DANİŞMENDOĞULLARI'NIN SİYASETİ (2)

DANİŞMENDOĞULLARI'NIN ... SİYASETİ (2)


Prof.Dr. Mikail BAYRAM(*)

(devam)
c- Danişmendliler’in Dinî Siyaseti
Danişmend Oğulları Devleti’nin kurucusu Melik Ahmed Gazi, yukarıda işaret olunduğu üzere Selçuklu ailesinin muallimi olan Danişmend Ali Taylu’nun oğludur. Kendisi de bilge bir kişi olduğu için Danişmend Gâzi diye
anılmıştır.[1] Kurduğu devlete "Danişmendiye" devleti denmesi bundandır. Onun da eniştesi Kutalmış gibi itikatta Mu’tezile mezhepli olduğu anlaşılmaktadır. Melik Ahmed Gazi’den sonra diğer Danişmendli hükümdarlar dedeleri Danişmend Ali Taylu’dan kaynaklanan bu dini eğilimi gelenek halinde devam ettirmişlerdir.Melik Ahmed Gazi, bir yandan fütuhat ile uğraşırken, bir yandan da fethettiği beldelerde yoğun bir kültürel faaliyet içinde bulunduğu, ülkesinde ilmî ve dinî çalışmaları başlattığı anlaşılmaktadır. Danişmend Oğulları, özellikle devletlerinin ilk kurulduğu bölge olan Niksar, Tokat, Amasya, Sivas,Kayseri ve Çorum yörelerinde daha yoğun bir kültürel faaliyet içinde bulunmuş ve yöreye devletlerinin kültürel politikasını yerleştirmişlerdir. Bu yüzden de bu yöreler çok erken tarihlerde belli bir kültürel karakter kazanmıştır. Danişmend Oğulları’nın bu yoğun milli ve dinî diyebileceğimiz, kültürel faaliyetlerinin sonucu olarak bu yörelerin çok erken sayılacak tarihlerde Türkleşmesi ve İslâmlaşması gerçekleşmiştir. Bölgelerindeki bütün yerleşim yerlerinde Cuma namazlarının kılındığı ulu camiler inşa etmişlerdir. Bu ulu camilerin bir çoğu bugün halâ faal durumdadır. Bu durum Danişmendliler döneminde Danişmend ülkesinde canlı bir dinî hayatın gelenekleşmiş olduğunu göstermektedir.


Danişmend Oğulları itikatta Mu’tezile Mezhebi’ne yatkın ve felsefî geleneğe bağlı oldukları gibi, amelde de Hanefî Mezhebi’ne mensup idiler. Danişmend İlindeki Medreselerde Hanefî fıkhı tedris ediliyordu. Ebu Hanife akliyeci bir fakih olduğu için eskiden beri Mu’tezilîler amelde Hanefî Mezhebini tercih etmişlerdir. Bu yüzden Danişmend İli’ndeki fakihlere “Türkmen Hanefi Fukaha” denmiştir. Hatta o dönemde Hanefî sözü ile Mu’tezile Mezhebi kasdediliyordu. Rüknü’d-din Süleyman-Şah zamanında Tokat ve çevresinde Türkmen fukahanın nüfuzlu oldukları görülmektedir.İbnü’l-Esir, bir filozofun Rüknü’d-din Süleyman-şah’ın Danişmend İli Melik’i olduğu sırada Tokat’a gittiğini, Tokatlı bir fakih ile tartıştığını ve bu Danişmendli fakihin Süleyman-şah’ın huzurunda filozofu tartakladığını, Süleyman-şah’ın buna ses çıkarmadığını yazmaktadır[2]. Bu filozof da Meşhur İranlı İşraki filozof Şihabu’d-din Suhreverdî el-Maktul’dan (587/1191) başkası değildir. Zira İbn Bibi, bu Sühreverdî’nin Süleyman-şah zamanında Tokat’a gittiğini ve “Pertev-name” adlı eserini orada yazdığını bildirmektedir[3]


