ÖĞRETMENLİKTEN İHRAÇ...
...ÖĞRENCİLERİMİN GÖZYAŞLARI!
Ökkeş ŞENDİLLER
Öğretmenlik bir başka sevdaydı içimde… Köyümüze gelen ilk öğretmenle aklımıza yer etmişti belki de…
Okulumuz bir baraka idi… Ama üçüncü konuşlandığı yerdeydi Yellibeleğin tepe’de… Okul o baraka ile geldi. İlk mezunları bizdik. O yüzden okula 8 yaşında başlamıştık…
O yaşta dersten çok okulun etrafını düzenlemek için sırtımızla toprak taşıdık… Tüm halkı iki yıla yakın emek verdi çolçocuk. Allah var öğretmenler de bizim kadar yoruldu bu imecede…
Okulumuz bir baraka idi… Ama üçüncü konuşlandığı yerdeydi Yellibeleğin tepe’de… Okul o baraka ile geldi. İlk mezunları bizdik. O yüzden okula 8 yaşında başlamıştık…
O yaşta dersten çok okulun etrafını düzenlemek için sırtımızla toprak taşıdık… Tüm halkı iki yıla yakın emek verdi çolçocuk. Allah var öğretmenler de bizim kadar yoruldu bu imecede…
Ne bileyim öğretmenlik aşkı böyle başladı bende.
Değerli iş adamı, kıymetli büyüğümüz İdris YAMANTÜRK’ün ifadesiyle “Dünyada yapılan işten bire bin almak çok zordur… Öğretmenlik hariç”
Aslında ideal sahibi insanların en önemli hedefi insana hizmet olmalı… Bunun için; Öğretmenlik en kutsal ve karşılığı, yüce olan meslektir.
Gaziantep Eğitim Enstitüsü matematik bölümüne kayıtımı yaptırdığım gün benim için erişilmez bir mutluluktu!..
“Okulu kazandınız” belgesi geldiği gün, uyumadan sabah etmiştim. Anacığım sevincimi görünce korkmuş olacak: “Etme oğul bu kadar sevinç fazla! Allah’ın gücüne gider. Başına bir hal gelir. Her şeyin tadında bırakmak iyidir” diye uyarmıştı beni.
Okula bir yıl devam edebildik. 1977 yılı sonunda 2. Milliyetçi Cephe Hükümeti “Güneş Motel, pazarlığı ile yıkıldı. Ecevit hükümeti kuruldu ve ilk hedef bizim okullar… Bütün kadrolar dağıtıldı…
Ancak bizim okul ciddi bir direniş ve mücadeleye girişti. Atanan kadro tutunamadı ve okul kapatıldı.
Malum 1978 Aralık’ta dış güçler ve Marksistlerin ortak planı ile tezgahlanan K. Maraş olaylarından 1 numaralı sanık sıfatı ile mapushane, sıkıyönetim mahkemelerinde çile ve zorlu bir dönem…
12 Eylül ihtilalinden 33 gün önce, 8 Ağustos 1980 günü bir Kadir Gecesinin gündüzünde beraat ederek tahliye olduk.
Bölgede sıkıyönetim vardı… Daha anacığımın elini doyasıya öpmeden, dostlarla kucaklaşmadan, elinde “Bölge dışı sürgün” yazısı ile jandarma kapıya dayandı. Zor-güç iki gün müsaade alabildik. Okuldan kayıt’ı alıp, aynı gün yola revan olduk…
Hem sürgün hem genel gözetim. Bir karakol gösterdiler Konya’da. Her gün üç öğün imza. Okul, Selçuk Eğitim Enstitüsü… Neyse ki emniyet kolaylık gösterdi. İmza günde bire indi… Bitirme sınavları başladı… Çok sürmedi, 12 Eylül darbesini karşıladık…
Durum normale döndü. “Yüreğimiz ağzımızda, devam ettik sınavlara… Çok fazla problem olmadı… Mezun olduk… Diplomalarımız elimizde kuşlar kadar hür, çocuklar kadar sevinçli geldik Ankara’ya kura çekmeye…
Tayinim Doğu’da bir ilimize çıktı… Gizli saklı girdim K. Maraş’a. Köy’e gece geçtim… Anacığım “Gitme rızkı veren Allah… Ne olur, ne olmaz” dediyse de… İkna ettim.
