ONURLU BİR SEÇİM
BİR ŞURA ki veya (Onurlu bir seçim)
Bahattin BİLHAN
Rahmet Peygamberi (as)in vefatını takip eden günlerde, O’nun izzetli öğrencileri (Ashap) bir araya toplandılar. Bu toplananların gönül dünyası umman kadar genişti. Allah Elçisini dünyada kaybettiklerine üzülmüşlerdi, elbette çok üzülmüş, elbette çok sarsılmışlardı. Ancak onlar, rahmet Peygamberinden çok şey öğrenmişlerdi.. Şu hususları da çok iyi öğrenmişlerdi onlar:
Biliyorlardı ki: Ölen, “Refik-i Âla” ya gitmiştir.
Biliyorlardı ki: Ölen ölecek, hayat devam edecek. Ölen ile ölünmez, dünyada hiç kimse ölenle ölmemelidir. Bu, kural dışıdır.
Biliyorlardı ki: Ölen çok azizdir, âlemlere rahmettir ama, O’nun öğretisi de çok azizdir. Âlemlerin kurtuluş reçetesidir. O halde ölenle ölmek değil, bu ilahî mesajın etrafında toplanmak, onları hayata geçirmek ve onları uzaklara, daha uzaklara götürmek, bütün dünya-âleme sunmak, herkese duyurmak lâzım! Rahmet Peygamberi de, ölüm döşeğindeyken Usame ordusunu yola çıkarma planları yapmadı mı, bitişikteki mescide gitme gücünü bile bulamadığı halde, “Haydi ala bereketi’llah yürüyün” demedi mi?
“Sakîfe günü” çok önemli bir gündü, “var olma-yok olma” günüydü. Bu gün yapılacak bir yanlışın mekrini bütün bir dünya çekebilir, bütün dünya hüsrana uğraya bilirdi. Bu gün alınacak isabetli bir karar ise bütün dünyayı mutlu ede bilirdi. Müjde Elçisi, müjdeleri sundu, Rabbine yolcu oldu, gitti. Giderken de gerekli uyarıyı yaptı, “Haydi Usame git!” dedi. Sanki “ölen kim olursa olsun, başında durup ağıt yakmak gerekmez. O işi acizler yaparlar. Ağlanabilir ama, mukaddes görev ihmal edilemez” demek istiyordu.
Mukaddes cenazeyi gönül huzuruyla kaldırabilmek için önce dünyadakilerin acil olarak yapmaları gereken işler vardır. Bunları aksatmadan yapmaları lâzım. Emaneti ehil olana teslim etmeleri lâzım! Sonra “Evet Ya Resulelleh! Biz emanete hainlik etmedik, en ehil olan kişiye verdik” deme şansını yakalamaları lâzım. İşte bu maksatla “şura” toplandı Sakîfe’de.
Biliyorlardı ki: Ölen ölecek, hayat devam edecek. Ölen ile ölünmez, dünyada hiç kimse ölenle ölmemelidir. Bu, kural dışıdır.
Biliyorlardı ki: Ölen çok azizdir, âlemlere rahmettir ama, O’nun öğretisi de çok azizdir. Âlemlerin kurtuluş reçetesidir. O halde ölenle ölmek değil, bu ilahî mesajın etrafında toplanmak, onları hayata geçirmek ve onları uzaklara, daha uzaklara götürmek, bütün dünya-âleme sunmak, herkese duyurmak lâzım! Rahmet Peygamberi de, ölüm döşeğindeyken Usame ordusunu yola çıkarma planları yapmadı mı, bitişikteki mescide gitme gücünü bile bulamadığı halde, “Haydi ala bereketi’llah yürüyün” demedi mi?
“Sakîfe günü” çok önemli bir gündü, “var olma-yok olma” günüydü. Bu gün yapılacak bir yanlışın mekrini bütün bir dünya çekebilir, bütün dünya hüsrana uğraya bilirdi. Bu gün alınacak isabetli bir karar ise bütün dünyayı mutlu ede bilirdi. Müjde Elçisi, müjdeleri sundu, Rabbine yolcu oldu, gitti. Giderken de gerekli uyarıyı yaptı, “Haydi Usame git!” dedi. Sanki “ölen kim olursa olsun, başında durup ağıt yakmak gerekmez. O işi acizler yaparlar. Ağlanabilir ama, mukaddes görev ihmal edilemez” demek istiyordu.
