyük eleştiriler getirmiştir. Ona göre İslâm, tüm Müslümanların birleşip manevi, kültürel ve siyasi tek bir toplum oluşturmaları eğilimindedir. İslâm bir ulus değil, uluslar üstü bir dindir. İslâm'ı kabul eden bir ulus ya da birey başka bir ideal için artık hayatını feda edemez. Bir Müslümanın, adı ne olursa olsun bir yönetici için ya da herhangi bir ulusun, partinin şerefi için kendisini feda edemez. Bir Müslüman sadece Allah'ın adıyla ve İslâm'ın onuru için ölebilirdi. Müslüman milletler İslâm'a karşı olan hiçbir şeyi kabul edemezler, İslâm'a karşı gelenler direnişle karşılaşacaklardır. Tek çıkış yolu İslâm'a uygun düşünen ve hisseden yeni bir zihniyetin oluşturulmasıdır. Bu zihniyet İslâmi düzenin bayrağını yükseltecektir ve Müslüman kitleler de bunu pratiğe geçireceklerdir. Müslüman, genelde birey olarak var olamaz. Müslüman olarak yaşamayı arzuluyorsa, bir çevre, toplum ve düzen oluşturma gayreti içinde olmalıdır. Dünyayı ve kendisini değiştirmelidir. Ulusun yetişmesi ve özellikle yazılı basın, tv ve film sektörü İslâm' ahlâka ve bilgi birikimine sahip insanlar sahip olmalıdır. İslâmi uyanış siyasi devrim olmaksızın hayatiyetini başarılı bir şekilde sürdüremez. İslâmi düzen için mücadele cinayet hariç her yöntemi benimseyebilir. Hiç kimsenin kontrolsüz ve aşırı güç kullanımıyla İslâm'ın güzel adını ve bu mücadeleyi lekelemeye hakkı yoktur. İslâmi hareket ahlâki ve sayısal olarak yeterli güce kavuştuğunda mevcut gayr-i İslâmi yönetimi yeni inşa edilecek bir İslâmi otoriteyle değiştirmelidir.
Günümüzde İslâm" düzen için mücadele ve İslâm toplumunun yeniden inşası sadık ve homojen bir organizasyonda teşkilatlanmış deneyimli bireylerle başarılı bir şekilde tesis edilebilir. Bu organizasyon siyasi bir parti değildir. O, net bir ahlaki ve ideolojik kritere sahip İslâmi ideoloji üzerine kuruludur. İkinci olarak, İslâmi düzen için mücadele İslâm'ın temel unsurlarını icra çabasıdır. Bu, pratikte bir Müslümanın insanların dini ve ahlâki gelişimini garanti altına alması ve sosyal adalet için temel unsurları tedarik etmesi anlamına gelir.
Üçüncü olarak İslâm cumhuriyetinin işlevi, temelde salt insanların ve Müslümanların kardeşliğini deklare etmek değil, bu yüksek ahlâki ilkeleri pratiğe geçirmektir. Uyanan İslâm daha adil bir düzen için her toplumda bayrağı eline almalıdır. İslâmi mücadele aynı zamanda cahilliğe, haksızlığa, yoksulluğa karşı bir mücadeledir. İslâmi yönetimin tabii fonksiyonu tüm Müslümanları dünya ölçeğinde bir araya getirmektir. Günümüz şartlarında bu Fas'tan Endonezya'ya tropikal Afrika'dan Orta Asya'ya bir İslâm federasyonu kurmak anlamına gelir.
Begoviç, kitabında Kudüs meselesiyle de ilgilenir. Ona göre Siyonistlerin Filistin'deki politikası dünyadaki tüm Müslümanlara yönelik bir provakasyondur. Kudüs ne salt Filistinlilerin ne de Arapların problemidir. O, tüm Müslüman ulusların meselesidir. Yahudiler Kudüs'ü almak istiyorlarsa İslâm'ı ve Müslümanları yenilgiye uğratmak zorundadır. Hamdolsun bu onların takatinin üstündedir. Siyonist Yahudiler istikbar yolunu seçerlerse İslâm hareketi ve tüm Müslümanlar için tek çözüm vardır: Günden güne, yıldan yıla verilen kurban ve harcanan zamanın miktarı ne olursa olsun savaşa devam etmek, mücadeleyi güçlendirmek ve yaymaktır. Bu mücadele işgal edilen toprakların her karışının alınmasına kadar sürebilir: "Bu temel konuda Filistinli kardeşlerimiz için, her müzakere ve her uzlaşma dünyamızın ahlâkı" sisteminin özünü yok edebilecek bir hiyanet olacaktır."