Üç gün kalabildim, merkez kadroda… Okula tayin olmadan geri döndüm… Mesele güvenlikle ilgili olunca, K. Maraş’a gelip sıkıyönetim yetkilileri ile görüştüm… Çok anlayış gösterdiler… Milli Eğitim Bakanlığı’na “Güvenlik gerekçesi ile tayinimin K. Maraş’a yapılmasının uygun olduğuna dair” belge verdiler. Bakanlıktaki çok değerli dostların fedakar gayretleri ile iki günde tayinim gönderildi.
K. Maraş’a çok yakın olan Karacasu Ortaokulu’na tayinim yapıldı.
Göreve bir şevkle başladım ki… Mesaiye falan bir kenara bıraktım. Çünkü: çocuklar çok zayıf… Bir kısmı okuma-yazmayı bile sökememiş. Açığı kapatmak için gece gündüz demeden çalıştık… İdareci arkadaşlar ve köylülerde bu gayretimize ellerinden gelen desteği gösterdiler.
Sevgiye dayalı bir programla, kısa zamanda çok önemli mesafe alındı.
Derslerin yanında sosyal faaliyetlere de zaman ayırdık. Sosyal ve kültürel faaliyetler milli günlerde göz dolduruyordu. En son 19 Mayıs gösterilerine il yöneticileri davet edildi, güzel bir kutlama yapıldı… Okulumuz teşekkür aldı.
25 Mayıs 1980 günü sınıfta derse dalmışız… Öğrencilerimizle bir bütünlük içinde, işliyoruz dersleri. Kapı çalındı… Ben ders anlatıyordum, kapıya yakın çocuğa “kapıyı açın” diye işaret ettim… Müdür arkadaş “hocam bir dakika” dedi.
Müdürün odasına geçtim… Bir astsubay, iki jandarma. Ortalık buz gibi… Buyurun dedim… Astsubay “Hocam kusura bakma bir tebligat yapmak zorundayım… Ancak çok üzüntü içinde olduğumu ifade etmeliyim” diyerek bana sarı bir zarf uzattı…
Zarfı yavaşça açtım. “1402 sayılı sıkıyönetim yasasına muhalefetten dolayı görevinize son verilmiştir” yazılı yazıyı okudum. Bir daha okudum. Her seferinde yazılar küçüldü. Gözlerim doldu…
Teşekkür ettim askerlere… Aklım sınıfta… O yavrulara nasıl anlatırım… Ne desem şimdi sınıfta… Hakkımda ne düşünür çocuklar… Sınıfa girmeye dizlerimde derman kalmadı… Sandalyeye çöktüm. Astsubay “Hocam çocuklarla vedalaşırsanız, sıkıyönetime gitmemiz gerekiyor” dedi başını öne eğerek…
Tabi dedim… Yerimden kalktım, ayaklarım sınıfa gitmiyor bir türlü. Müdür koluma girdi “Hocam birlikte girelim sınıfa müsaade ederseniz” diyerek kapıyı açtı.
Çocuklar ayakta karşıladı bizi merakla. “Oturun” dedim.
Müdür Bey “konuyu kısaca izah etti” sınıf şokta… Kriz geçirdiler adeta, özellikle kız öğrencilerden bayılanlar oldu… Feryatlar yankılandı. Çocukların sesine diğer sınıflar, öğretmenler ve askerler koşuştular… Hengameye diğer sınıflar da katıldı… Tam manasıyla feryat-figan… “Nasıl olur hocam… siz ne suç işlediniz ki… Biz nasıl ayrılırız sizden… Nolur bizi bırakma hocam” diye ortalık ana baba gününe döndü.
Birazcık ortalığı, sakinleştirdi arkadaşlar… Hayatımın en zor, en acı an’ı benim için…
Birkaç cümleyle geçiştirmeye çalıştım. O an’ı… Kelimeler boğazıma düğümlendi…
Köylüler de toplanmış okulun önünde. Onların tepkileri de yürek parçalayan cinsten… Çok zor oldu vedalaşmak… Geriye dönüp el sallamaya bile cesaret edemedim… Çünkü gözyaşlarım sel olmuştu!.. O halimle geriye dönsem “iki paralık” olacağım duygusu ağır bastı bir an…
Aklıma can dostum, hemşerim, gönüldaşım Mithat GÜZEL’in “Mehmet” şiiri geldi.
