ÇEKMEGİL ve BRECHTİN DÜŞÜNCE METODU

SAİD ÇEKMEGİL ve BERTOLT BRECHT’İN DÜŞÜNCE METODU

BENZERLİKLERİ

Ercan Arslaner
GİRİŞ
Onunla birlikteyseniz, ya kendisi fikri bir konu açacak veya hiç farkına bile varmadan kendinizi onunla bir fikir bahçesinde bulurdunuz. Bu çabaların amacı ne tarafından bakılırsa, olumlu idi. Alışılmış veya faydasız konuşmalar yerine düşünce bahçelerinde gezmek ancak soy kafaların harcı olabilirdi.
Malatya’da lise müdürlüğü yapan Vasfi Mahir Kocatürk şairdi ve üç ciltlik bir lise edebiyat kitabı sahibiydi. Aralarında hiçbir düşünce benzerliği olamadığını biliyorum. Bir gün Said Çekmegil Beye mealen “ Siz gerçek bir Müslümansınız; diğer Müslüman olduğunu söyleyenlerden çok farklısınız.” diye bir itirafta bulunmuştur.Aslında ise onu farklı kılan belki zekâ kaynağındaki-
bereket lilik olabilirdi; fakat insanı geliştiren zekâsı kadar çalışması ve kendini geliştirme isteğine sınır tanımaması olmalıydı. Böyle bir zekâyı insanlar bilmiyor, görmüyorsa, onu toprak altında kalmış hazinelere benzetebiliriz. O ise, konuştukları yetmiyormuş gibi “Düşünenlerin Düşünceleri” adıyla pırlantaları toplayıp onlardan kitap yapıyordu. Avrupa’da düşünce ve onun işleyişi konularında epeyce gelişmeler görüldü. Onları görseydi, hemen İslam’a uygular ve onlardan yararlanmaya bakardı.
Bir varlık, insanların işine yararsa değeri artabilirdi. O da yüksek zekânın varlığını herkesle birlikte en üstün kavramların konuşulmasında görülüyordu. Sonuçta iki tarafta kârlıydı; ya öğrenir veya öğretirdi. Zaten onun parolalarından biri “Müslüman her zaman kârlıdır.” hakikati idi. Sonuçta sabreden de, şükreden de kazanacaktı.
Onun yüce gayreti Vasfi Mahir Kocatürk yanında yine orada lise müdürlüğü yapan Arif Nihat Asya’yı da dükkânının müdavimlerinden yapmıştı. Ondaki düşünce hevesini şiir ve yazılarından tanıyan Bülent Ecevit de bir gün dükkânında ekmek parası kazanırken karşısına çıkıvermişti; çünkü onun terzi dükkânında sadece elbise değil, asıl fikir dikiliyordu. Oraya gidenler Yunus’a “Buğday mı, hikmet mi istersiniz?” diyen ileri bir insanın teklifinde olduğu gibi farkına varmadan oradan zihnini karıştıran düşüncelerle ayrılırdı.
FİKRİ ÇABALARI
Dükkânında düzenlenen Fikir Kulübü sohbetleri herkese açıktı. Hemşerileri ve oraya görevle gelen insanlar arasında hiçbir ayırım olmadığı gibi misafirler herkes tarafından büyük ilgi görürdü. Müdavimlerden biri de sohbetlere can ve gönülden katılan İsmail Gürsoy Bey oradan aldığı hızla İzmir İktisadi İlimler Akademisini bitirdi. Politikaya girerek (İzmir Milli Selamet Partisi İl Başkanı) siyaseti düşüncelerinde açıklamaktan hiç çekinmedi.
Bülent Ecevit örneğinde olduğu gibi aykırı düşüncelilerle konuşmak onun için daha zevkliydi. Onlarla konuşurken kendini kontrol eder ve doğruları öğrettikçe öğretmek isterdi. Bu arada Sayın Ecevit’in iki itirafı olmuştu.” Biz Anadolu’daki düşünürleri ihmal ediyoruz ve Ortanın Solu Muhammed’in yolu.” sözleri bu görüşmeler etrafında olmuştu. Hâlbuki gerçekler sözlerle gerçek olmazdı; gerçekler hüviyetlerinden dolayı belli sözlerle ifade edilirdi. Orta, sol, sağ hepsi de hayal ürünü sözcüklerdi ve hakikatin sağı solu olmayacaktı.