İzzet Begoviç'in bu eseri, Sırp ve Hırvat ulusçular tarafından stratejik olarak düşmanı tanımlamak için kullanıldı. Aynı zamanda 1983'teki yargılama esnasında ve sonrasında Sırbistan ve Hırvatistan'da ayrıca 1980'li yılların sonlarında ve savaş boyunca yurt dışında yaşayan göçmen Sırp ve Hırvatlar'a İslâmi tehdidin delili olarak dağıtıldı.
Doğu Batı Arasında,
Aliya İzzetbegoviç, düşünen ve eser veren bir devlet adamı. Aliya İzzetbegoviç çapında düşünen, İslâmî tefekkür açısından bir Doğu-Batı muhasebesi yapmayı, medeniyetin neresinde olunduğunu İslâmî bakımdan tesbit etmeyi akıl eden, hakgetire... işte üç-beş sayfa Ecevit yazmış, birkaç sayfa Türkeş, birkaç sayfa Erbakan aparmış; koskoca cumhuriyet tarihi devlet adamlığı bundan ibaret... Avrupa’da da eser veren devlet adamı, çoktandır görünmez bir keyfiyet. Stalin ve Hitler’den sonra birkaç sosyal demokrat devlet adamı yazmayı deniyor, en son Gorbaçov sığ bir takım ekonomipolitik değerlendirmelere girişiyor. Havel yazıyor. O kadar. Oysa İzzetbegoviç okuyor, yazıyor, Doğu-Batı muhasebesi yapıyor, mütalaa ve mülahazalarında “doğru dünya görüşü”nü arıyor. Ancak meseleleri yerli yerine oturtabilmesi için gerekli olan Büyük Doğu-İBDA terkibî hükümlerinden ve tefekkür miyarından mahrum bulunuyor. Bu mahrumluğu da daha eserinin adında kendini ele veriyor. Doğu ve Batı Arasında İslâm...
Aliya İzzetbegoviç’in Doğu’dan kasdı komünizm, Batı’dan kasdı kapitalizmdir. İslâm’ın bunların ortasında, dengesinde olduğunu açıkça savunuyor. Fakat dahiyâne bir sezişle bulduğu bu hakikat, meseleler içinde âdeta kayboluyor. "İslâm zıd kutuplar arası muvazenenin üstün nizamıdır” hakikati, Aliya İzzetbegoviç’in fikirleri içinde bir görünüyor, bir görünüyor, bir kayboluyor. Bir bakıyorsunuz, ortaya Mutlak Fikir’in üstün yenilmez terkibi çıkıyor; bir bakıyorsunuz, “iki arada bir derede”, ne orada ne öbür tarafta olabilen boynu bükük bir tuhaflık beliriyor. Sanki muvazene-denge ile muvazaa-sahte denge birbirine karışıyor. İşte: “Dünya görüşlerini üç kümede toplayabiliriz: Maneviyatçı, maddiyatçı ve İslâmî. Bunlar şuur, tabiat ve insan olarak adlandırmaya alışık olduğumuz mahut üç esas mümkünata tekabül ediyor ve bunların projeksiyonlarıdır. En eski zamanlardan bu güne kadar ortaya atılmış bütün ideoloji, felsefe ve düşünce sistemleri bu üç temel dünya görüşünden birine dayanmaktadır. Bunların birincisine göre, yegâne veya esas varlık ruhtur, ikincisine göre maddedir. Üçüncüsüne gelince, o ruh ve maddenin bir arada varoluşundan ortaya çıkmaktadır. Çünkü, yalnızca madde olsaydı, materyalizm tek tutarlı felsefe; maneviyat ise tamamen mânâsız bir tutum olurdu. Diğer yandan eğer ruh varsa, o zaman insan da vardır ve maneviyat ile ahlâk olmadan insan hayatı mânâsızdır. En yüksek şekli insanda sergileyen ruh-madde birliği prensibinin adı ise İslâm’dır.” (Doğu ve Batı Arasında İslâm,1993, s. 11)
İslâm’ın din ile materyalizmin bir sentezi olduğunu ve hıristiyanlık ile sosyalizm arasında merkez noktasında bulunduğunu ifade eden tarif çok kabadır ve ancak şartlı olarak kabul edilebilir. (...) (İslâm), Saf din tarafından fazla tabiî, maddî ve dünyevî; bilim tarafından ise dinî, bilimdışı, mistik unsurlar ihtiva etmekle suçlandırılmaktadır. (Doğu ve Batı Arasında İslâm,1993, s. 19)
Bilge Kral''dan Özlü Sözler,
* ''Saldırganlık ve onun sonuçları, cömert sadakalarla ortadan kaldırılamaz''
*''Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum, ama yapılanları da asla unutmayın''
*''Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan (Sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah'a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil."
* ''Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın, ama onunla da yaşamayın.''
* ''İlerlemiş yaşıma rağmen, ümit ediyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. 70 yaşındayım ve önümüzde daha uzunca bir yol var. Kişiler ölür, halklar yaşar. Mücadelemiz bana bağlı değildir. Önemli olan da bu, sancağı binlerce insan taşıyor...''
