SEVDAMIZ DAVAMIZDI I (Tanışma)
SEVDAMIZ DAVAMIZDII.
Metin Önal Mengüşoğlu
TANIŞMA

koyduğum, en özenli eserimin bu hususta doğmasına dair bir hasret, bir murat var kalbimde. Muhtemelen ortaokul yıllarımdan itibaren hayatımın tek sevdası kıldığım dava’mı, Çekmegil’in yönlendirmesi yahut ondan aldığım ilhamla edinmemden kaynaklanan bir minnet duygusu beni böylesi bir titizliğe sevk ediyor. Bu duyguyu içimde çok tartıştım. Doğru mudur diye. Zira teşekkürün bile Allah’a karşı dolaylı bir şükür manası taşıdığını bilen ben, kendim gibi bir beşere minnet duymakla, Rabbimin sahasına mı giriyorum diye korkarım. Esasen hepimizin mutlak minneti Rabbimize karşı duyulmalıdır. Lakin yaşadığımız yeryüzünde, biz insanların fıtratı, yine yüce Rabbimiz tarafından öylesine dengeli bir hassasiyet üzerine kurulmuş ki, kendimiz gibi bir beşerden model almaksızın hayat yolumuzu tayin, tespit ve temadide çok kere zorlanıyor ve bocalıyoruz. İlle önümüzde bize benzeyen bir yol gösterici olmalı.
Korkularımı galiba yendim, endişelerimin lüzumsuzluğuna kanaat getirdim. Vefakârlığın ise emsalsiz bir insani erdem olduğunu yeniden hatırladım. İçim rahat. Artık kimliğimi, kişiliğimi ve yegâne sevdamı oluşturan davamın teşekkül dönemine dair yazabilir, konuşabilirim.
Özgeçmişime kısaca değinmezsem bu teşekkülün alt yapısı eksik kalır. Oradan başlayacağım. Benim bebekliğim Harput’ta geçti. Göbeğim o toprağa gömülüdür. Bendeki sıla hasreti geriye dönerek hep Harput’a bakan bir yüz taşımaktadır. Ancak daha sılama doyamadan oradan ayrılmak zorunda kaldım. Demiryolcu babamın tayinleri münasebetiyle bir iki yıl Maden’de oturduk. İlk mektebe Diyarbakır’da başladım. Sonrası ise Malatyalı yıllarımdır. Altı yaşında başladığım ilk mektep hayatımda, hemen hiç arkadaşım olmadı. Diyarbakır’da gurbette idik. Evimiz Bağlar mahallesindeydi. Ve o yıllarda Bağlar Mahallesi son derece ıssızdı. Babam sırf istasyona yakınlığı sebebiyle burasını tercih etmişti. Mahallenin az sayıdaki sakini ile dillerimiz aynı değildi. Gerçi ruhlarımız son derece iyi uyuşuyordu. Lakin benim yaşımdaki bir çocuk için ruh akrabalığının yetersiz kalacağı aşikârdı. Çünkü artık çocukluğun hal ve hayal dilinden kurtulmuş, büyük insanların konuştuğu dille iletişim kurmaya başlamıştım. Benim altı yaşında başladığım aynı ilk mektebe ev sahibimiz Mence Teyze’nin köyden yeni gelmiş sığırtmaç oğlu İbrahim, tam on üç yaşında başlamıştı. İşin garibi, Bedriye Öğretmenin dilinden hiçbir şey anlamıyordu. Bedriye Öğretmen ise, her akşam bizi eve gönderirken, ev sahibimizin oğlu İbrahim’in sırtında en az üç beş meşe sopası parçalıyordu; dilimizi konuşsun diye. Her neyse peş peşe birçok kardeşim olmuştu. Onlardan başka oyun arkadaşlarım yoktu. En büyük ağabey olmanın sağladığı imtiyazla bebekliğim ve çocukluğum kısa sürmüş ama bana bir otorite sağlamıştı. Hülasası şu ki erken büyümüştüm. Çok erken ağabey olmuştum.
Ortaokul sıralarına Malatya’da başladım. Yaz tatillerinde Kur’an okumayı öğrendim. Babamın kitaplarından yararlanarak Osmanlıcaya heveslendim. Ömrüm boyunca hasret kalacağım Harput’un, dayılarımdan işittiğim türkülerinden, hatırımda kalan izlerin dürtüsü ile mi bilemiyorum şiire ilgim vardı. Çok şiir okuyordum. Laf aramızda yazıyordum da. Malatya’da da esasen gurbette idik. Bütün akrabalarımız Elâzığ’da biz buradaydık. Evimiz istasyona yakın Hasan Bey Mahallesinde yani Adafı’daydı. Okulumuz ise şehrin öte yakası olan Elâzığ yolunda. Her gün otuz beş kırk dakika yürümem gerekiyor.