Söz Said Çekmegil’den açılınca onun düşünce yapısını açıklamak için N. F. K’dan da bahsetmek gerekir: Bu noktada onun İslamı anlamakta cidden büyük mesafeler aldığını görürüz. Örnekleri de başta Allah Resulü olarak sahabedendi. Peygamberimiz sahabe ile beraber bir savaş hazırlığında mevzi kazmak üzeredir ve bir yer gösterir. Sahabe ise “Bu, Allah’ın emri mi, yoksa sizin kendi talebeniz mi?” der. Onun cevabı bu görüşün kendine ait olmasıydı. O da “Biz pek çok savaşlara katıldık, mevzi için şurası daha uygun.” deyince peygamberimiz itiraz etmez. Bu görüşten hareketle N.F.K’nın her görüşünü kabul etmezdi. Onun “Sonsuzluk Kervanı, Peşinizde seken topal köpeğim!” mısraını zaman zaman eleştirirdi. NFK “Çile” adlı eserinde bu sözün kendisine ait olmadığını, birinden alıntıladığını yazar; fakat alıntının kaynağının açık olmadığını şahsen gördüm. Onu eleştiren S. Çekmegil bu Yüce Yolda benzer metotların olmadığını ve doğru kaynakla doğru bilgi verilmesini talep eder.
Said Çekmegil İslam’ın temel unsurlarından biri olarak herkesin Allah karşısında kendi öz sorumluluğunu taşımaya mecbur oluşu ve onun karşısında herkesin kendi akıl ve emeği ile hesap vereceğini bildiriyordu. İnsanlar kendileri öğrenmeli ve hakkı yaşamalıydı. Öğrenirken kitaplardan, insanlardan yararlanmak çok doğaldı ama insan Allah karşısına yapayalnız çıkacağını bilmeliydi. Hesap günü evlat babasından, baba evladından yardım alamayacaktı.
Babası da şair ve düşünce adamıdır. İlkokuldaki çok parlak başarılarına rağmen orta ve yüksek tahsil basamaklarından geçmemiştir. Daha sonraları “tahsillemesi” olmayışını mutlu bir sonuç kabul eder. Tahsil yapmadan ortaya çıkardığı eserlerini memuriyet ve şartlanmışlıklar altında yazamayacağını düşünerek haline çok şükreder. Şüphesiz olaylar günümüze kadar onun haklılığını gösterdi. Doç. Dr. Nurettin Topçu ve N. Fazıl Kısakürek düşüncelerindeki sıra dışılık yüzünden görevlerinden uzaklaştırılmıştı. Bu sebeple düşünmek, dünyadaki kişisel sorumluluk görevini yerine getirmek isteyenler onun örneğinde olduğu gibi okula gitmeden de ideal amaçlara ulaşabiliyordu. Herhalde şair “Zehirle pişmiş aşı yemeye kim gelir?” mısraını bu yolu seçenler için söylemişti. Çünkü tahsillemesi olanlar onun başarılarının çok uzağında kalmıştı.
Hiçbir zaman eğitimin dışında kalmamış, bütün hayatı boyunca çık iyi bir öğretmen olmuştu. Çevresindeki insanları fikir sohbetlerinde düşündürmeyi çok iyi başarırdı. Konuşma (müzakere) konusunun seçiminden sonra herkes daha doğru bir düşünceyi ortaya atmak için birbirleriyle yarışa girerdi. Bu derecede güçlü motivasyonların herhangi bir okulda sağlanacağını düşünemiyorum.”
Amacı konuştuğu insanlara düşünce yolu açmaktı. Eğitim üzerine yazdığı raporda Türk çocuğunun zekâsını gören bir İngiliz prof. “Bu zeki çocuklardan ortaya niçin beceriksiz insanlar çıkıyor.” Demiştir (1). Yaptığı alıntı ile bütün eğitim manzarasını en açık biçimde gösterebilmiştir.
Bu soruyu hangi eğitim profesörümüz kendine sormuştur ve ülke eğitimimizin en olumsuz yönlerinden biri olan meslek eğitimi üzerine gitmiştir? Onlar böyle araştırma ve onun itirafı bir yana yabancıların ülkemiz eğitimi hakkındaki yargılarını bile alıntılamamışlardır.
Bir yanda terzilikle aile geçindirirken, düşünce etkinlikleri yürütürken öte yanda gecelerin sessizliğini okuma yazma ile gergef gibi işleyince sonuç özgür düşünmek ve yazmak olmuştu. Her eserini yazdıktan sonra en büyük zevki “Tenkitlerinizi beklerim!” demek olurdu. Eleştirmek, eleştirilmeyi sevmek İmam Şafii’nin ve her düşünen insanın kabul edebileceği gibi kendine güven ve gelişmenin en büyük etkeni idi(2). İslamı anlama yolunda belki en büyük eksiklerden biri eleştiriden uzak kalmaktı. Ayrıca eleştiri yapabilmek gelişme düzeyinin en güzel göstergesiydi. Çünkü eleştirmek için bilmek gerekiyordu. Prof. Dr. Erol Güngör “Bu kitap (İslamın Bugünkü Meseleleri – Ötüken) bir buçuk yıl önce yayınlandığı zaman ümit edilenin çok üstünde bir ilgi gördü. Kısa zamanda