* ''Artık bitmesi gerektiği için biten yüzyılın adı şiddet yüzyılıdır. Önümüzde yepyeni bir yüzyıl, yeni bir bin yıl ve tabii ki yeni imkanlar ve riskler vardır''
* "Ben bir müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.”
* "Her şeye kadir olan allah'a andolsun ki köle olmayacağız"
* Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
* Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna'nın özünü de zedeliyor
* "Ey teslimiyet, senin adın İslam'dır!"
* Kur'an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O'na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olark bakılmalıdır."
* Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım.
* Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem.
* Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız. Neden sık sık İslâma vurgu yaptığı sorularına şöyle cevap vermiştir..
* "Boşnakları Boşnak yapan; Sırplardan, Hırvatlardan ayıran dinidir. O olmazsa biz de olmayız"
* Savaşın devam ettiği yıllarda havanın sisli olduğu bir kış günü cuma namazını kılmak için Gazi Hüsrev Bey camiine gider. bombardımana rağmen tıklım tıklım dolu olan . Bombardımana rağmen cami tıklım tıklım doludur. Aliya görününce İmam hutbeyi durdurur, ön saflardan ayağa kalkanlar kendisine yer vermek isterler. Ancak Aliya kişiliği yansıtan şu sözleri söyler; "Burası Allah'ın evidir. Burada faraklılık olmaz.. Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır. Camide herkes bulduğu yere oturur. Ben burada oturacağım. Bilmiyoruz, belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; ama, İslam'ı inşallah çiğnetmeyeceğiz.. Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın!
* Bir gün sokakta top mermileri düşer ve yerde yatmakta olan kadın "Başkanım toplar düşüyor ve siz hala yürüyorsunuz" der. Aliya bu çok düşünülmüş ve uzun yürüyüştür diyerek yürüyüşünü sürdürür.
* Bilgisiz kimselerin zihinlerinde kargasa yaratmak icin basvurulacak ilk ve en etkili yol, milli olanla milliyetci olan arasindaki farki gozden kacirmaktir. Aslinda bu fark bazen sevgi ve nefret arasindaki fark kadar buyuk olabilir.
* Milli duygulari olan bir insan, kendi halkini sever, onlarin kusurlarini da erdemlerini de kendi ustunde tasir, o halka aittir. Bir milliyetci ise kendi halkini sevmekten cok baskalarindan nefret eder, daha da onemlisi, uygulamada, baskalarinin mulku olan seyi ister. Baskalarina ait farkliliklari bogar, hosgorusuzdur, fiziksel baski uygular. Kendisine ait olani savunmaz, kendisine ait olmayani da ister. Asiri milliyetciligin ozunde Tanri’ya inanc yoktur. Dunyanin butun buyuk dinleri su basit hakikati ogretmeye calisir (ve butun hakikatler basittir): Sana yapilmasini istemedigin seyi sen de baskasina yapma. Ya da oyle hareket et ki, davranislarin herkes icin gecerli olsun; ne sana gore degissin ne de baskalarina gore…Aliya Izzetbegovic (Dnevni Avaz, 8 Nisan 1999)
* İlerlemiş yaşıma rağmen, ümit ediyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. 70 yaşındayım ve önümüzde daha uzunca bir yol var. Kişiler ölür, halklar yaşar. Mücadelemiz bana bağlı değildir. Önemli olan da bu! Sancağı binlerce insan taşıyor...”
Selam sana ey halkım,
* "Bu günleri gösteren yüce Allah'a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah cennet'de buluşacağız, onları Allah'ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada herşey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah'a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüzbinler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın."
Aliya İzzet Begoviç birikimli ve ferasetli bir lider olarak Bosna'da Müslüman kimliğin ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde arkadaşlarıyla birlikte önemli bir rol üstlenmiştir. Boşnaklar karşılaştıkları insanlık dışı saldırıların ardından Kur'an ile ve İslâm ümmetine aidiyet duygusuyla tanışmış ve Kur'ani anlamda hızlı bir İslâmlaşma sürecine girmişlerdir. Şu anda Bosna Boşnak, Sırp ve Hırvat unsurların gevşek bir federasyonu halindedir. Avrupa'da bu seviyede bile olsa temsil imkânına kavuşmuş olmalarında Begoviç ve arkadaşlarının rolü kadar dünya Müslümanlarının da işgale karşı gösterildiği duyarlılığın büyük payı vardır.
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç'i, vefatından önce kendilerini ziyaret eden Başbakan R.Tayyip Erdoğan bir konuşmasında, " Aliya İzzet Begoviç, hasta yatağında, ölümünden 24 saat önceki görüşmemizde elimi tutmuş, "Bosna size emanet" demişti."
Aliya, güzel insan, bilge lider, merak etme emanetin emanetimizdir
Ruhun şad olsun bilge kıral. Hikmetli insan. Mekanın cennet olsun.