Süryanî Mihail, Danişmendli emirler arasında Danişmend Melik Ahmed Gazi’den sonra en dindar hükümdarın Melik Muhammed olduğunu onun İslâmî kanunları uyguladığını, asla şarap içmez ve Müslümanlara saygı gösterdiğini bildirmektedir.[4] Ayrıca bu Melik Muhammed Hanefî Mezhebi’ne mensup bir İslâm hukukçusu olan Abdülmecid b. İsmail el-Herevî’yi Anadolu’ya getirerek onu Kayseri’ye kadı olarak tayin etmiştir.[5] Bu dinî anlayış ve uygulama Danişmendliler’in dinî politikasının esasını teşkil etmiştir. Bu durum Danişmend Oğulları Devleti ortadan kalktıktan sonra da Danişmend İli’nde gelenek halinde devam etmiştir.
Bu Danişmendli geleneği Danişmendli Türkmenlerin dini eğilimini şekillendirmiştir. Bu yöredeki Türkmenler müteşerri’(Şeriata bağlı) bir dinî anlayışa sahip olmuşlardır. Rüknü’d-din Süleyman-şah ve Alâü’d-din Keykubad bu bölgenin melikleriydiler ve burada eğitim görmüşlerdi. Bu iki şehzade sultan oldukları zaman bu bölgedeki dinî zihniyeti iktidara getirmişler ve destek vermişler ve gelişmesine vesile olmuşlardı. Babası I. Alâü’d-din Keykubad’a suikast düzenleyerek iktidara gelen II. Giyasü’d-din Keyhüsrev, İranî çevrelerin desteklediği şehzadeydi. İktidara gelince Danişmend İlindeki bu Türkmen çevreler üzerinde şiddetli bir dinî ve fikri baskı kurmaya çalıştı. Bu yöredeki dini ve kültürel zihniyeti yok etmeğe kararlıydı. Nitekim iktidara geldiği yıl yani 1237 (635) yılında Eğirdir’de yaptırdığı hanın kitabesinde kendisini zamanın Keyhüsrevi ve Zü’l-Karneyni (İranî çevrelerin padişahı) ve İkinci İskender(Rum halkın kralı) olarak tavsif ederken Türkmenleri kâfir ve müşriklerle bir tutarak onları, kendisine itaat etmeyen,baği, zındık ve havaric diye anmakta ve kendisini onları ezen göz açtırmayan, .iflahlarını kesen bir hükümdar diye tarif etmektedir.İktidarının ilk yılından itibaren Türkmenlere karşı savaş başlatmıştır. Pek çok Türkmen ileri gelenleri öldürttü. Baba İlyas’ın halifelerinden Şeyh Uban ve Emirce Sultan bunlardan birkaçıdır. Bir çoklarını tutuklattı. Baba İlyas, Ahi Evren Hace Nasirü’d-din, Ahi Ahmed de bunlardan birkaçıdır.İşte bu baskı ve uygulamalar üzerine Danişmend İlinde Türkmen Babalar, “Babaîler İsyanı” diye bilinen Türkmenlerin devlete karşı baş kaldırısı olan isyanı başlattılar Babaîler İsyanı’nın temel sebebi de budur. Burada maksadımız Babaîler İsyanı’nı anlatmak değildir. Ancak bu harekâtı başlatan insanların fikrî ve dinî temellerine bir nebze işarette bulunmak istedim. Ayrıca Babaîler Hareketi’ni Hetorodoksî bir hareket olarak niteleyenlerin onların mı? Yoksa II. Giyasü’d-din Keyhüsrev ve yandaşlarının mı hetorodoks olduklalarını insafla ve islâmi ölçülerle düşünmeleri gerektiğini de burada bir daha hatırlatmak istiyorum. Eğer Anadolu Alevîliğine bir orjin, bir çıkış yeri aranmak isteniyorsa Danişmend Oğulları’nın yarattıkları i’tizal hareketine bakmak gerekir. Babaî hareketinin meydana gelmesinde, Danişmend İlindeki Mu’tezile eyilimli Türkmen fukaha nın büyük rolu bulunduğu muhakkaktır.