mevcudu tükendi ve en önemlisi alanlar onu okudular. Fakat memleketimizde tenkit geleneği henüz yerleşmediği için herkesin fikri kendinde kaldı ve bizim orada ileri sürdüğümüz görüşlerin lehinde veya aleyhinde hiçbir tartışma olmadı. Bununla birlikte tenkit yokluğunun bir alışkanlık eksikliğinden daha derin bir sebebi bulunduğu anlaşılıyor. “(3) diyerek ülkemizdeki geri kalmışlığın en önemli sebeplerine neşter vuruyor. Sait Çekmegil ise, bu alanda “Tenkit ve Tetkiklerde Metod” adıyla önemli bir kitap yazmıştır. Onu İslami konularda yazan veya yazamayan (!) diğer pek çok insandan ayıran nokta budur.
DÜŞÜNCESİNDEKİ BÜYÜK FARKLILIK
Necip Fazıl Kısakürek ‘in şiirleri için bir zamanlar Hasan Ali Yücel’in “Her mısrası bir milleti şereflendirmeye yeter” dediği söylenirdi. Bu övgüden anlaşılan üstat büyük şairdir; fakat henüz “Türkün Ruh kökünü” tanımamıştır. Onu tanıdıktan sonra ise kanatlanmış ve yeni çilesini “Çile” şiirinde “Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap” .
“Bir fikir ki, beyin zarında sülük.” diye tarif eder. Çetin yollardan geçen üstat nehirler gibi akarken “Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin -Aksın iki yanımdan bir sel gibi fenerler.” Mısralarında artık ebedi saadetin neş’esiyle kanatlanıp uçmaya başlamıştır. Sebiürreşad sahibi Eşref Edib’in NFK üzerine övgülerini Said Çekmegil’den “Biz kamyon gibi gidiyorsak, o NFK uçak kadar hızlı uçuyor.” diye dinliyorduk. Burada NFK’dan bahsedişimin diğer sebebine gelince Said Çekmegil’in şiir gücüne de değinmektir. Çünkü bazı okurlar onun bir şiirinin altına NFK adını yazmışlardır.
“Tenkitçi veya cedelci” diye anılan düşünür bunları kendini bilgiç göstermek için yapmamış hiçbir zaman. N.F.K düşüncenin hür mü, değil mi olduğu bilinmeyen günlerde Malatya hapishanesine gönderilir. Yanına tek ziyaretçi gitmiş ve bir yatak götürmüştür. Hapis süresi bitip yatak onu veren Said Çekmegil’e geri verileceği zaman alt kısmının çürüdüğü görülür.
O, kendisine yukarda açıkladığım gibi değer verdiği bir insanın İslam’a uygun olmayan her metoduna itiraz etmiştir. Denebilir ki ona yapılan eleştiriler sadece S. Çekmegil’den geliyordu. “Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben,-Üçayakla seken topal köpeğim. ” deyişini üstadın metodu” olarak görüyordu(4). Üstat da burada “Seyh Safiyüddin Hz. ne ait mana.” diyerek kaynak sıkıntısını gösterse de bunun dipnot olmayacağı açıktır.
Bilginin belirsizlikle bağdaşacağı söylenemez. Bunun için bir eserinde yine alıntı yüzünden Necip Fazıl’a itiraz yapılır(5). Elbette yalnız alıntının doğru olması gerekmez; eleştirmemek için düşüncenin de doğru olması gerekir. O, kişinin gassalın elindeki mevta olmaması gerektiğini üstadın aksine defalarca belirtmiştir. Burada ise insanın kendi nefsine hakareti ortadadır.
“Hem muvafık hem muarızdı Ziya ile Kemal “ mısralarında edebileşen ve ebedileşen dostça eleştirilerin S. Çekmegil’deki dayanağı şuydu: “Doğru amaca doğru metotla yaklaşılırdı ancak..” Merdiven basamaklarının sağlam olması gerekirdi. Yanlış yol ve araçlarla doğruya, bilimin gösterdiği amaçlara ulaşılamazdı.
Aynı kitapta Sezai Karakoç da eleştirilir(6).
N.F.K.nın söyleyişiyle “Taklit eden taklit ettiği insanı geçemez.” kuralını kendisinden okumadım; fakat bir diğer Müslüman’dan duydum. Düşünce ve bilimin en büyük düşmanlarından “Taklit” konusunda Said Çekmegil kitaplar dolusu görüşler serdetmiştir.
“İnsanın Yolu İslam” adlı eserde (7) iman ve ibadetin kişisel olduğu, bunların dolaylı yollardan yapılamayacağı izah edilir, Aynı kitabın 221. sh. daki 24. dipnot taklit ve cehaleti çok daha açık anlatır. Aynı kavramlar dilimizde belki en iyi biçimde onun “Sünneti Seniye ve Kurana Muhatap Olmak” kitaplarında en ileri şekliyle açıklanır.