Mukaddes cenazeyi gönül huzuruyla kaldırabilmek için önce dünyadakilerin acil olarak yapmaları gereken işler vardır. Bunları aksatmadan yapmaları lâzım. Emaneti ehil olana teslim etmeleri lâzım! Sonra “Evet Ya Resulelleh! Biz emanete hainlik etmedik, en ehil olan kişiye verdik” deme şansını yakalamaları lâzım. İşte bu maksatla “şura” toplandı Sakîfe’de.
Bu şura
Sakîfe’de toplanan bu şura, çok izzetli, çok onurlu ve çok mübarek bir şuraydı. Bunun izzeti, gözleri kamaştırır. Ak vicdanları hayran bırakır. Akıllara, iz’anlara yol gösterir. Dünya durdukça bütün dünyalılar, bütün ak vicdan taşıyanlar bu eşsiz izzete selam duracaklar, bu kutlu dersi iyi okumaya çalışacaklar. Bu denli önem taşıyan, bu nispette hayatî olan bir şura toplanıyordu. Çok da önemli olmayan birçok toplantılar, seçimler için insanlar birbirini imha etme yollarını aramışlardı tarihte. Oluk oluk kanlar akmış, canlar yanmış, yürekler kebap olmuş, senelerce boğazlanmalar sürmüştü. Halbuki bu toplantı kadar, bu toplantıdaki seçim kadar önemli bir toplantıyı gören, bilen yoktu. Yine de kavga olmadı, kıtal olmadı, küfür eden, bağırıp çağıran olmadı, muhalifini tehdit eden olamadı, kılıç çeken olmadı, hatta sert konuşan bile olmadı.
Çünkü bu şura, çok erdemli insanların şurasıydı.
Nasıl başladı, nasıl bitti?
Aziz Peygamber (as)in geçekten vefat ettiğini anlayan insanlardan birçoğu adeta şok oldu ne yapacaklarını bilemez oldular, şaşırıp kaldılar.
Mukaddes cenaze, Hz. Aişe’nin odasındaydı. Hz Ebu Bekir heyecanla cenazenin başında! O da şaşkın ama çabuk toparlandı. Mübarek yüzü açtı ve öptü. Bir süre ağlaya durdu. Yine toparlandı. Mescitte toplanan ve şaşkınlık içinde bulunanları uyarmak lâzımdı. O da öyle yaptı. Mescide girdiğinde Ömer’in, “Allah Elçisi ölümsüzdür, öldü diyeni öldürürüm, öldürürüm!” dediğini duydu. Ömer, sert mizaçlıydı. Ebu Bekir çok yumuşak huyluydu. Burada yumuşak davranmanın yararlı olmayacağını biliyordu. Onun için Ebu Bekir, daha sert bir eda ile: “Ala rislik!...” “Ömer! Otursana!” dedi. Ve ahir ömürde Peygamber’den kendisine kalan minbere çıktı. Bütün Peygamber sevdalıları can kulağıyla kendisine yöneldiler, kendisini dinlemeye hazırlardı. O da söylenmesi gerekeni çok iyi söyledi. Duygusallıkları, hissilikleri yatıştırdı. Akıl ve vicdanları harekete geçirdi. Akıl ve vicdanlara seslendi. Dedi ki:
“Allah’a tapana ne mutlu! Allah Bakî’dir, ölümsüzdür. Muhammed’e tapana yazıklar olsun Muhammed ölmüştür”. Bu anlama gelen birkaç ayet okudu. Dedikleriyle ayetlerin anlamı oldukça uyumluydu. Bu ayetlerden birinin meali şöyledir:
