SEVDAMIZ DAVAMIZDI II (Bilge Terzi)

SEVDAMIZ DAVAMIZDI
II.
Metin Önal Mengüşoğlu

BİLGE BİR TERZİ

Ben bir Müslüman çocuğuydum. Namaz kılıyor, yüzünden Kur’an okuyor, izlediğim mecmualardaki yazılardan hareketle İslâm’ı seviyordum. Haylazlığa, yaramazlığa, delikanlı yaşımın gereği toyluk ve hafifliklere kapılarımı kapatmıştım. Dedim ya erken büyümüştüm. Malatya Fikir Kulübü sanki benim gibiler için hazırlanmış, bir benzeri bulunmayan harika bir platformdu. Herkesin birbirini kıyasıya tenkit edebildiği, ardından yine de kardeşçe ayrılıp gidebildiği bir düşünce kulübü. İşte ben düğünümü, şölenimi, törenimi, oyun sahamı bulmuştum.

Kimdi M. Said Çekmegil? Bir terzi. Bir şair. Bir mütefekkir ve bir Müslüman. Malatyalı bir münevver, üstelik mektepli değil alaylı bir münevver. Memleketin en mümtaz şahsiyetleri ile tanışık. Kimilerinin terzisi ama hepsinin muhatabı, sohbet arkadaşı. İnandıklarının yılmaz, usanmaz savaşçısı. Sahici bir bilge. Turgut Özal’ın arkadaşı. Süleyman Demirel’in terzisi. Alparslan Türkeş’in askerlik arkadaşı ve irşatçısı. Bülent Ecevit’e yepyeni pencereler açan, sadece bedeni taşralı ama ruhu merkezi de aşmış bir yol gösterici.

Malumdur ki Malatya şehir ahalisi umumiyetle, İsmet Paşa’nın anne tarafının bu şehir ile münasebetinden ötürü, C.H.Partilidir. Bülent Ecevit, yıldızının ilk parladığı yıllarda, bakan sıfatıyla Malatya’yı ziyaret eder. Fikri diyaloglarda bir türlü baş edemedikleri Çekmegil’e karşı hasmane tutumlar besleyen kimi C.H.Partililer, onu Ecevit’in karşısına çıkartıp mat etmeyi planlayarak, terzi dükkânına güya ziyarete getirirler.

Ecevit Çekmegil ile uzun görüşme, konuşma ve tartışmaların ardından, beklenmedik bir biçimde etkilenir. Umulanın tersine bir sonuç çıkar bu buluşmadan. Malatya sonrası galiba Adana’da miting düzenleyen Ecevit, ilk defa o mitingde “Ortanın solu Muhammed’in yolu” diye bir slogan geliştirir. Hadiseler öyle gelişir ki bu slogandan rahatsız olan İsmet Paşa sonunda Ecevit’i azleder ve partiden ihraç talebiyle parti yönetimine başvurur. Şu garip cilveye bakınız ki bu didişmeden Ecevit galip çıkar, iş tersine döner ve Ecevit İnönü’yü diskalifiye ederek, “Kara oğlan” namıyla Türk siyasi hayatına daha aktif ve etkin bir şekilde katılır. Bu tür bir istikamet alışta Çekmegil’in de rolünün bulunduğunu bilenler bilir.

M. Said Çekmegil ilk gençlik yıllarında memleketin belli başlı merkez mecmualarında yazı ve şiirleri yayınlanmış bir mütefekkirdir. Malatya’da yaşamasına rağmen memleketin bütün Müslüman çevreleri tarafından bilinmekte ve tanınmaktadır. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu mecmuasında yazdığı gibi, Büyük Doğu Cemiyeti’nin de kurucu azasıdır ve Malatya şubesini açmıştır. İlk tanıştığım yıl şehirde bir Necip Fazıl konferansı düzenlenmişti. Beni Necip Fazıl’la tanıştıran da Çekmegil oldu. Necip Fazıl gece Çekmegil’in evinde kalıyordu. Sabahlara kadar konuşuyor, tartışıyor ve satranç oynuyorlardı. Çekmegil bir iki el yenildikten sonra, sürekli Necip Fazıl’ı yenerek onu adeta Çile’den çıkartıyordu.

Şehrin Çekmegil’den hazzetmeyen kimi softaları, hazır Necip Fazıl’ı bulmuşken, şikâyet ediyorlardı. Bir seferinde Çekmegil için “mezhepsiz” demişlerdi. Necip Fazıl azarlayan üslubu ile Çekmegil’e döndü ve “doğru mu” diye sordu. Çekmegil “hayır, kimse mezhepsiz olmaz; ben hanif’im” dedi. Elbet Necip Fazıl bunu “hanifiyim” şeklinde anladı ve bu kez şikâyetçileri azarladı. Lakin Malatya’daki üstün diyalektiğin esprisini kapmış etraftaki üç beş kişi ile ben, esasen söylenmek istenileni doğru anlamış ve açıkçası Necip Fazıl’ın haline de doğrusu acımıştık.