Kendilerinden dinlemiştim. İstanbul’da bir sohbettedir. Orada Osman (sanırım soyadı) Keskioğlu veya Şeker olan bir ilahiyat profesörü vardır. İkisinin düşünceleri çelişmeye başlayınca Prof. Osman ona “Siz mukallit misiniz, değil misiz?” anlamlı bir soru yöneltir. O da “Ben Müslüman’ım!” der. Sayın Prof. sohbetin sonunu beklemeden oradan ayrılır.
Bundan bir ay önce TGRT radyosundaki bir konuşmacı telefondaki muhataba “Sen hangi mezhebi taklit ediyorsun?” diye soruyordu. Bunun anlamı radyo yetkilisinin “Takliti” hoş görmesiydi. Hâlbuki bu yüce din peygamberimizden beri insanları bilgiye ve kimsenin yükünü kimse götüremeyeceği için kişisel sorumluluğa çağırıyordu.
Denebilir ki Büyük Doğu dergisinin ilk yayını da dahil tüm arayıcı, araştırıcı periyodik yayınlara abone idi. Amacı hem yenilikler varsa onları öğrenmek, hem de yardım etmekti.
Dertlere çare olacak düşüncelere sahip olmak veya eleştirileriyle doğruları görebilmek seçkinliğin temel özellikleridir. Bir zamanlar ülkemizde insanlar kamplara ayrılarak insanlarımızı acılara boğan olaylardan sonra 12 Eylül 1980 ihtilaline gelindi. Meğer ata sözlerimizden “İnsanlar konuşa konuşa ........” atasözü ne büyük gerçekler saklıyormuş. İnsanların tenkitleriyle birlikte düşüncelerini ortaya koymalarından daha tabii ne olabilirdi? Yaşadığımız zamanlar göstermiştir ki insanlar düşüncelerinde isabet de edebilirler, etmeyebilirler de. Bir diğer insan bu eksiği görerek doğrusunu söyleyebilirdi. Doğruyu gören şahsa ise sadece teşekkür edilirdi. Bir yanlışlık varsa kimse kimsenin boğazına sarılmadan doğruda birleşmeli değil miydi? Dünya tarihinin şanlı bir milletinin evlatları cehaletleri yüzünden birbirini boğazlarken düşmanları da muhakkak gülmüştür. 1979 yılında yayınladığı “Tenkit ve Tetkiklerde Metot” adlı eserinde ne yazık ki- bilgin veya okur-yazarların gündeme çıkarmadıkları çok yüksek bir fikirle karşılaşırız: Özetle “Emeviler, Abbasiler, Osmanlılar’ da ne yoktu?” Kur’an, halife (liyakatli, liyakatsiz), ...camii, cemaat, ... iyiyi, güzeli arayan Müslüman mı yoktu ?Şüphesiz ki onlarda vardı......Yazarımız mevcut olmayanları şöylece tarif ediyordu: “marufu emr-münkeri yasaklayan ikaz müessesinin işletilmemesinin yani günümüzdeki adıyla (Oto-kritik) olacak tenkit ibadetinin unutulmasının ve yerine, “Büyükler ne söylemişlerse, bizlere ters de gelse, onlarda hikmet vardır; onlara niçin ve neden demenin edepsizlik olacağı” bidatinin dikilmiş olduğunu görüyoruz.”(8) . Erol Güngör’ün derinlerde dediği bu olsa gerektir. Fakat bunu söylemek de cesaret işi.
Hz.Ömer kendini eleştiren bir topluma sahip olduğu için Allah’a şükrediyordu(9). Avrupa’da bizzat tanık olduğum eleştirilerde taraflar birbirine teşekkür ederdi. Aslında ise eleştiri eğitimi okulların en büyük amaçlarından olmalıydı. Bütün okullarda en önemli öğrenim sebebi öğrencinin kendini konuya konsantre edebilmesidir; motivasyon gösterebilmesidir. Bunun en önemli aracı eleştiridir.
Yazarımız da eleştirisizliği büyük bir bidat olarak gösterirken “Her bidat bir sünneti unutturur.” başlığıyla yazılarına devam etmiştir.
Bir zamanlar Avrupalı bir profesörün asistanına verdiği cevaba ne kadar hayran kalmıştım. O, profesörüne “Benim bulduğum sonuçlar sizinkine uymuyor.” deyince profesörün ağzından şu sözler dökülür: “Elbette uymayacak. Sen daha gelişmişini veya doğrusunu bulmazsan gelişme olur mu?” İşte eleştirilenin güzel bir tavrı.