1261(659) yılında Sultan II. İzzü’d-din Keykavus’un Anadolu’yu terk etmesinden sonra Danişmend İli’nin mutlak hakimi konumuna gelen Selçuklu Emiri Pervane Müinü’d-din Süleyman bu yörenin kültürel karakterini değiştirmek için, hem yoğun bir ilmî ve fikrî faaliyet içine girmiş, hem de yöredeki Türkmenler üzerinde ağır bir siyasî ve kültürel baskı uygulamaya başlamıştır. Kırşehir Emiri Cacaoğlu Nuru’d-din ve oğlu Emir Polat da aynı şeyi Kırşehir yöresinde gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Bu yöredeki Türkmen ve Ahilerin mal ve mülklerinin, tekke ve medrese gibi iş yerlerinin ellerinden alınmasına dair Sultan IV. Kılıç Arslan’dan ferman da alınmıştı.Bu baskılardan dolayı pek çok Türkmen Beğlerin, boyların ve fikir adamlarının bu yörelerden uç bölgelere göçtüklerini görüyoruz[6]. Kadı Burhanü’d-din devri (1345-1398) tarihçisi Aziz-i Esterabadî, Kadı Burhanü’d-din iktidara gelmeden önce yaşanan yoğun göçlerden ötürü Selçuklular döneminin Kırşehir ve Aksaray gibi mamur şehirleri köy durumuna geldiler demektedir[7].Baba İlyas’ın nebiresi Kırşehirli Aşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi, “Menakibü’l-kudsiyye” adlı eserinde Baba İlyas-i Horasanî’nin pek çok halifelerinin Ercuma’ya yani Karasi İline göçtüklerini
“Çıktı kâfirden Ercuma’ya kaçup
Şeyh Affan u cümlegi suleha”
diyerek ifade etmektedir[8].Balıkesir ve Çanakkale yöresinde Karesi Oğulları Beyliğini kuran Karesi Oğulları ailesinin de Danişmendli oldukları ve hatta Danişmend Oğulları ailesinden geldikleri tesbit olunmaktadır. Ünlü Türkmen Şeyh Sarı Saltuk da kalabalık cemaatiyle birlikte Bizans’a sığınmak zorunda kaldı. Bizans Hükümeti’nin de onları önce Çanakkale yöresine yani Karesi İli’ne yerleştirdiği, bilahere bazı siyasî mülahazalarla Sarı Saltuk ve bir kısım adamlarının Dobruca’ya sürüldükleri bilinmektedir.Selçuklu Emiri Pervane Muinü’d-din Süleyman’ın 1278’de öldürülmesinden sonra vatan hasreti çeken bu Sarı Saltuklu dervişlerden pek çoğu Kırım ve Sinop üzerinden Anadolu’ya dönmüşler ve ayrıldıkları topraklara yani tokat ve Amasya yörelerine yerleşmişlerdir.Kırım’da bulunan II.İzzü’d-din Keykavus’un oğlu Sultan Mes’ud’un Anadolu’ya geçerek, Moğollarla anlaşıp 681(1281) de Konya’da Selçuklu tahtına geçmesi de Daha önce Moğol zulmünden dolayı Anadolu’yu terkedip, Dobruca’ya, Deşt-i Kıpçak’a ve Kırım’a göçmüş olan Türkmen Dervişler”in kalabalık kafileler halinde Anadolu’ya dönmelerini hızlandırmıştır. Baba Saltuk ve dervişlerinin Anadolu’dan göçüş ve tekrar dönüş maceralarını destanî bir üslupla dile getiren “Saltuk-name” adlı eser Ebü’l-Hayr-i Rumî tarafından Tokat yöresindeki Sarı Saltuklu dervişlerin anlatımlarına dayanarak derlenmiştir[9].Sarı Saltuk’un Anadolu’ya dönen birçok halifeleriyle şahsen görüşen ve onlarla hac yolculuğu yapan Kâhta Kadısı İbnü’s-Serrac ed-Dimaşkî onları Rufâî ve Kalender’i olarak nitelemektedir


Pervane Süleyman, İbnü’l-Arabî’nin üvey oğlu ve talebesi olan Sadru’d-din-i Konevî’nin en tanınmış talebelerini Danişmend İli’ne götürmüş ve orada kendilerine medreseler inşa ederek Muhyi’d-din İbnü’1-Arabî’nin felsefesini (Ekberiyye denilen fikir hareketini) yaymaya ve yerleştirmeye çalışmıştır. Kutbu’d-din-i Şirazî Kayseri’de, Saidü’d-din-i Fergânî Tokat’ta, Fahrü’d-din-i Irakî ile ilk "Fususu’l-Hikem" şarihi Müeyyedü’d-din-i Cendî Tokat ve Sinop’da, Pervane Süleyman’ın ve oğlu Muhammed’in hizmetinde faaliyet gösteriyorlardı.[10] Cacaoğlu Nuru’d-din de Kırşehir yöresinde Mevlevî düşünceyi hâkim kılmaya ve yerleştirmeye çalışıyordu.