Kaynak,
1-islam Deklarasyonu, aliya izzetbegoviç
2-Köle olmayacağız, aliya izzetbegoviç
3-Doğu ve Batı Arasında İslam, aliya izzetbegoviç
4-Aliya İzzetbegoviç ve Bosna-Hersek'in Bağımsızlığı, Bosna Hersek, Kerem Arda Dağ
5-Bilge Lider aliya izzetbeoviç, Murat Kayacan’ın Haksöz dergisinin Kasım 2003 (153. Sayı)
Eyüp BEYHAN
44ebeyhan@gmail.com
1995 yılı sonlarında ABD’nin baskısı ile bir barış planı ortaya atılmış, Sırp tarafı uzun süre müzakere masasına dahi gelmeyi reddetmesine karşı ABD’nin öncülüğünde düzenlenen ve Sırp hedeflerine yönelik iki NATO hava harekatı sonucunda Dayton’a gelmeye ikna edilmiştir. Taraflar burada çatışmaları sona erdirecek ve ülkede yeni bir idari düzenleme yapılmasını sağlayacak bir anlaşma üzerinde anlaşmışlardır. Söz konusu anlaşma Paris’te imzalanmıştır. 21 Kasım 1995 tarihinde Dayton’da paraf edilen ve 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te düzenlenen bir törenle imzalanan Dayton Barış Antlaşmasına göre 14 Eylül 1996 tarihinde ülkede seçimlerin düzenlenmesi ve yeni yöneticilerin belirlenmesi ile “Bosna ve Hersek” olarak değiştirilen devlet, biri Boşnak ve Hırvatların oluşturduğu “Bosna ve Hersek Federasyonu”, diğeri Sırpların oluşturduğu “Sırp Cumhuriyeti” olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır.
Pariste imzalanan “yeni düzen”i oluşturan Dayton Barış Anlaşmasının önemli maddelerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Bosna ve Hersek devleti, Bosna ve Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olarak iki entiteye ayrılmıştır.
BM Güvenlik Konseyi Eski Yugoslavya’yı oluşturan 6 cumhuriyete uyguladığı silah ambargosunu kaldırmıştır.
İsveç eski başbakanı Carl Bild’in yüksek temsilci olarak atandığı yeni yapılanma faaliyetlerinin oluşması için ortak bir sivil komisyon oluşturulmuştur.
Anlaşmaya göre Halk Meclisi ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan ikili bir parlamento, üç kişiden oluşan bir Başbakanlık Konseyi, Bakanlar Kurulu, Anayasa Mahkemesi ve Merkez Bankası kurumlarını oluşturan bir anayasanın oluşturulması kararı alınmıştır.
Devlet, bu anayasada dış politika, dış ticaret, ulaşım, haberleşme, hava trafiği kontrolü, uluslar arası kuralların uygulanması ve para politikasından sorumlu olacaktır.
Anlaşmanın uygulanabilmesi amacıyla bölgede bir yıl süreyle 60 bin civarında NATO askeri gücü görevlendirilmiştir.
''Allah'a Ant Olsun Ki; Köle Olmayacağız''
Birleşmiş Milletler'in koruması altındaki Srebrenitsa'da 8 bin insan Temmuz 1995'te katledilirken Aliya İzzetbegoviç, ''dünyanın sağır ve dilsiz'' haline isyan ediyor ve şu cümleleri kullanıyordu:
"Her şeye kadir olan Allah'a ant olsun ki; köle olmayacağız. Ben Avrupa'ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptı hem de Batı'nın gözü önünde;
Batı medeniyeti adına. Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna'nın özünü de zedeliyor...''
Avrupa'nın en büyük 4'üncü silahlı gücüne sahip Yugoslav ordusuna karşı 3 yıl boyunca el yapımı silahlarla direnen Bosnalıların arasında Sırplar, Hırvatlar da bulunuyordu. Bosna-Hersek halkı, Aliya İzzetbegoviç önderliğinde 21 Kasım 1995 tarihinde imzalanan Dayton Antlaşması ile devletlerini devam ettirmeyi başardı.
Halkına uluslararası arenada tanınan bir devlet ve bayrak bırakan Aliya İzzetbegoviç, dünya güçleri tarafından imzalanan bu anlaşma ile bir kez daha, Bosna-Hersek'in siyasi sınırlarını korumayı başardı.
Islam Deklarasyonu,
Begoviç'in en çok tartışma konusu olan eseri ise İslâmi Deklarasyon adlı çalışmasıdır. Bu eser Müslüman toplumların İslâmlaşması gerektiğini ve Müslümanların manevi muhtaçlık içinde ve maddi ve siyasi olarak bağımlı olduğunu vurguluyordu.