Malatya Fikir Kulübü, Çekmegil’in şehir merkezinde Asri Fırın’ın karşısındaki dükkânının arka bahçesinde, küçük bir mekânda faaliyette idi. Resmi dernek statüsünü yitirmişti ama üstadın hususi gayret ve fedakârlığı ile işlevini sürdürüyordu. Sohbete katıldığım günden itibaren meclisin en genç üyesi sıfatıyla, bir daha ayrılmamak üzere müdavimi olmuştum. Orada ilk defa İslâm’a duygu boyutundan değil, düşünce ekseninden yaklaşan bir ekip görmüştüm. Sahiden Müslümanlık o güne kadar benim için miras aldığım bir duygusallıktan öte, çok derin bir anlam taşımıyordu. Yani benim geleneğim, kültürüm, hassasiyetim belki o istikamette idi. İşin çocuksu ve masum bir yanı vardı. Çok fazla sorgulama ihtiyacı duymaksızın bir bağlanma idi benimki de. Çünkü atalarımın yoluydu ve illa ki doğru olmalıydı. Oysa kritikçi bir nazarla bakmaya başladıktan sonra karşımdaki tablo tamamıyla değişiyordu. İçim dışım alabora olmuştu. Eşya ve olayların adeta boyutları değişiyordu. Etrafınızı, o güne kadarki bağımlılıkları hesaba katarsanız, kendinizi müthiş acımasız bir yalnızlığın ortasında buluyordunuz. En yakınlarınızın gözünde eski köye yeni adet getiren bir türedi, bir sapık, bir dinsiz, mezhepsizsiniz artık. Herkes size mesafeli yaklaşıyor ve mesela “kız” vermiyorlar. Vermişlerse de onu geri almak istiyorlar.

Bir terzi bir şehri nasıl böylesine güçlü silkeleyebiliyordu; neydi bundaki sihir, büyü; yahut başka bir kudret?

Malatya Fikir Kulübü Çarşamba ve Cumartesi günleri haftada iki defa toplanıyordu o yıllarda. Müdavimleri her kesimden ama bir avuç insandı. Başta Çekmegil olmak üzere, terzihanenin bütün personeli otomatik olarak katılımcılardı. Erdem Şentürk ve Alaattin Gürün ağabeyler zaten hem üstadın kalfaları hem de damatlarıydılar. Bir de Fevzi Özer ağabey vardı. Malatya Hadisesinin kahramanlarından, mübarek bir insan. Hepsi resmi mekteplerde okumamış olmalarına rağmen çok iyi yetişmişlerdi. Yüksek bir diyalektikleri vardı. Üstadın vazgeçilmez destekçileri ve dayanaklarıydılar. Onlar çoğu kere ellerindeki terzilik işleri sürdürürken, aynı zamanda kulübün dinleyici ve konuşmacıları olarak hep aramızdaydılar.

Bir avuç insandık. Başka kimler vardı? Sosyalistken Çekmegil ile tanıştıktan sonra İslâm’ı seçmiş birkaç havacı astsubay, bir binbaşı, bir emekli yüzbaşı, bir banka müdürü, bir fabrika müdürü, birkaç öğretmen, sağlık, maliye ve tapudan bir iki küçük memur, belki bir iki kunduracı esnafı, tuhafiyeci, üç beş de namaz kıldırma memuru… Evet, “İmam” değil biz o tarihlerden itibaren mabetlerdeki görevlileri böyle bir isimle anmakta idik. Bizzat kendileri de pek şikâyetçi değillerdi bundan.

Fikir kulübü sohbetinin ertesi gününde şehrin belirli merkezlerinde çok ciddi bir fikri hareketlilik başlardı. Bir gece önce kulüpte konuşulanlar muhalif ve muvafık her muhitin gündemini oluştururdu. Öyle ki bu çalkalanma yeni kavgalar, yeni çatışma alanları ve mevzuları açılmasına sebep olurdu. Elbet kulaktan kulağa eksiltilip artırılarak aktarılan bu şifahi sözler, ana mihverinden çıkar ve dairenin yalpalaması sonucunu doğururdu. Dedikodular, iftiralar artar, “bunu da mı yaptılar, bunu da mı dediler” tarzındaki koca karı söylemlerine dönüşürdü. Yeni fikirlerin, farklı söylemlerin oldum olası aşırı bir ihtiyatla karşılandığı bir toplumda, bu tutum çok da yadırgatıcı olmasa gerekti. Çekmegil’in çoğu kere şehirde, bu türden yanlış anlama ve eksik duyumları tashih maksadıyla dolaştığına tanık olmuşumdur. Sanki bir ödevi de dedikoduları önlemek, insanların kendisini doğru anlamaları için çalışıp çırpınmaktı.

Metin Önal Mengüşoğlu
Sanih
07.05.2008

Haydaaaa!...

Revaha neredeyse babasını da ekleyecek bilge kişiler arasına. ama galiba o terzi değil. Olsaydı mutlaka onu da yazardı bilge kişi olarak...

Revahak
06.05.2008

Zaten 3 tane bilge terzi tanıyorum. 1- Said Çekmegil 2- Alaaddin Kürün 3- Erdem Şentürk

Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.