“Ağlamak geliyor içimden be Mehmet
Ben ki kaderi Kara Türkoğluyum
Tanrı’nın kılıncı, hakikat’in sağ koluyum
Erkekler ağlamaz deme
İçimden geliyor dedim ya…”
O duygular içinde vardım sıkıyönetim komutanlığına… Onlar da “üzüntülerini” ifade ettiler… Kararın Ankara’dan geldiğini” söylediler… Kısa bir değerlendirmeden sonra ayrıldım ve aynı gün akşam Ankara’ya çıktım!..
İnsan sevgisi ile dolu çok değerli İdris abi… “Hakkında hayırlısı olsun… sen millete hizmet aşkı ile elinden geleni yaptın… Ekmeğimizi paylaşırız… diye moral ve destek verdi. “Kader” dedim… Özel sektörde çalışmaya başladım. Bu güzel insan ailecek paylaştı sıkıntılarımı… rahmetlinin, mekanı Cennettir İnşallah, Türkan Anne, bana ve birçok mağdura gerçek bir annelik yaptı…
Dualarımız hep o mübarek için olacaktır. Allah (c.c.) incitmesin… Melekler yoldaşı, Peygamberimiz şefaatçisi olsun inşallah.
Ama bu haksızlık yüreğime kurşun gibi çöreklenmişti… Gece gündüz aklımdan çıkmıyordu. Önce 6. Kolordu Komutanlığına yazdım… “Bizim bölgemizle ilgili değil” cevabı aldım. Sonra “Milli güvenlik konseyine” yazdım. “İlgileniyoruz” diye cevap geldi.
Benim maksadım sebebini öğrenmekti. Yargılandım beraat ettim… Mağdur olan benim. Aklım almıyordu bir türlü…
“Darbe olmuş hak-hukuk rafa kaldırılmış, sen neyin peşindesin’e ikna edemedim yüreğimi… Bir tanıdık vasıtası ile İçişleri Bakanlığı’nda üst düzey bir yetkiliye ulaştım. Derdimi anlattım… Beni nezaketle dinledi. Babacan bir insandı… Dosyamı getirtti. Açtı okudu… Gözlüğünü takti, tekrar okudu, başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı. “Sen Sağcı mısın, solcu musun evladım” dedi. “Sağcı, solcu değil, ben Ülkücüyüm, Türk Milliyetçiliği fikrim efendim” dedim.
“Olmaz evladım… Olmaz böyle bir saçmalık… Bu nasıl bir akıldışı muamele” diye bana bir belge uzattı “Oku bakim” diye. Okudum… damarlarımda kanım dondu adeta… Bir daha okudum… Bu ne demek? Bu nasıl bir kahpelik? Bu nasıl bir alçaklık? Suçuma bakın Allah aşkına…
“Bayrak astırmamak, İstiklal Marşı söyletmemek ve boykota katılmak… gibi suçlardan dolayı 1402 sayılı sıkıyönetim kanununa muhalefet etmekten, görevine son verilmiştir.” yazıyordu belgede…
İkimiz de şok olduk… Ortalık buz… Olur mu böyle şey? Bayrak astırmak ve İstiklal Marşı’nın ebediyen susmaması için kelleyi ipe uzatmışız. Boykotu ise TÖB-DER (Solcu Öğretmenler Derneği’’in bizi protesto etmek için 1979 yılının Aralık ayında yaptığı boykottur. Biz mapustayız!..
“Evladım, mücadeleye devam. Biz ilgili yerlere yazacağız. Allah yardımcın olsun” diyerek Babacan tavırlarla uğurladı bizi. Kartını uzattı ve bir kısım belgeler istedi. Belgeleri daha sonra takdim ettim.
İşin peşini bırakmadık. Tam üç yıl uğraştık. 1983 yılının Kasım ayında bütün haklarımızla göreve tekrar döndük.