Muinü’d-din Süleyman’ın, Moğollar tarafından idam edilmesinden sonra (676-1278) Danişmend İli’nde siyasî otorite boşluğu meydana gelmişti. Bu otorite boşluğundan bi’l-istifade belli merkezlerde Türkmen çevrelerin hem kültürel faaliyetlerini yoğunlaştırdıkları, hem de siyasî bir mücadele başlattıkları görülmektedir. Yukarıda bahsini ettiğimiz Emir Mübarizü’d-din Halifet Gazi’nin oğul ve torunları (Halifet-zâdeler) da XIV. asrın ortalarına kadar iktidar mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Hacı Şadgeldi’nin Amasya’yı zaptetmesinden sonra (1362) batıya Osmanlı topraklarına göçmüşlerdir.[11]Moğol iktidarına ve özellikle Pervane Muinü’d-din Süleyman’ın ağır baskılarına rağmen Danişmend İli, bu milli karakterini ve kültürel hüviyetini uzun süre muhafaza etmiştir. Osmanlılar zamanında Balıkesir ve çevresinde yoğun olarak yaşanan Ustuvanî Mehmed Efendi ve İmam Birgivî’nin öncülük ettikleri “Kadı-zadeliler” hareketinin de Danişmendli Fukaha zihniyetinin yeniden gündeme gelmesi olduğunu söylemek istiyorum. Zira Danişmend İlinden bu yöreye yönelen yoğun göçler ve Danişmendli ruhunu devam ettiren Karesi Oğulları müteşerri’ diyebileceğimiz bu dinî anlayışın bu yöreye yerleşmesini ve Danişmendli geleneğinin devam etmesini sağlamıştır.
“İbnü’s-Serrac” diye ünlenen Muhammed b. Ali el-Kureşî, Kahta Kadısı iken 715 (l215) de kaleme aldığı “Tuffahu’l-ervah” adlı eserinde Şeyh Yusuf b. Nebhan el-Eyluhî’den naklen şu bilgileri vermektedir: “Şeyh Yusuf b. Nebhan el-Eyluhi bir defasında Türkmen bir taife ile karşılaştı. Bu taife sofîlere en muhalif ve munkir bir taifeydi. Bunun sebebi Türkmen fukahası olan Danişmendliler idi. Onlar sofilere son derece muhalif idiler. Onlarda hayırlı bir itikad yoktu. Bu konuda o kadar aşırı idiler ki, kâfirler dahi onların derecesinde olamaz. Bunlardan bir cemaatle karşılaştım. Bunlar her kim bir sofiye yarım ekmek verse kâfir olur diyorlardı.”[12] Bu bilgileri veren Yusuf b. Nebhan Kalenderî bir derviş olup, diplomat olarak Hulagu Han ile görüşmüş bir kişidir. Anlattığı bu olay da Tokat ve çevresinde geçmiştir. Bu zatın anlattıklarından Danişmend İlindeki Türkmenlerin Fıkıh kurallarına çok bağlı ve Mu’tezili bir inançta oldukları anlaşılmaktadır. Ayrıca XIII. yüzyılda Anadolu’da halk arasında dilenerek geçinen ve tufeyli olan Kalenderi dervişlere de muhalif oldukları, İbnü’s-Serrac tarafından ifade edilmektedir.