Bu kitabın I. bölümünde Begoviç, Müslümanları yakın bir gelecekte yok olmaktan kurtarmak için İslâmi yenilenmeye ve Kur'an-ı Kerim'i daha sıkı bir okumaya tabi tutmaya ve onu tatbik etmeye çağırıyordu. O, Batı'yı günah keçisi yapmak yerine en sert eleştirilerini tutucu veya modernist olan Müslüman liderlere yöneltiyordu. Çünkü onlar İslâm'ı dünyayı yönetme tarzı yerine salt bir din olarak görüyorlardı.
Ona göre tutucu şeyhler çağdaş dünyayı anlamaktan uzaktı. Çoğunlukla hükümette bulunan modernistler de Batı'da eğitim almış ve döndüğünde İslâm konusunda bir alçaklık kompleksi sorunu yaşayan kimselerdi. Bunlar Avrupa ve Amerikan değerlerini kendi toplumlarını kurtarmak ve reformize etmek için çabalamaktadır. Tabii Begoviç her ne kadar modernist Müslüman liderleri Batı'nın büyüsüne kapılmakla suçlasa da o Batılı değerlere toptan karşı değildir. Modernistlerin sandığı gibi Batı'nın gücü, yaşam biçiminde değil, nasıl çalıştığında; kuvveti modada, ateistlikte, gece kulüplerinde, kontrolden çıkmış genç nesilde değil; insanlarının olağanüstü sabır, bilgi ve sorumluluk duygusundadır. Begoviç'in Batı'yı övmesi, yoksulluk ve az gelişmişlik gibi Müslümanların karmaşık sosyal problemlerine aceleci çözümler bulmaya çalışan modernistlerin göreceli tembelliğini ve dar görüşlülüğünü göstermek içindir. Daha iyi bir topluma ulaşmak Müslümanların büyük kararlılığını ve Kur'an'ın disiplinli okunmasını ve uygulanmasını gerektirir.
Kitabın II. bölümünde yer alan "İslâmi Düzen", Begoviç'i çoğunlukla dünya politik arenasında zor durumda bırakmak amacıyla şiddeti destekleyen kısım olarak lanse edilir. Begoviç'e göre İslâmi yönetimin en kısa tanımı onun bir inanç ve yasa bütünlüğü, terbiye ve güç, idealler ve maslahatlar, maneviyata sahip bir toplum ve devlet, özgür irade ve kuvvet oluşu şeklindedir. Bu bileşenlerin sentezi olarak İslâmi düzen şu iki temel üzerine kuruludur: İslâm toplumu ve İslâm otoritesi. İslâm toplumu İslâmi iktidar olmadan eksik ve zayıftır. İslâmi otorite İslâm toplumu olmadan ya ütopya ya da şiddetin kendisidir. Bu sözler bağlamından koparıldığı zaman Yugoslavya'daki Müslüman olmayan insanları korkutmakta kullanılabilir ancak Begoviç'in bu sözleri modernist ve tutucu İslâm" liderliğin kurumlaştığı siyasi ve sosyal sistemlere sahip İslâm ülkeleri ile ilgilidir. O Batı ülkeleri hakkında konuşmamaktadır. İslâmi yönetim sadece Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde icra edilebilir. Aksi takdirde yönetim şiddete dönüşür.
III. bölüm "İslâmi Düzenin Günümüzdeki Problemleri" ise İslâmi yenilenmenin reçetesi niteliğindedir. Begoviç'e göre güce dayalı olarak kısa yoldan İslâmi düzene geçiş bir sapmadır. Doğru olan, eğitim ile ve ahlaki ilkelerin tebliği edilmesiyle yapılacak bir geçiştir. Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır. Dikkatli bir okuma Begoviç'in Müslümanların azınlıkta olduğu (eski Yugoslavya gibi) ülkelerde siyasal değil kültürel bir devrimi desteklediğini gösterir.