BRECHT’LE METOD BENZERLİĞİ
BERTOLT BRECHT bir Alman şair ve düşünürüdür. Savaşta Hitler’in karşısında olduğu için Danimarka’dan başlayarak uzun yıllar yaşadığı sürgün hayatından sonra tekrar Almanya’ya dönmüştür. Brecht tiyatro, şiir alanlarında önde gelen bir yazardır. Alman toplumunu sosyal alanda uyarmak için çalıştığı bilinir. Epik Tiyatro adıyla bir gelişim sağlamıştır. Hitlerin düşüncelerine ters düşmesi ona muhalefetindeki haklılığını göstermiştir. Hitler’e belki gizlice nefret duyanlar olabilirdi; fakat bunu açıkça ilan eden yazarlar dünyanın her yerine savrularak sürgünlerde yaşadı. Zaman ise onların haklılığını gösterdi. Bunlardan Wolfgang Borchert “Bu savaşın anlamı yok!” dediği için cephede silahsız savaşmaya mahkûm edilmiştir. Belki eleştiri gibi çok onurlu bir işi başaranlar o anlamsız savaşın gerçek kahramanları oldular.
Onların savaşta düşüncelerini söyleme kahramanlığına yücelten ne idi? Taklitçi olmadıkları için olaylara bakarak milyonların öleceğini ve Almanya’nın yıkılacağını eleştirel görüşle söyleyebiliyorlardı.
Epik kelimesinin anlamı anlatarak açıklamaktır. Türün içinde oyuncu ile seyirci arasında olması gereken “Mesafe” ve “Yabancılaştırma Etkisi” kuralları bulunur. Bu terimlerin bulucusu Brecht’tir. Asıl ve tek amacı ise insanın düşünmesini sağlamaktır. Metot ve amaçlarını şöyle açıklar:
  1. Geleneksel tiyatro seyircisinin söz ve davranışları şunlardı: “Evet, ben artık bunu da hissettim.- Ben buyum.- Bu, oldukça tabiidir.- Hiçbir şeyi irdelemeye gerek yoktur.- Bu insanın üzüntüsü beni sarsacak; çünkü onun için bir kurtuluş yolu yok.- Tiyatro büyük sanattır: Burada her şey kendiliğindendir. Ağlayanla ağlarım, gülenle gülerim.
  2. Anlatan tiyatronun seyircisi şunları düşünür: Ben bunu düşünmedim. O, böyle yapılmaz. Burada olanlara inanılmaz. Mevcut durumun farklı çözümleri de olabilirdi. Bu insanın üzüntüsü bitmeli; onun için şüphesiz bir çare vardır. Hiçbir şeyin kendiliğinden olmaması büyük sanattır. Ben ağlayana gülerim, gülenle ağlarım.
Tiyatro oyunu gerçek hayatta görülenlerin sahnede sanat süzgeciyle gösterilmesidir. Burada ise B. Brecht onun üzerine eleştirel düşünceyi ekliyor.”Allah yönetir, insan düşünür.” sözleri ona aittir ve yabancılaştırma etkisine örnek olarak verilmiştir. Yalnız Sait Çekmegil’e ait olanlarla karşılaştırılırsa, aradaki büyük fark iyi anlaşılır.