d-Danişmendliler’in Millî Siyaseti
Danişmend Oğulları, gazilik mefkuresine, Türk kültürüne ve Türkmencilik ülküsüne büyük bir önem vermişler ve ülkelerinde bunu yerleştirmeye ve yaymaya çalışmışlardır. Danişmendoğlu Melik Ahmed Gazi ve beraberindekilerin kahramanlıklarını dile getiren "Danişmend-nâme" adlı eser Danişmend İli’ndeki kültürel anlayışın mahsûlü olduğu gibi "Dede Korkut Hikâyeleri" de XIV. asırda gene bu yörede, Amasya’da derlenmiştir[13].Melhameciliğin(Destan Kültürü) de Danişmend ilinde kuvvetli ve yaygın olduğu ğu görülmektedir. Bu yüzden Anadolu’da melhameye dair ilk eserler gene Danişmend İlinde kaleme alınmıştır. Danişmend Oğulları devrindeki bu kültürel politika sonucu, Danişmend ili belli bir kültürel yapıya sahip olmuştur. Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da bu aslî karakterini muhafaza etmiştir.[14]
Amasyalı Hakîm Bereket adlı bir zat "Tuhfe-i Mubârizî" adlı eserinin önsözünde bildirdiğine göre, bu eserini önce "Lubâbu’n-Nuhâb" adıyla Arapça olarak yazmış, sonra bunu "Tuhfe-i Mubârizî" adıyla Farsça’ya tercüme edip, Emir Mübarizü’d-din Halifet Gazî’ye sunmuştur. Halifet Gazî’nin, eseri çok beğendiğini ve bu eser eğer Türkçe olarak yazılmış olsaydı çok değerli ve bulunmaz bir eser olacağını belirttiğini, bir müddet sonra da onun emri üzerine bu eserini Türkçe’ye tercüme ettiğini belirtmektedir.[15]
Bu Emir Mübarizü’d-din Halifet Gazi, Sultan I. Alâü’d-din Keykubâd’ın Amasya valisidir. Türbesi halen Amasya’dadır.[16] Amasya’da kurduğu medresenin vakfiyesi 622 (1225) tarihlidir.[17] Bu Emir ve ecdadının "Danişmend-nâme"nin kahramanları arasında adlarının anılmış olması,[18] bu ailenin Türklük ülküsüne hizmet etmiş olmalarının ve hakim oldukları Amasya yöresinde, Türkmencilik hareketini ve Türk kültürünü himaye etmiş olmalarının sonucudur. Danişmend-nâme’nin bu emir ve ailesinin gayretleriyle yazılmış olduğunu tahmin ediyoruz.
Görülüyor ki, Anadolu’da ilk olarak Türkçe eser yazma geleneği Amasya’da yani Danişmend İli’nde başlamıştır. Hakîm Bereket, "Tuhfe-i Mubarizî" adlı eserinden sonra "Hülasa der İlm-i Tıb" ve "Tabiat-nâme" adlarında iki Türkçe eser daha yazmıştır.[19] "Tabiat nâme"yi manzum olarak kaleme almıştır. Hiç şüphe yok ki, Türkmenlerin "Uluğ Sultan" diye andıkları I. Alâü’d-din Keykubâd’ın, Türk kültürü lehindeki kültürel politikasının te’sirleri, Danişmend İli’nde daha etkili olmuştur.
Selçuklular zamanında Tokat ve Amasya yöresinde Ahiliğin de çok yaygın ve kuvvetli olduğu fark edilmektedir. Bir süre önce yayınladığım Turhal ve çevresinde medfun bulunan evliyanın adları ve kurdukları tekke, zaviye gibi müesseseleri ile ilgili belgede[20] bu bölgede Türkmen ilim ve fikir adamlarının ne kadar güçlü olduklarını göstermektedir.[21] Anadolu’da ilk “Ahi Fütuvvet-namesi” de Tokatlı Nasırü’d-din Vaiz tarafından XIII(VII). Asrın sonlarında kaleme alınmıştır.

Sanıldığı gibi Anadolu’da Türkçe eser yazma geleneği Karaman Oğulları Devleti’nin Türkçe’yi resmi dil olarak ilan etmeleriyle başlamış değildir. Anadolu’da Türkçe eser yazma geleneği ilk olarak Danişmend İli’nde ve Danişmend Oğulları’nın yarattığı fikrî ve kültürel ortamda yazılmaya başlanmıştır. Bugünkü bilgilerimize göre Anadolu toprağında te’lif edilen ilk Türkçe eser XIII. yüzyılın başlarında Amasya’da yani Danişmend İli’nde Hakim Bereket tarafından kaleme alınan “Tuhfe-i Mübarızi” adlı tıp ilmine dair olan eserdir. Bu Hakim Bereket daha sonra gene tıp ilmine dair iki risale daha Türkçe olarak kaleme almıştır. Eserini Danişmendli emirlerden olan Tereken-şah’ın oğlu Mübarizü’d-din Halifet Alp Gazi’ye sunmuştur.[22] Hakim Bereket Danişmendli geleneğinden gelen bu Halifet Gazi’nin Türkçe eserler yazmayı teşvik ettiğini de kaydetmektedir.