Begoviç, bu eserinde İslam'ın bireyin kişisel hayatının tüm alanlarında, ailede ve toplumda pratiğe dökülmesi gerektiğini vurgular. İslami düşünce yenilenmeli ve Fas'tan Endonezya'ya kadar yek vücut bir İslam toplumu oluşturulmalıdır. Begoviç, İslâmi Deklarasyon kitabında Atatürk'ün reformlarına da büyük eleştiriler getirmiştir. Ona göre İslâm, tüm Müslümanların birleşip manevi, kültürel ve siyasi tek bir toplum oluşturmaları eğilimindedir. İslâm bir ulus değil, uluslar üstü bir dindir. İslâm'ı kabul eden bir ulus ya da birey başka bir ideal için artık hayatını feda edemez. Bir Müslümanın, adı ne olursa olsun bir yönetici için ya da herhangi bir ulusun, partinin şerefi için kendisini feda edemez. Bir Müslüman sadece Allah'ın adıyla ve İslâm'ın onuru için ölebilirdi. Müslüman milletler İslâm'a karşı olan hiçbir şeyi kabul edemezler, İslâm'a karşı gelenler direnişle karşılaşacaklardır. Tek çıkış yolu İslâm'a uygun düşünen ve hisseden yeni bir zihniyetin oluşturulmasıdır. Bu zihniyet İslâmi düzenin bayrağını yükseltecektir ve Müslüman kitleler de bunu pratiğe geçireceklerdir. Müslüman, genelde birey olarak var olamaz. Müslüman olarak yaşamayı arzuluyorsa, bir çevre, toplum ve düzen oluşturma gayreti içinde olmalıdır. Dünyayı ve kendisini değiştirmelidir. Ulusun yetişmesi ve özellikle yazılı basın, tv ve film sektörü İslâm' ahlâka ve bilgi birikimine sahip insanlar sahip olmalıdır. İslâmi uyanış siyasi devrim olmaksızın hayatiyetini başarılı bir şekilde sürdüremez. İslâmi düzen için mücadele cinayet hariç her yöntemi benimseyebilir. Hiç kimsenin kontrolsüz ve aşırı güç kullanımıyla İslâm'ın güzel adını ve bu mücadeleyi lekelemeye hakkı yoktur. İslâmi hareket ahlâki ve sayısal olarak yeterli güce kavuştuğunda mevcut gayr-i İslâmi yönetimi yeni inşa edilecek bir İslâmi otoriteyle değiştirmelidir.
Günümüzde İslâm" düzen için mücadele ve İslâm toplumunun yeniden inşası sadık ve homojen bir organizasyonda teşkilatlanmış deneyimli bireylerle başarılı bir şekilde tesis edilebilir. Bu organizasyon siyasi bir parti değildir. O, net bir ahlaki ve ideolojik kritere sahip İslâmi ideoloji üzerine kuruludur. İkinci olarak, İslâmi düzen için mücadele İslâm'ın temel unsurlarını icra çabasıdır. Bu, pratikte bir Müslümanın insanların dini ve ahlâki gelişimini garanti altına alması ve sosyal adalet için temel unsurları tedarik etmesi anlamına gelir.
Üçüncü olarak İslâm cumhuriyetinin işlevi, temelde salt insanların ve Müslümanların kardeşliğini deklare etmek değil, bu yüksek ahlâki ilkeleri pratiğe geçirmektir. Uyanan İslâm daha adil bir düzen için her toplumda bayrağı eline almalıdır. İslâmi mücadele aynı zamanda cahilliğe, haksızlığa, yoksulluğa karşı bir mücadeledir. İslâmi yönetimin tabii fonksiyonu tüm Müslümanları dünya ölçeğinde bir araya getirmektir. Günümüz şartlarında bu Fas'tan Endonezya'ya tropikal Afrika'dan Orta Asya'ya bir İslâm federasyonu kurmak anlamına gelir.
Begoviç, kitabında Kudüs meselesiyle de ilgilenir. Ona göre Siyonistlerin Filistin'deki politikası dünyadaki tüm Müslümanlara yönelik bir provakasyondur. Kudüs ne salt Filistinlilerin ne de Arapların problemidir. O, tüm Müslüman ulusların meselesidir. Yahudiler Kudüs'ü almak istiyorlarsa İslâm'ı ve Müslümanları yenilgiye uğratmak zorundadır. Hamdolsun bu onların takatinin üstündedir. Siyonist Yahudiler istikbar yolunu seçerlerse İslâm hareketi ve tüm Müslümanlar için tek çözüm vardır: Günden güne, yıldan yıla verilen kurban ve harcanan zamanın miktarı ne olursa olsun savaşa devam etmek, mücadeleyi güçlendirmek ve yaymaktır. Bu mücadele işgal edilen toprakların her karışının alınmasına kadar sürebilir: "Bu temel konuda Filistinli kardeşlerimiz için, her müzakere ve her uzlaşma dünyamızın ahlâkı" sisteminin özünü yok edebilecek bir hiyanet olacaktır."
İzzet Begoviç'in bu eseri, Sırp ve Hırvat ulusçular tarafından stratejik olarak düşmanı tanımlamak için kullanıldı. Aynı zamanda 1983'teki yargılama esnasında ve sonrasında Sırbistan ve Hırvatistan'da ayrıca 1980'li yılların sonlarında ve savaş boyunca yurt dışında yaşayan göçmen Sırp ve Hırvatlar'a İslâmi tehdidin delili olarak dağıtıldı.