Göreve aynı okulda başladım. Ama öğrencilerim mezun olmuştu. Döndüğümü duyunca hem öğrencilerim hem köylüler bayram ettiler. Acıları bir nebze olsun dindi eminim.
Zaman darbe dönemi… aynı hafta başka bir il’e tayinim geldi. Gittim göreve başladım. Ancak bu olanlardan sonra devam etmeye gözüm kesmedi.
İstifa dilekçemi yazarken yine de kağıda damlayan gözyaşıma hakim olamadığımı itiraf etmeliyim.
Acılar bitti mi? Elbette hayır!.. Sıkıntılar, acılar ve farklı bir mücadelenin yeni başlangıcına gebe önümüzdeki günler ve yıllar.
Aslında ideal sahibi insanların en önemli hedefi insana hizmet olmalı… Bunun için; Öğretmenlik en kutsal ve karşılığı, yüce olan meslektir.
Gaziantep Eğitim Enstitüsü matematik bölümüne kayıtımı yaptırdığım gün benim için erişilmez bir mutluluktu!..
“Okulu kazandınız” belgesi geldiği gün, uyumadan sabah etmiştim. Anacığım sevincimi görünce korkmuş olacak: “Etme oğul bu kadar sevinç fazla! Allah’ın gücüne gider. Başına bir hal gelir. Her şeyin tadında bırakmak iyidir” diye uyarmıştı beni.
Okula bir yıl devam edebildik. 1977 yılı sonunda 2. Milliyetçi Cephe Hükümeti “Güneş Motel, pazarlığı ile yıkıldı. Ecevit hükümeti kuruldu ve ilk hedef bizim okullar… Bütün kadrolar dağıtıldı…
Ancak bizim okul ciddi bir direniş ve mücadeleye girişti. Atanan kadro tutunamadı ve okul kapatıldı.
Malum 1978 Aralık’ta dış güçler ve Marksistlerin ortak planı ile tezgahlanan K. Maraş olaylarından 1 numaralı sanık sıfatı ile mapushane, sıkıyönetim mahkemelerinde çile ve zorlu bir dönem…
12 Eylül ihtilalinden 33 gün önce, 8 Ağustos 1980 günü bir Kadir Gecesinin gündüzünde beraat ederek tahliye olduk.
Bölgede sıkıyönetim vardı… Daha anacığımın elini doyasıya öpmeden, dostlarla kucaklaşmadan, elinde “Bölge dışı sürgün” yazısı ile jandarma kapıya dayandı. Zor-güç iki gün müsaade alabildik. Okuldan kayıt’ı alıp, aynı gün yola revan olduk…
Hem sürgün hem genel gözetim. Bir karakol gösterdiler Konya’da. Her gün üç öğün imza. Okul, Selçuk Eğitim Enstitüsü… Neyse ki emniyet kolaylık gösterdi. İmza günde bire indi… Bitirme sınavları başladı… Çok sürmedi, 12 Eylül darbesini karşıladık…
Durum normale döndü. “Yüreğimiz ağzımızda, devam ettik sınavlara… Çok fazla problem olmadı… Mezun olduk… Diplomalarımız elimizde kuşlar kadar hür, çocuklar kadar sevinçli geldik Ankara’ya kura çekmeye…
Tayinim Doğu’da bir ilimize çıktı… Gizli saklı girdim K. Maraş’a. Köy’e gece geçtim… Anacığım “Gitme rızkı veren Allah… Ne olur, ne olmaz” dediyse de… İkna ettim.
Üç gün kalabildim, merkez kadroda… Okula tayin olmadan geri döndüm… Mesele güvenlikle ilgili olunca, K. Maraş’a gelip sıkıyönetim yetkilileri ile görüştüm… Çok anlayış gösterdiler… Milli Eğitim Bakanlığı’na “Güvenlik gerekçesi ile tayinimin K. Maraş’a yapılmasının uygun olduğuna dair” belge verdiler. Bakanlıktaki çok değerli dostların fedakar gayretleri ile iki günde tayinim gönderildi.