Ünlü Osmanlı tarihcisi Paul Wittek, Timur’un Anadolu’yu istila etmesinden sonra parçalanan Osmanlı Devleti’nin birliğini Amasya şehzâdesi olan I. Mehmed Çelebi’nin yeniden sağlamış olmasını, bu şehzadenin 10 sene dağlık Amasya bölgesinde Danişmend Oğulları’ndan intikal eden milli şuur ve gezilik ruhu içinde yaşayıp yeniden tav almış olması ile izah etmektedir.[23] Şüphesiz bu doğrudur. Buna Türk ruhiyatına uygun olan ve gene Danişmendlilerden gelen dinî duygu ile donanmış fetih ruhu ve milli irfanın rolünü de eklemek gerekir.


[1] İbnü’l-Esir, el-Kâmi’l fi’t-Tarih, Beyrut 1385/1966, X, 300; lbnü'l-Cevzi, el-Muntazam, Haydarabad 1359, IX, 114; Matheos, Vekayi-nâme, Ankara 1962, s. 205, 225; H. Hüsameddin, Amasya Tarihi, İstanbul 1929-1932, 11. 296; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 115; İ. H. Uzunçarşılı, Sivas Şehri, İstanbul 1928, s. 16-43.

[2] el-Kâmil fi’t-Tarih, XII, l96.

[3] El-Evâmirü’l-alâiyye, Ankara 1956, s. 25

[4] Süryanî Mihail, Süryanî Keşiş Mihail’in Vekayi-nâmesi, trc. H. D. Andreasyan, II, TTK Kütüphanesinde 44-2 no’lu basılmamış nüsha, s. 103.

[5] Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, çev. Yıldız Moran, İstanbul 1984, s. 247; Fakih Abdu’l-Mecid el-Herevî’nin “el-İşraf ala gavamizi’l- hukûmat” adlı eseri Yeni Cami (Süleymaniye) Kütüphanesi Nr. 359’dadır.

[6] Bu konuyu ayrı bir makalede yayınlamış bulunuyoruz. Bkz. Anadolu Selçukluları Zamanında Ahi Teşkilâtı'nın Kuruluşu ve Gelişmesi, Kelime Dergisi, Konya 1986, Sayı: 3, s. 43-54.

[7] Bezm u Rezm, İstanbul 1928, s. 397.

[8] Age. Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi, nr. 4937, yp. 108 b. Bu beyte kâfirden maksadın Moğollar olduğu izahtan varestedir.

[9] Ebu’l-Hayr-ı Rumî,Tokat ve yöresine geri dönen Sarı Saltuklu dervişlerin anlatımlarına dayanarak “Saltuk-name”yi kaleme almıştır.Şükrü Kaluk Akalın bu eseri Ankara 1988-1990’da yayınlamıştır.Fakat Ebu’l-Hayr-i Rumî’den önce 1315(715) yılında Kahta’da kadı olan İbnü’s-Serrac diye maruf olan Muhammed b. Ali el-Kuraşî ed-Dimaşkî, Anadolu’ya dönen Baba Saltuk’un bir çok halifeleri ile tanişmiş ve onların anlatımına dayanarak Sarı Saltuk’dan menkabeler derlemiştir. Bkz.Teşvikü’l-ervah ve’l-kulûb,Amuca-zade Hüseyin Paşa Kütüphanesi(Süleymaniye), nr. 272, yp. 180a-185b.

[10] Şeyh Sadru’d-din-i Konevî'nin "Vasiyyet-nâme"sinde (Şarkiyat Mecmuası, İstanbul 1958, Sayı: 2, s. 64-66) kendisinin ve şeyhi Muhyi'd-din İbnü’l-Arabî'nin yolundan gidilmemesini ve eserlerinin okunmamasını öğütlemesini, bu talebelerinin faaliyetlerini onaylamamasının bir ifadesi olduğunu tahmin ediyoruz. Çünkü o Moğol yanlısı iktidara muhalif idi. Talebesi olan Pervane Süleyman'a da muhalefet etmekteydi. Yakın dostu Ahi Evren Şeyh Nasîru’d-din Mahmud, Muharrir-i Sadık'ı el-Hac Tacü'd-din-i Kâşî, Zeynü'd-din-i Sadaka ve muhtemelen kendi oğlu Sa'dü'd-din Çelebi bu iktidar tarafından öldürülmüşlerdir.