Doğu Batı Arasında,
Aliya İzzetbegoviç, düşünen ve eser veren bir devlet adamı. Aliya İzzetbegoviç çapında düşünen, İslâmî tefekkür açısından bir Doğu-Batı muhasebesi yapmayı, medeniyetin neresinde olunduğunu İslâmî bakımdan tesbit etmeyi akıl eden, hakgetire... işte üç-beş sayfa Ecevit yazmış, birkaç sayfa Türkeş, birkaç sayfa Erbakan aparmış; koskoca cumhuriyet tarihi devlet adamlığı bundan ibaret... Avrupa’da da eser veren devlet adamı, çoktandır görünmez bir keyfiyet. Stalin ve Hitler’den sonra birkaç sosyal demokrat devlet adamı yazmayı deniyor, en son Gorbaçov sığ bir takım ekonomipolitik değerlendirmelere girişiyor. Havel yazıyor. O kadar. Oysa İzzetbegoviç okuyor, yazıyor, Doğu-Batı muhasebesi yapıyor, mütalaa ve mülahazalarında “doğru dünya görüşü”nü arıyor. Ancak meseleleri yerli yerine oturtabilmesi için gerekli olan Büyük Doğu-İBDA terkibî hükümlerinden ve tefekkür miyarından mahrum bulunuyor. Bu mahrumluğu da daha eserinin adında kendini ele veriyor. Doğu ve Batı Arasında İslâm...
Aliya İzzetbegoviç’in Doğu’dan kasdı komünizm, Batı’dan kasdı kapitalizmdir. İslâm’ın bunların ortasında, dengesinde olduğunu açıkça savunuyor. Fakat dahiyâne bir sezişle bulduğu bu hakikat, meseleler içinde âdeta kayboluyor. "İslâm zıd kutuplar arası muvazenenin üstün nizamıdır” hakikati, Aliya İzzetbegoviç’in fikirleri içinde bir görünüyor, bir görünüyor, bir kayboluyor. Bir bakıyorsunuz, ortaya Mutlak Fikir’in üstün yenilmez terkibi çıkıyor; bir bakıyorsunuz, “iki arada bir derede”, ne orada ne öbür tarafta olabilen boynu bükük bir tuhaflık beliriyor. Sanki muvazene-denge ile muvazaa-sahte denge birbirine karışıyor. İşte: “Dünya görüşlerini üç kümede toplayabiliriz: Maneviyatçı, maddiyatçı ve İslâmî. Bunlar şuur, tabiat ve insan olarak adlandırmaya alışık olduğumuz mahut üç esas mümkünata tekabül ediyor ve bunların projeksiyonlarıdır. En eski zamanlardan bu güne kadar ortaya atılmış bütün ideoloji, felsefe ve düşünce sistemleri bu üç temel dünya görüşünden birine dayanmaktadır. Bunların birincisine göre, yegâne veya esas varlık ruhtur, ikincisine göre maddedir. Üçüncüsüne gelince, o ruh ve maddenin bir arada varoluşundan ortaya çıkmaktadır. Çünkü, yalnızca madde olsaydı, materyalizm tek tutarlı felsefe; maneviyat ise tamamen mânâsız bir tutum olurdu. Diğer yandan eğer ruh varsa, o zaman insan da vardır ve maneviyat ile ahlâk olmadan insan hayatı mânâsızdır. En yüksek şekli insanda sergileyen ruh-madde birliği prensibinin adı ise İslâm’dır.” (Doğu ve Batı Arasında İslâm,1993, s. 11)
İslâm’ın din ile materyalizmin bir sentezi olduğunu ve hıristiyanlık ile sosyalizm arasında merkez noktasında bulunduğunu ifade eden tarif çok kabadır ve ancak şartlı olarak kabul edilebilir. (...) (İslâm), Saf din tarafından fazla tabiî, maddî ve dünyevî; bilim tarafından ise dinî, bilimdışı, mistik unsurlar ihtiva etmekle suçlandırılmaktadır. (Doğu ve Batı Arasında İslâm,1993, s. 19)
Bilge Kral''dan Özlü Sözler,
* ''Saldırganlık ve onun sonuçları, cömert sadakalarla ortadan kaldırılamaz''
*''Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum, ama yapılanları da asla unutmayın''
*''Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan (Sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah'a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil."
* ''Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın, ama onunla da yaşamayın.''
* ''İlerlemiş yaşıma rağmen, ümit ediyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. 70 yaşındayım ve önümüzde daha uzunca bir yol var. Kişiler ölür, halklar yaşar. Mücadelemiz bana bağlı değildir. Önemli olan da bu, sancağı binlerce insan taşıyor...''
* ''Artık bitmesi gerektiği için biten yüzyılın adı şiddet yüzyılıdır. Önümüzde yepyeni bir yüzyıl, yeni bir bin yıl ve tabii ki yeni imkanlar ve riskler vardır''
* "Ben bir müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.”
* "Her şeye kadir olan allah'a andolsun ki köle olmayacağız"
* Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
* Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna'nın özünü de zedeliyor
* "Ey teslimiyet, senin adın İslam'dır!"
* Kur'an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O'na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olark bakılmalıdır."
* Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım.
* Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem.
* Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız. Neden sık sık İslâma vurgu yaptığı sorularına şöyle cevap vermiştir..
