Kaybettiğimiz
“ELMAS MAHCUB, ZİFT MAĞRUR”
M. Selami ÇEKMEGİL
Şu TV programlarını düşünerek izleyip gazete haberlerini yargılayarak okusak ilginç tespitler yapabiliriz. Bir iki istisna dışında, genelde açık oturumlarda, efendice giyimden yana olanlar ürkek ve mazeret arayıcı (apologetic), açılıp saçılma yanlıları saldırgan ve suçlayıcı bir uslup içindeler... Neredeyse Millet kesesinden yabancılara içki sofraları, özlenmiş bir eda ile reklam edilirken, dolaylı şekilde devlet kesesinden yapılan bu kabil keyfi harcamalara kısıtlama getirilmesi, bilinçaltı telkinlerle kötü gösterilmekte. Parklarda otobüslerde caddelerde, kitlelerin kaynaştığı meydanlarda, kişilerin mazbut ve dengeli gidişleri -korumasız halde- şirazesi kopmuş cinsel yaklaşımların gıcıklayıcı ve absorbe edici atmosferinde baskı altında...

Şu TV programlarını düşünerek izleyip gazete haberlerini yargılayarak okusak ilginç tespitler yapabiliriz. Bir iki istisna dışında, genelde açık oturumlarda, efendice giyimden yana olanlar ürkek ve mazeret arayıcı (apologetic), açılıp saçılma yanlıları saldırgan ve suçlayıcı bir uslup içindeler... Neredeyse Millet kesesinden yabancılara içki sofraları, özlenmiş bir eda ile reklam edilirken, dolaylı şekilde devlet kesesinden yapılan bu kabil keyfi harcamalara kısıtlama getirilmesi, bilinçaltı telkinlerle kötü gösterilmekte. Parklarda otobüslerde caddelerde, kitlelerin kaynaştığı meydanlarda, kişilerin mazbut ve dengeli gidişleri -korumasız halde- şirazesi kopmuş cinsel yaklaşımların gıcıklayıcı ve absorbe edici atmosferinde baskı altında...
Buna rağmen basın ve yayın organlarının pek çoğu artık esamesine bile rastlamadığımız, halkın normale davet edici arka dönüşlerini -yer yer- “Mahalle Baskısı” yaftasıyla boğmaya çalışmakta, arzuladıkları aşırılıklara daha da geniş kapılar aramakta... Yasaya göre dahi “ar ve hayayı zedeleyen” eylemler kınanamazken, kamusal görevlilerin muhtemelen cesaret edebilecekleri görevsel müdahalelerinin muhtemel tezahürleri ihtimal dışına atılmak istenmekte.
Ünlü Şair Necip Fazıl’ın deyimiyle “Elmas Mahcup, Zift Mağrur” toplumsal hayatımız daha da çirkinleştirilmek istenmekte; -artık kalmadığı halde- iyilikleri telkin etmesi muhtemel “Mahalle Baskısı” yerine bilfiil yaşamakta olduğumuz “Medya baskısı” ikame edilmekte…
Bu gelişmenin ön haberini yaklaşık 19 yıl kadar önce yazdığım Tilki Tuzağı kitabımla vermiş ve özellikle de Türk Yurdu Dergisinde yayınlanan “Kaybettiğimiz” başlıklı makalemle cari politikaların bizi götüreceği nokta olarak işaret etmiştim. Yazım şu minval üzere idi:
***
80’li yıllarda Türkiye’de gerçekten de çok önemli gelişmeler ve değişmeler olmuştu. 12 Eylül 1980 öncesi “bir sente muhtaç” Türkiye -borçlanarak da olsa- döviz rezervini önemli ölçüde artırmış, Ülke’yi iflasın eşiğine getiren bir politikanın güdümündeki ‘karma ekonomi’den şahısların özel girişimlerinin ve rekabetin önünü açan liberal modele kapı aralanmış; desteksiz ve sadece elit bürokrat kesime yarayan sosyal himaye tedbirleri yerine, üretken insan tipine alkış tutan bir zihniyete de söz hakkı verilmişti...
Bu platformda kalitesiz ürünleri halka yüksek bedelle satan az sayıdaki büyük sermayedarın hayatiyetini ve kazancını garanti altına alan ekonomik korumacılık politikasının terk edilmesine yönelik girişimleri alkışlamamak, cebinde bir dolar bulundurduğu için ceza mahkemelerinde süründürülen bireyleri bu anlamsız tehditten kurtaran yasal düzenlemeleri tasvip etmemek, doğuda ve batıda kendi dar dünyalarına sıkıştırılmış toplumumuza, dışarda geniş bir çevrenin farklı standartlarını göstererek, ufuklarını açan kitlesel yayınları onaylamamak zordur. Hele de tabuları yok etmeyi hedef alan tavırları -şimdi bile- duyguyla kutsuyorum!..