SAİD ÇEKMEGİL’E ÖZGÜ YABANCILAŞTIRMA ÖRNEKLERİ
  1. Uzun yıllar öncesine varan zamanlarda bir lokantaya gitmiştir. Garsonlara “içilecek neler var?”diye sorar. Onlar da alkollü içkileri sıralarlar. Devamla daha güzel içkilerinin olup olmadığını tekrar sorar. Şaşıran garsonlar ayran ve suyu içkiden saymıyorlardı herhalde. Artık bir şey söylemeyince “Ayran, su yok mu?” derler cevap olumlu ise de onlar siz de iyi olmayan içkiler de varmış .” diyerek uzaklaşırlar. Garsonlar şaşkın bakışlarla bu ender müşterilerin ardından bakakalırlar.
  2. Karabük Demir-Çelik fabrikasına genel müdür tarafından davet edilmiştir. Yemekten sonra abdest alır. Ortam nasıl idiyse, hizmetlilerden biri eline su dökmek veya havlu vermek ister; fakat ondan hemen itiraz gelmiştir. “Şayet teşekkür edersen kabul ederim.” derler. Hizmetli şaşırır ve “Abi şimdiki genel müdür Halit İlhan Beyden önce biz hakaretlere uğrardık; sen ise bana emretmiyor “Teşekkür eder misin?” diyorsun? Elbette ederim; ama niye edeceğimi anlatırsan memnun olurum.” deyince o da “Çünkü ben senin teklifini kabul edince sevap kazanmana vesile oluyorum.” diye cevap verir. Hizmetli bu cevap karşısında şaşırmış ve gözleri dolmuştur.
  3. “Allah razı olsun!” sözü bildiğimiz gibi en önemli dualarımızdandır. Onun bu duayı edenlere karşı yakut taşı gibi pırıl pırıl sözleri ise “Tamam Allah razı olsun da biz Allah’tan razı mıyız?” olarak kimselerin düşünmediği harika bir buluştur. Yine bu sözlerde karşısındaki şahıs oldukça sarsıntı geçirir.
  4. “Allah hidayet etsin!” diyenler karşısında da yazarımız düşünmüş ve kimselerin bilmediği çözümlere ulaşmıştır. Sözü duydukları zaman “Allah bütün insanlara hidayet etmiştir.” der. Bu da bir yabancılaştırma etkisidir. Dinleyici ilk şaşkınlıktan sonra “Bu nasıl olur?” diye sorar. O da “Allah akıl verdiği her insana hidayet etmiştir der. Gerçekten hidayete kavuşmak peygamberlik gibi bir oluş ise hidayete ulaşmakta insan ilgi ve emeğinin bir rolü olmayacaktır. Farz-ı muhal hidayete eremeyen bir insan mahşer gününde “Bana hidayet edilmedi.” derse, bu çelişkilerin akıbetini düşünmek gerekir. O, bu alanda da insan tabiatına uygun çözümü en ikna edici tarzda bulmuştur. Daha ikna edici bir yolu duysa ve ikna olsaydı kendi görüşünden vazgeçebilirdi. Zaten “Aklı olmayanın dini veya sorumluluğu olmayacağı” gerçeği onun haklılığını gösterir.
  5. Onda “ İnsana yalnız kendi çalıştığı vardır.” mealinin de farklısıyla karşılaştım. “Bebekler ana sütünü çalışarak mı alıyorlar”? demişti. Demek ki o ve durumu ona göre değerlendirmeliydik.
6. Malatya DSİ müdürlerinden biri karşısındadır ve ona iyi insanların namaza ihtiyacı olmadığını söyler. Hemen hazır cevaplığıyla aşağıdaki örneği verir: “Bir uçak havalanmış ve gökyüzüne çıkmıştır. Uçağın pilotu: Nasıl olsa gökyüzüne çıktım. Artık kanatlara ihtiyacım kalmadı. Onları aşağı atayım.” diyebilir mi? diye sorar. Cevap nasıl olursa olsun namaz insan için kanattan bile önemlidir ve insan varlığının temel harcıdır.
Çekmegil ve Brecht amaçları itibariyle taban tabana zıt idi. Yalız ikisinin de diğer insanları da yanlarında görmek istediği amaçları vardı. Said Çekmegil’in amacı hem bizi hem bütün insanları ilgilendirir. Kim bilir onun metotlarını tanıyanlar kendiler daha etkililerini bulurlar.