* "Boşnakları Boşnak yapan; Sırplardan, Hırvatlardan ayıran dinidir. O olmazsa biz de olmayız"
* Savaşın devam ettiği yıllarda havanın sisli olduğu bir kış günü cuma namazını kılmak için Gazi Hüsrev Bey camiine gider. bombardımana rağmen tıklım tıklım dolu olan . Bombardımana rağmen cami tıklım tıklım doludur. Aliya görününce İmam hutbeyi durdurur, ön saflardan ayağa kalkanlar kendisine yer vermek isterler. Ancak Aliya kişiliği yansıtan şu sözleri söyler; "Burası Allah'ın evidir. Burada faraklılık olmaz.. Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır. Camide herkes bulduğu yere oturur. Ben burada oturacağım. Bilmiyoruz, belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; ama, İslam'ı inşallah çiğnetmeyeceğiz.. Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın!
* Bir gün sokakta top mermileri düşer ve yerde yatmakta olan kadın "Başkanım toplar düşüyor ve siz hala yürüyorsunuz" der. Aliya bu çok düşünülmüş ve uzun yürüyüştür diyerek yürüyüşünü sürdürür.
* Bilgisiz kimselerin zihinlerinde kargasa yaratmak icin basvurulacak ilk ve en etkili yol, milli olanla milliyetci olan arasindaki farki gozden kacirmaktir. Aslinda bu fark bazen sevgi ve nefret arasindaki fark kadar buyuk olabilir.
* Milli duygulari olan bir insan, kendi halkini sever, onlarin kusurlarini da erdemlerini de kendi ustunde tasir, o halka aittir. Bir milliyetci ise kendi halkini sevmekten cok baskalarindan nefret eder, daha da onemlisi, uygulamada, baskalarinin mulku olan seyi ister. Baskalarina ait farkliliklari bogar, hosgorusuzdur, fiziksel baski uygular. Kendisine ait olani savunmaz, kendisine ait olmayani da ister. Asiri milliyetciligin ozunde Tanri’ya inanc yoktur. Dunyanin butun buyuk dinleri su basit hakikati ogretmeye calisir (ve butun hakikatler basittir): Sana yapilmasini istemedigin seyi sen de baskasina yapma. Ya da oyle hareket et ki, davranislarin herkes icin gecerli olsun; ne sana gore degissin ne de baskalarina gore…Aliya Izzetbegovic (Dnevni Avaz, 8 Nisan 1999)
* İlerlemiş yaşıma rağmen, ümit ediyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. 70 yaşındayım ve önümüzde daha uzunca bir yol var. Kişiler ölür, halklar yaşar. Mücadelemiz bana bağlı değildir. Önemli olan da bu! Sancağı binlerce insan taşıyor...”
Selam sana ey halkım,
* "Bu günleri gösteren yüce Allah'a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah cennet'de buluşacağız, onları Allah'ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada herşey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah'a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüzbinler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın."
Aliya İzzet Begoviç birikimli ve ferasetli bir lider olarak Bosna'da Müslüman kimliğin ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde arkadaşlarıyla birlikte önemli bir rol üstlenmiştir. Boşnaklar karşılaştıkları insanlık dışı saldırıların ardından Kur'an ile ve İslâm ümmetine aidiyet duygusuyla tanışmış ve Kur'ani anlamda hızlı bir İslâmlaşma sürecine girmişlerdir. Şu anda Bosna Boşnak, Sırp ve Hırvat unsurların gevşek bir federasyonu halindedir. Avrupa'da bu seviyede bile olsa temsil imkânına kavuşmuş olmalarında Begoviç ve arkadaşlarının rolü kadar dünya Müslümanlarının da işgale karşı gösterildiği duyarlılığın büyük payı vardır.
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç'i, vefatından önce kendilerini ziyaret eden Başbakan R.Tayyip Erdoğan bir konuşmasında, " Aliya İzzet Begoviç, hasta yatağında, ölümünden 24 saat önceki görüşmemizde elimi tutmuş, "Bosna size emanet" demişti."
Aliya, güzel insan, bilge lider, merak etme emanetin emanetimizdir
Ruhun şad olsun bilge kıral. Hikmetli insan. Mekanın cennet olsun.
Kaynak,
1-islam Deklarasyonu, aliya izzetbegoviç
2-Köle olmayacağız, aliya izzetbegoviç
3-Doğu ve Batı Arasında İslam, aliya izzetbegoviç
4-Aliya İzzetbegoviç ve Bosna-Hersek'in Bağımsızlığı, Bosna Hersek, Kerem Arda Dağ
5-Bilge Lider aliya izzetbeoviç, Murat Kayacan’ın Haksöz dergisinin Kasım 2003 (153. Sayı)
Eyüp BEYHAN
44ebeyhan@gmail.com
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.