Ama bütün bunların ötesinde Türkiye’de düşüneni, milletin geleceğinden endişe edeni, gök kubbenin ülkenin üzerine çökmesinden korkutan büyük bir değişim olmuştu ki, buna işaret etmemek ve üzerinde aydınları tefekküre davet etmemek mümkün görünmüyor...
Bu dehşet verici değişim, saygı duyulan, (çok kere saçma) toplumsal kutsalların yıkılması; evinde çocuğuna ekmek alamayan babanın artan dramı, geçim darlığının zorladığı aile yuvalarındaki zavallı kadınların yürekler sızlatan ıstırabı, boşanan ailelerin ortada sahipsiz bıraktığı çocukların sayısı değildi. Hatta ekmeğini alamayan işsiz babanın harcamalarından KDV ve benzeri vergiler almayı salık veren bir parti siyasetinin zihniyetindeki gaddarlık bile değildi.
Bizi; düşünenleri, gelecekten endişe edenleri, “millet” bilincinin yıkılmasına üzülenleri dehşete sürükleyen bu değişim, toplumumuzdan ve bireylerinden haya duygusunun artık uzaklaşması idi.
Kastımız, dünün ‘kötü kadın’ imajıyla tard edilen cinsellik anlayışının o günlerde televizyon ve basında övülerek özendirilmesinin, toplumun itibarlı mevkilerini işgal edenlerin özel hayatları sergilenerek ikbal ve istikbalin bu tarz hayatta olduğu fikrinin işlenmesinin çok ötesinde idi. O gün müşahedemiz oydu ki, toplumda artık kötülük yapmaktan utanma duygusu yok edilmek, kötülükleri ayıplama duygusu iptal edilmek istenmişti. Rüşvet, büyük çaplı vurgun, insanlık ve kadın onurunu satarak kazanç, mevki ve mansıp (makam) kapmak için yetki sahiplerine tabasbus (yaltaklanma) artık normal ve hatta hüner, beceri addedilmeye başlanmıştı
Elli yıllık ömrünün (şimdi yaklaşık 70) otuz yılını sosyal aktivite ve devlet umurunda geçirmiş bir kişi olarak o yıllarda, bu yolda kat etmiş olduğumuz mesafeden başımın döndüğünü esefle itiraf etmiştim.
Ve daha o yıllarda, vaki Erzincan felaketinde ortaya atılan, yardım malzemelerinin yağmalanması iddialarıyla yüzümüze şamar gibi çarpan toplumsal haya durumumuzun vardığı noktaya önemle dikkat çekmiştim.
Yine o zaman, bir Bakanlar Kurulu toplantısında görüş ve tespitlerini açıklayan zamanın Şırnak Valisi Sayın Mustafa Malay’ı terbiye sınırlarını aşmakla suçlayan o günün sosyal demokrat iktidarının nisbeten nitelikli gözüken Bakanı Sayın Onur Kumbaracıbaşı’nın -depremde çok fazla sayıda resmi binanın çökmesi üzerine- "yıkılan binaların sadece resmi binalar olmadığı" yolundaki beyanatı, daha evvel vuku bulmuş olan “Civan olayı”nda olduğu gibi bana bunları hatırlatmıştı… Sayın bakanın bu beyanatının şu önemli konuyu göz önüne getirmesini temenni etmiş; demek ki bütün binalarımız aynı tehdide maruz demiştim...
Utanç Verici iğrençlik!..
Necip Fazıl'dan: Geçenler geçti seni uçtu pabucun dama, Çatla Sodom Gomara patla bizans ve Roma! 1- http://www.haberturk.com/y asam/haber/624153-iett-oto busunde-opusme-eylemi
Daha Cumhuriyet'in ilk yıllarından ulaşılması gereken -sözde-yüce değer olarak gösterilen ve toplumun sahip olduğu manevi mazisini adeta kazıyarak soyutlaştırıp,çakma bir benzerlik kurulmaya çalışılan Batı kültürü empoze edilmiş bir Türk toplumu için, çok da hayret edilecek bir yozlaşma ve değerlerin değersizleşmesi durumu olmasa gerek diye düşünüyorum..
Doğal değil mi?
Su, genel tuvalet, aydınlanmaya yetecek kadar elektrik, yemek pişirmeye yetecek kadar tüpgaz, un gibi en temel yaşam unsurlarının, namerde muhtaç olmayacak kadar gerekli olan minimum miktarlarının, kamu idaresinin taahhüdü altında olmadığı her toplumun eni sonu varacağı nokta bugünkü gelinen nokta değil mi? Soyut ve yoruma açık olan kavramlar kadar bu husus da önemli değil mi?