“Muhammed, ancak bir elçidir. Ondan önce birçok elçiler geldi, geçti. Şayet O, ölecek, veya öldürülecek olsa siz sırtınızı mı döneceksiniz? (Al-i İmran: 144) Hele şu ayetin anlamı ne kadar açıktır:
“Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecektir” (Zümer: 30)
Mescitte toplananların hepsi de bu ayetleri okumuş veya dinlemişlerdi. Yazık ki, bu gün anımsayan olmadı. Ayetlerin verdiği dersi düşünen de olmadı. Ebu Bekir gelip kavuşuncaya kadar! Şimdi hepsi hafızalarını sorgulamaktaydı, Nasıl oldu da hatırımıza gelmedi? Demek ki, her zaman insanlar bir uyarıcıya muhtaçtır. Ebu Bekir, biliyordu ki, hukuk tanımaz bir kabile hayatı yaşamıyorlar. Çok onurlu ve dünya durdukça örnek olacak bir devlet var ortada. Mukaddes cenazenin başında, “Ah ile, vah ile, saçını sakalını yolmakla, sırtına, dizlerine darbeler indirmekle” bir yere varılmaz. Ancak Allah Elçisinin veda hutbesinde, “Ayaklarının altına aldığını” duyurduğu “cahiliyeye” varılır. Cahiliye hortlamış olur.
Ensar (Medine’nin yerli halkı), “Sakîfe” denilen örtmelikte toplanmıştı. Burası, Sa’d bn Ubade’ye aitti, Peygamber Mescidinin kuzey batısında Beni Saidelerin toplantı salonuydu. Medineliler, burada bir araya geldiler, “Bu işi biz yapalım, daha iyi yapalım” gibi hevesleri vardı.
İlk söz alan: Huzeyme bn. Sabit, Evs halkındandı, şöyle konuştu:
-Ey Ensar! Yönetim Mekkelilerin eline geçerse kıyamete kadar onlarda kalır. Bir daha asla sizin elinize geçmez. Allah’ın kitabı, size “ensar” demekte, Allah Elçisi sizin aranızda vefat etmiş bulunmaktadır. Hakkınızı kimseye kaptırmayın. Hazreç’ten olanlar:
-Doğru söyledin ama biz, başkanımız olan Sa’d bn. Ubade’yi seçiyoruz. Yine bir Evs’li olan Üseyd bn. Hudeyr ayağa kalktı, dedi ki: Ey Ensar! Allah kitabında sizin için ensar (yardımcılar) diyor. Allah’ın elçisi sizin aranızda vefat etti, bu büyük şansın değerini bilin. Bu işin peşine düşmeyin. Araplar ancak Kureyş’e itaat eder. Hazreçli Beşir bn. Sa’d ayağa kalktı, dedi ki:
-Ey Ensar! Siz Kureyş’e, Kureyş de size bağlıdır. Aranıza bir rekabet girmesin. Allah’ın verdiği bunca nimetlere nankörlük etmeyelim. Evsli Uveym bn Saide, söz aldı ve şöyle dedi:
-Ey Ensar! Siz İslâm’ı savunanların ilkisiniz. Şimdi iman edenlerle bozuşacak ilk insanlar olmayın. Allah, Kureyş’ten birini peygamberlik için seçti. Emirlik de onlarda kalsa daha uygun düşmez mi? Adı Ma’n bn Adi olan bir zat, vicdanının sesini dile getirdi, dedi ki:
-Ey Ensar! Allah’ın Elçisi, Ebu Bekir’i mihraba geçirmeden vefat etmedi. Bu bizim için yeterli bir uyarı değil mi?