K. Maraş’a çok yakın olan Karacasu Ortaokulu’na tayinim yapıldı.
Göreve bir şevkle başladım ki… Mesaiye falan bir kenara bıraktım. Çünkü: çocuklar çok zayıf… Bir kısmı okuma-yazmayı bile sökememiş. Açığı kapatmak için gece gündüz demeden çalıştık… İdareci arkadaşlar ve köylülerde bu gayretimize ellerinden gelen desteği gösterdiler.
Sevgiye dayalı bir programla, kısa zamanda çok önemli mesafe alındı.
Derslerin yanında sosyal faaliyetlere de zaman ayırdık. Sosyal ve kültürel faaliyetler milli günlerde göz dolduruyordu. En son 19 Mayıs gösterilerine il yöneticileri davet edildi, güzel bir kutlama yapıldı… Okulumuz teşekkür aldı.
25 Mayıs 1980 günü sınıfta derse dalmışız… Öğrencilerimizle bir bütünlük içinde, işliyoruz dersleri. Kapı çalındı… Ben ders anlatıyordum, kapıya yakın çocuğa “kapıyı açın” diye işaret ettim… Müdür arkadaş “hocam bir dakika” dedi.
Müdürün odasına geçtim… Bir astsubay, iki jandarma. Ortalık buz gibi… Buyurun dedim… Astsubay “Hocam kusura bakma bir tebligat yapmak zorundayım… Ancak çok üzüntü içinde olduğumu ifade etmeliyim” diyerek bana sarı bir zarf uzattı…
Zarfı yavaşça açtım. “1402 sayılı sıkıyönetim yasasına muhalefetten dolayı görevinize son verilmiştir” yazılı yazıyı okudum. Bir daha okudum. Her seferinde yazılar küçüldü. Gözlerim doldu…
Teşekkür ettim askerlere… Aklım sınıfta… O yavrulara nasıl anlatırım… Ne desem şimdi sınıfta… Hakkımda ne düşünür çocuklar… Sınıfa girmeye dizlerimde derman kalmadı… Sandalyeye çöktüm. Astsubay “Hocam çocuklarla vedalaşırsanız, sıkıyönetime gitmemiz gerekiyor” dedi başını öne eğerek…
Tabi dedim… Yerimden kalktım, ayaklarım sınıfa gitmiyor bir türlü. Müdür koluma girdi “Hocam birlikte girelim sınıfa müsaade ederseniz” diyerek kapıyı açtı.
Çocuklar ayakta karşıladı bizi merakla. “Oturun” dedim.
Müdür Bey “konuyu kısaca izah etti” sınıf şokta… Kriz geçirdiler adeta, özellikle kız öğrencilerden bayılanlar oldu… Feryatlar yankılandı. Çocukların sesine diğer sınıflar, öğretmenler ve askerler koşuştular… Hengameye diğer sınıflar da katıldı… Tam manasıyla feryat-figan… “Nasıl olur hocam… siz ne suç işlediniz ki… Biz nasıl ayrılırız sizden… Nolur bizi bırakma hocam” diye ortalık ana baba gününe döndü.
Birazcık ortalığı, sakinleştirdi arkadaşlar… Hayatımın en zor, en acı an’ı benim için…
Birkaç cümleyle geçiştirmeye çalıştım. O an’ı… Kelimeler boğazıma düğümlendi…
Köylüler de toplanmış okulun önünde. Onların tepkileri de yürek parçalayan cinsten… Çok zor oldu vedalaşmak… Geriye dönüp el sallamaya bile cesaret edemedim… Çünkü gözyaşlarım sel olmuştu!.. O halimle geriye dönsem “iki paralık” olacağım duygusu ağır bastı bir an…
Aklıma can dostum, hemşerim, gönüldaşım Mithat GÜZEL’in “Mehmet” şiiri geldi.
“Ağlamak geliyor içimden be Mehmet
Ben ki kaderi Kara Türkoğluyum
Tanrı’nın kılıncı, hakikat’in sağ koluyum
Erkekler ağlamaz deme
İçimden geliyor dedim ya…”
O duygular içinde vardım sıkıyönetim komutanlığına… Onlar da “üzüntülerini” ifade ettiler… Kararın Ankara’dan geldiğini” söylediler… Kısa bir değerlendirmeden sonra ayrıldım ve aynı gün akşam Ankara’ya çıktım!..