7. Hobbes’in “ İnsan insanın kurdudur.” Sözü Türkçe sosyoloji kitaplarında bile yer almıştır. Kendisini çok bilgili zanneden bir öğretmen bu sözü ona nakleder. Cevap hemen gelmiştir. “Bu şahıs niçin “İnsan insanın kardeşi olmalıdır.” dememiştir?” diyerek yıllarca Hobbes felsefeleriyle insanlığa kan kusturan batının vahşet anlayışını bir sözcükle balon gibi patlatıvermiştir. Aztek, İnka medeniyetlerini çevrelerini aç kurtlar gibi kana boyayanlar bu insanlardır. Bugünlerde ise onların papası İslam dininin silahla yayıldığından bahsedebilmektedir.
Bir Arap bilginin asırlar öncesinden nakledilen sözü de takdirler üstündedir: “İnsanlar ya Hz. Âdem’in torunları olarak veya imanları sebebiyle kardeştirler.” demiştir.
  1. Necip Fazıl’ın en son girişimiyle çıkardığı Büyük Doğu dergilerinden birinin kapağında aslan resmi vardır. Altına ise “Uyuyan Aslan” yazılmıştır. Resmi gösterdiğim zaman“Aslan olsaydı hiç uyur muydu?” tepkisi sadece ondan geldi.
  2. Bir su işleri profesörü Elaziz’den otobüsle Malatya’ya gelmektedir. Yanındaki şahıs ona Müslüman kime denir?” diye bir soru yöneltir. Eksiksiz cevap için kendini zorlayan muhatap bir karara varamamış ikna edici bir cevap bulamamıştır. Yolculuktan sonra doğru Said Çekmegil’e gelir ve fikrini sorar. O da “Kuran’ı reddetmeyene” denir tarifini verir. Sorunun sahibi şahıs bir terziden bu şahane cevabı alınca “Demek ki sizdeki bu keskin feraset Allah’ın özel bir vergisidir. “diyerek oradan ayrılır.
  3. Evini tutmak için gelen kiracılara daima komşumuz der, hiç kiracı demezdi ve diyenlere itiraz ederdi. Genellikle evini kiraya verirken çocuklu aileleri tercih ettiğini gösterir ve çocuğun büyük nimet olduğunu söylerdi. Herkes buna oldukça şaşırırdı.
11. Çoğunluğu üniversite mezunu şahıslar onun da bulunduğu bir sohbette atalarıyla öğünmekte, onların meziyetlerinden bahsetmektedir. O da bu anlamsız sözlere “Benim soyum sizinkilerden çok daha yüksek.” deyince çok merak ederler, sabırsızlanırlar. “Niçin ?” diye soranlara “Peygamber soyluyum.” deyince daha çok merak ederler. O da en sonunda “Hz. Âdem’den geldim ben.” cevabını verir ve herkes meraktan kurtulur.
SONUÇ
Çekmegil ve Brecht’in amaçları zıt idi. Belki biri sadece Alman halkının yanındaydı. Amacı İslam olanları ise Hasan Basri “Hedefi yalnız bu dünya olanlar ikisini de kaybeder; öbür dünya olanlar ise ikisini de kazanır.” diye tarif ediyordu. Akıllı insan kendisi için istediğini bütün iyi insanlar için istiyorsa, bunun bir adı da evrenselliktir. Hatta Müslüman’ı “Birbiriyle örtüşen iki evreni hedefleyen kişi” diye adlandırabiliriz. Bütün çalışma ve “Yabancılaştırma etkisi” gibi buluşları bunun içindir.
Dipnotlar:
  1. Said Çekmegil. Dünya İslam Devleti. Nabi Nida Yayınları- 1992- Sh 141
  2. Said Çekmegil. Tenkit ve Tetkiklerde Metod
  3. Prof. Erol Güngör. İslam’ın Bugünkü Meseleler.
  4. Necip Fazıl K. Çile-Bedir
  5. Prof. Erol Güngör. İslam’ın Bugünkü Meseleler.
  6. Necip Fazıl K. Çile-Bedir Yayınları-İst.1962.Sh. 23
  7. S. Çekmegil. Vahye Göre Büyük Zulüm. Nabi-Nida Yayınları–1989-Sh.26
  8. Ages. 2.Baskı–1992. Sh.55
  9. S. Çekmegil-İnsanın Yolu İslam–1978.Sh.218
  10. S. Çekmegil.- Tenkit ve Tetkiklerde Metot. Sh.97
  11. Ages. Sh.97