Görüldüğü gibi, Ensar, yönetime talip olduğu halde İçlerinde bu işe razı olmayan vicdanlar da yok değildi. Onlara göre Ebu Bekir’den daha münasibi olamazdı. Toplantıdan sessizce ayrılıp Ebu Bekir’in yanına varan oldu, durumu anlattı. İşin bir oldubittiye gelmemesi için Sakîfe’ye acele gelmesini istedi. Üç saygın insan, herkesin güvenini kazanmış izzetli kişiler: Ebu
Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde Ve muhacirlerden birkaç kişi! Toplantı mahalline beraber gittiler, topluluğu “Allah’ın selamı” ile selamladılar. Gösterilen yere hemen oturdular. Kısa süren bir sessizlik, bir sükûnet! Bu sessizliği Hazreç’ten Sabit bn. Kays bozdu, ayağa kalktı. Uzun bir konuşma yaptı, Ensar’ın üstlendiği görevi, yaptığı hizmetleri, Peygambere ve bütün müminlere nasıl kucak açtıklarını anlattı. Madem ki, biz Allah’ın (Ensarı) yardımcılarıyız, dinin yardımcılarıyız. Yönetim de bizim hakkımızdır. Ey Muhacirler! Bu anlattığım hususlar size de malumdur. Söyleyin bakalım, siz ne dersiniz? Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Vicdanlara sesleniş
Herkes, Hz. Ebu Bekir’in vereceği cevabı merakla bekliyordu. Ebu Bekir, konuşmaya başlayınca heyecanla dinlemeye başladılar, Ebu Bekir, vicdanlara seslendi, dedi ki:
-Ey Sabit! Senin Ensar hakkındaki sözlerin hepsi doğrudur. Hiç kimse bunun aksini söyleyemez. Siz de bilirsiniz ki, biz muhacirler hakkında da ayet vardır. (Haşr: 8) Hz. İbrahim’in duası da bu topluluk içindir (Bakara: 129) Yine bilirsiniz ki, bu yönetim işinde, Araplar ancak Kureyş’e tabi olur, Kureyş’e itaat ederler. Ben iki aday gösteriyorum: Ömer ve Ebu Ubeyde! Bunlardan birine bîat ediniz.
Sabit bn. Kays, yeniden söz aldı, Ebu Bekir’in Peygamber’e muhalefet ettiğini ileri sürdü. Şaşıranlar oldu, “nasıl olur” dediler. Sabit anlattı:
-Peygamber (as), dünyadan ayrılmadan Ebu Bekir’i mihrabına geçirmişti, bu da O’nun emirliğine işaret sayılmıştı. Bunu muhacirler de söylediler. Şimdi Ebu Bekir, başkalarını aday göstermek suretiyle Peygamber’e muhalefet etmedi mi? Hz. Ömer’in de karıştığı kısa bir tartışma oldu ama tatlılıkla bitti. Bundan sonra söz alan Beşir bn. Sa’d şöyle konuştu:
-Ebu Bekir’in bu görevi alması Resûlüllah’ın arzusuydu. Gelin uzatmayalım, konuyu bitirelim
Bu arada Hz. Ömer’le Hz. Ebu Ubeyde, Ebu Bekir dururken böyle bir görevi kabul etmenin mümkün olmadığını söylediler. Ve Ebu Bekir’e bîat etmeye davrandılar. O sırada Beşir bn. Sa’d, heyecanla yerinden kalkıp haykırdı, herkesi yemine verdi, benden önce kimse bîat etmesin, dedi. Derhal gelip ilk bîat eden oldu. Orada bulunanların tamamının bîati çok sürmedi. Hep gönül hoşluğuyla bîat etti. Yaşlı tarih, böyle şanlı bir istişare toplantısı görmemişti. Çünkü bu toplantıda, kavga eden, yalan söyleyen, küfür eden, tehdit savuran, gönül kıran, nefsanilik eden biri çıkmamıştı. Çok onurlu seçmenler, gayet onurlu bir sınav vermişlerdi.
leyla
dayıcığım, bir defa daha yorum yazdık yayınlanmadı. selamlar...
leyla
Bahattin Bilhan hocamızın her yazısı evimizde bir ders oluyor. Bu yazıda seçim arefesi çok anlamlı idi. (Kızım Sena'nın yorumu) İnsanların her zaman muhtaç olduğu uyarıcılarla olabilmeyi, uyarıcılardan olabilmeyi temenni ettik ailece. Kritere çok teşekkür ediyoruz bizi hocamızla irtibatlı kıldığı için.