Yazılı her kâğıdı kutsayan bir toplumun üyesi sıfatıyla ben de basılı kâğıtlara düşkünüm. Kitap, dergi, gazete elime ne geçse okuyorum. Bir gün okulumuzda bir münazara düzenlendi. Edebiyat derslerinde divan şiirlerini eksiksiz okuyan biriydim. Beni münazara ekibine seçtiler. Benim ekibim yenildi. Lakin tüm konuşmacılar arasında ben en iyi konuşmacı seçildim. M. Said Çekmegil, meğer orada, dinleyiciler arasında imiş. Beni dinlemiş, dikkatini çekmişim, tanışmak istemiş. O gün mümkün olmadı. Ama günlerden bir gün koltuğumun altında o dönemin Tercüman gazetesi ile sokakta dolaşırken, bir terzi dükkânının içinden cama vuruldu. Biri beni içeriye çağırıyordu. Merhum Alaaddin Gürün ile o gün tanıştım. Çekmegil’i tanıyıp tanımadığımı sordu. Dergilerden adını biliyordum, ama tanışmamıştım. Tanışmak istersem, ertesi akşam Malatya Fikir Kulübü’ndeki sohbete gelmemi önerdi. Ertesi günü iple çektim. Okuldaki arkadaşlarıma konuyu açtım, onları da çağırdım. Onlar, bu yerli insanlar, benim de oradan uzak durmamı, Çekmegil’in tehlikeli birisi olduğunu hatta “nurcu”luk yaptığını filan söylediler. Bu ithamlar benim için yeni şeylerdi ve fakat daha da tahrik edici ve kamçılayıcı idi. İyi ya yeni tip insanlar tanıyacaktım, başkaları hakkında malumatım olacaktı. Koşarak gittim. Ve bir Çarşamba akşamı hayatımın ivmesini ve istikametini değiştirecek yahut oluşturacak bir davanın neferi olmaya ilk adımı o gece atmış bulundum.
Fikir kulübü toplanmıştı. Aramızdan bir iki kişiyi reis olarak teklif ettiler. Reislerin leh ve aleyhinde söz alanlar oldu. Usul hakkında tartışmalar yapıldı. Şaşırmış ama müthiş sevinmiştim. Neler oluyordu? Ne yapıyorlardı bu insanlar? Ve neden daha evvelden beri bu insanların arasında değildim? Ne harika bir ortamdı burası? Allah’ım şükürler olsun sana. İşte benim yıllardır aradığım bu idi. Babamın meclislerinde olmasını istediğim ama bir türlü bizimkileri ikna edemediğim böyle, insana yakışır meclislerdi. Sonunda reis seçildi. Arkasından herkesin kaçar dakika konuşacağına dair bir oylama daha yapıldı. O da leh ve aleyhteki medeni tartışmalardan sonra oy çokluğu ile tayin ve tespit edildi. Ben bütün bu işler olup biterken, kırk yıllık müdavimler gibi konuşmalara kendimi dâhil ediyor, teklifler sunuyor, leh veya aleyhte sözler alıyordum. Bundan müthiş keyif aldığım gibi, besbelli Said ağabeyin gözüne de giriyordum.
Olan oldu “Millet” konusunda konuşacaktık. Benim sıram ortalarda bir yerde idi. Sıram gelince Yurttaşlık Bilgisi dersinden öğrendiğim “Millet” mevzuunda sıkı bir nutuk çektim. Heyecanlanmıştım. “Millet, din, dil, cins, ırk, tarih birliği olan topluluğa denilir” dedim. Said ağabeyin sırası arkalardaydı. Sıra kendisine geldiğinde, benim savunduğum görüşleri sanki Erdem Şentürk ağabey savunmuş gibi, hem de onun adını anarak: “Erdem kardeşimiz böyle böyle dedi” diye başlayıp İslâm’ın “İki millet var: İslâm Milleti ve Küfür Milleti” tezini ortaya koydu. Millet ile Din’in aynılığı konusunda konuştu. Ben muhtemelen kıpkırmızı olmuştum. Lakin Said ağabeyin tezi de kalbime yatmıştı: “Evet böylesi daha doğru” diye düşündüm. İkinci turda kanaatlerimi değiştirdiğimi söyledim. Beni tenkit eden ağabeyimize teşekkür ettim. Erdem ağabey konusuna da açıklık getirerek, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” deyiminden haberliliğimi vurgulayarak, zekâmı sergiledim.
Herkes mutluydu. Ama en mutlusu bendim. Artık fikir kulübünün has elemanlarından birisiydim. Şehrimize bir yabancı geldiğinde, ocağımıza bir garip düştüğünde de Said ağabeyin en yakın ve en şiddetli destekçisi, laf aramızda, bendim.
Mengüşoğlu
kriter'in Notu:
Büyük ve Şöhretli ŞAİRİMİZ
Metin ÖNAL Mengüşoğlu'nun
yeni kitabı
"BİLGE TERZİ
M. Said ÇEKMEGİL"
İsteme adresi:
BEYAN YAYINLARI
Ankara Cad. 49, Cağaloğlu
34112 - İSTANBUL
Tel: 0212 5127697
faks: 0212 526 50 10
bilgi@beyanyayinlari.com
selam
Bide bana sorun. :)
s.a
yılar öncesıne gıtmek ama gıderkende okuyucularıda beraber köturmek kolaydeıldırr çok ama çok guzel bıyazıydııı
teşekkür
uzun zamandır bu yazıyı bekliyordum.Said abiyi en iyi anlayanlardan olan Metin abi onu en iyi anlatacak olanların da başında gelir.inşallah bu güzel çalışması kitap olarak da insanlara faydalı olur.Fikir dolu bir hatırat bekliyorum.teşekkürler Metin abi.
teşekkür
"Kriter Şairi" Metin bey; aramıza hoş geldin!... Ama sergileyeceğin fikirlerden dolayı çekeceğin var bizden diyebilirim... Selam ve sevgi sana... M. Selami Çekmegil
Millet...
Bence millet kavramına asli manasını kazandırma gayreti içerisinde olanlar millet, ümmet, ulus, kavim, ırk kavramlarını iyi anlatamadıkları ve zorlama izah yaptıkları için başarılı olamadılar şu ana kadar...