[11] Amasya Tarihi, I, 59-67.

[12] Tuffahü’l-ervah, Prınceton Üniversity Library Gift Robert Gerrett, Nr. 97, yp. 130b-131a.

[13] F. Kırzıoğlu, Milli Destanlarımızdan Dede Korkut Oğuz-nâmelerinin Tarih Belgesi Bakımından Değerleri, (Belleten, Ankara 1987, Sayı: 198, 1, 915) adlı makalesinde Dede Korkut Hikâyelerinin, Timur'un önünden kaçıp, Amasya yöresine yerleşen Türkmenler tarafından kaleme alındığını yazmaktadır. Halbuki bu eser Danişmend Oğulları zamanından beri bu yörede teşekkül eden ve yerleşmiş olan Türk kültürünün mahsulüdür. Hiç şüphe yok ki, Danişmendliler zamanından beri sözlü olarak yaşayan bu hikâyeler, XIV. asırda bu yörede kaleme alınmıştır.

[14] P.Wittek, Ankara Bozgunundan İstanbul Zabtına, Belleten, VII, 582,

[15] Bu eserin Konya Izzettin Koyunoğlu Ktp.Nr. 12049' daki nüshasının la sahifesinde Emir Mübarizü'd-din'in adı şu şekilde tesbit edilmiştir.
ÅÍf»AË Ò»Ëf»A kiBJ¿ Aj¿ ŞA ¹¼À»A Á¤§A fÃËAfa ÂBÄI ÔkiBJ¿ Ò°ZM LBN·
Ó» B¨M ɼ»A ÉÀYi ÊBrÄ·jM ÅI Ó»ÌM ÅIA K»E O°Î¼a ÔkB¬»A fÇBVÀ»A
Bu eserin Konya İzzet Koyunoğlu Ktp. Nr. 12049 daki nüshasının tavsifi için bkz. Ş. Tekindağ, Konya İzzet Koyunoğlu Ktp. de Bulunan Türkçe Yazmalar Üzerine Çalışmalar, Türkiyat Mec. İstanbul 1972, XV, 133-139.

[16] Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi, İstanbul 1327-1330, I, 59-67. Merhum Hüseyin Hüsameddin, Emir Mübarizü'd-din Halifet Gazi'nin Amasya 'dak türbesini ta'rif ederken, türbenin mimarisindeki Türk kültüründen gelen unsurlara dikkatleri çekmiştir. Bkz. a.g.e., I, 196-197. Bu türbe hakkında ayrıca bkz. O. Cemil Tuncer, Anadolu Kümbetleri (Selçuklu Dönemi), Ankara 1986, s. 64-68.

[17] Amasya Tarihi, I, 197; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 131. Bu vakfiyenin metni, Prof. Dr. Rafet Yinanç tarafından vakfiye üzerinde değerli bir inceleme ve araştırma ile birlikte "Vakıflar Dergisi"nde (Ankara 1982, XV, 5-22) yayınlanmıştır.

[18] Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 131.

[19] Konya lzzet Koyunoğlu Ktp. N r. 12050 ve 12051.

[20] Mikâil Bayram, “Selçuklular Zamanında Tokat ve Yöresinde Îlmî ve Fikrî Faaliyetler”, Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu, (2-6 Temmuz, 1986, s. 30-37).

[21] Bkz. Burada Levha, I.

[22] Mikail Bayram, “Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Türkçe Eser Meselesi”, S. Ü. Selçuklu Araştırmaları Merkezi, V. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyyeti Semineri Bildirileri, Konya 1996, s. 95-100.

[23] “Ankara Bozgunundan İstanbul Zaptına”, Belleten, Ankara 1943, VII, 582.


* S.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
Prof.Dr.Mikail BAYRAM
sanih
02.03.2008

yazının birinci bölümü

http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=663&Itemid=52

Melitenli
28.02.2008

Yahut

Bir Müslüman için dinini milletinden milletini dininden ayırmak mümkün müdür? İ.Melitenli

Melitenli
28.02.2008

Soru?

Müslümanlarda "dini ile milli"nin ayrımında ölçüt nedir? sayın yazar ırki (harsi) ve dini mi demek istiyor? Bu ayrımın Kur'an Bakara 135 karşısındaki konumu nedir? İ.Melitenli

Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.