İnsan sevgisi ile dolu çok değerli İdris abi… “Hakkında hayırlısı olsun… sen millete hizmet aşkı ile elinden geleni yaptın… Ekmeğimizi paylaşırız… diye moral ve destek verdi. “Kader” dedim… Özel sektörde çalışmaya başladım. Bu güzel insan ailecek paylaştı sıkıntılarımı… rahmetlinin, mekanı Cennettir İnşallah, Türkan Anne, bana ve birçok mağdura gerçek bir annelik yaptı…
Dualarımız hep o mübarek için olacaktır. Allah (c.c.) incitmesin… Melekler yoldaşı, Peygamberimiz şefaatçisi olsun inşallah.
Ama bu haksızlık yüreğime kurşun gibi çöreklenmişti… Gece gündüz aklımdan çıkmıyordu. Önce 6. Kolordu Komutanlığına yazdım… “Bizim bölgemizle ilgili değil” cevabı aldım. Sonra “Milli güvenlik konseyine” yazdım. “İlgileniyoruz” diye cevap geldi.
Benim maksadım sebebini öğrenmekti. Yargılandım beraat ettim… Mağdur olan benim. Aklım almıyordu bir türlü…
“Darbe olmuş hak-hukuk rafa kaldırılmış, sen neyin peşindesin’e ikna edemedim yüreğimi… Bir tanıdık vasıtası ile İçişleri Bakanlığı’nda üst düzey bir yetkiliye ulaştım. Derdimi anlattım… Beni nezaketle dinledi. Babacan bir insandı… Dosyamı getirtti. Açtı okudu… Gözlüğünü takti, tekrar okudu, başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı. “Sen Sağcı mısın, solcu musun evladım” dedi. “Sağcı, solcu değil, ben Ülkücüyüm, Türk Milliyetçiliği fikrim efendim” dedim.
“Olmaz evladım… Olmaz böyle bir saçmalık… Bu nasıl bir akıldışı muamele” diye bana bir belge uzattı “Oku bakim” diye. Okudum… damarlarımda kanım dondu adeta… Bir daha okudum… Bu ne demek? Bu nasıl bir kahpelik? Bu nasıl bir alçaklık? Suçuma bakın Allah aşkına…
“Bayrak astırmamak, İstiklal Marşı söyletmemek ve boykota katılmak… gibi suçlardan dolayı 1402 sayılı sıkıyönetim kanununa muhalefet etmekten, görevine son verilmiştir.” yazıyordu belgede…
İkimiz de şok olduk… Ortalık buz… Olur mu böyle şey? Bayrak astırmak ve İstiklal Marşı’nın ebediyen susmaması için kelleyi ipe uzatmışız. Boykotu ise TÖB-DER (Solcu Öğretmenler Derneği’’in bizi protesto etmek için 1979 yılının Aralık ayında yaptığı boykottur. Biz mapustayız!..
“Evladım, mücadeleye devam. Biz ilgili yerlere yazacağız. Allah yardımcın olsun” diyerek Babacan tavırlarla uğurladı bizi. Kartını uzattı ve bir kısım belgeler istedi. Belgeleri daha sonra takdim ettim.
İşin peşini bırakmadık. Tam üç yıl uğraştık. 1983 yılının Kasım ayında bütün haklarımızla göreve tekrar döndük.
Göreve aynı okulda başladım. Ama öğrencilerim mezun olmuştu. Döndüğümü duyunca hem öğrencilerim hem köylüler bayram ettiler. Acıları bir nebze olsun dindi eminim.
Zaman darbe dönemi… aynı hafta başka bir il’e tayinim geldi. Gittim göreve başladım. Ancak bu olanlardan sonra devam etmeye gözüm kesmedi.
İstifa dilekçemi yazarken yine de kağıda damlayan gözyaşıma hakim olamadığımı itiraf etmeliyim.
Acılar bitti mi? Elbette hayır!.. Sıkıntılar, acılar ve farklı bir mücadelenin yeni başlangıcına gebe önümüzdeki günler ve yıllar.
Ökkeş ŞENDİLLER
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.