Şair ve düşünür ağabeyim Said Çekmegil’in bazı şiirlerinin merhum Abdurrahim Zapsu’nun İslam Tarihi adlı eserinden yeni bir baskı sebebiyle çıkarıldığını duymuştuk. Bu iptidai davranışın sebeplerini Kriter ORG Web sitesinde sormuştuk. Bir cevap gelmedi. Bu davranışı inanmayanlar göstermişse, niçin İslam Tarihi gibi bir eseri yeniden tab etmişlerdir? Şayet onlar inanan insanlar idiyse,”Gelecek de bir gün gelecektir - Necip Fazıl K..-” ve geleceğin daha ötelerinde ağır bir hesap vardır. Ercan Arslaner

Ercan Arslaner
kubha
10.12.2007

Aşil'in Topuğu

Ercan Abi bu deyimi de açarsan sevinirim. Şimdiden teşekkürler!

kubha
08.12.2007

Brecht Rahibeleri

Ercan abi, bugün milliyette bir yazar Brecht'in Rahipleri başlıklı bir yazı yazmış. Brecht'in rahipleri ile anlatılmak istenen özellik nedir?

semazen
05.12.2007

Haksızlık bu!

yazıda çekmegil ismi 24 defa geçerken brecht ismi 9 defa geçiyor. 2 kişiyi karşılaştırırken eşit olmasa bile yakın sayıda isimlerinin geçmesi gerekir.

sabır
02.12.2007

Fikir Atmosferi

Çekmegil'i anlamak için güzel bir makale yazılmış.Teşekkürler...

Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.