SEVDAMIZ DAVAMIZDI-IX-KİMLİĞİMİ BULMUŞTUM
SEVDAMIZ DAVAMIZDI Metin Önal Mengüşoğlu
IX
KİMLİĞİMİ BULMUŞTUM
Babam, ne kadar çok Diyanet İşleri Başkanı olmamı istiyordu. İnançlı bir adamdı. Devlet memuruydu. Her devlet memuru ve her muhafazakâr gibi insanı devletin hizmetkârı biliyordu. Ona göre devlet bu toplumun kutsalı idi. Bu aşının cumhuriyet rejimi tarafından insanımıza yapıldığına ben pek ihtimal veremiyorum. Kanaatimce bu aşı, akait kitaplarındaki “fasık/ facir de olsa başınıza getirilen emir sahiplerine itaat etmeniz vaciptir” veya “sultan yeryüzünde Allah’ın gölgesidir” inanışının bir sonucu idi. Elbette ben çok erken yaşlarda bu anlayışı sorgulayan bir bilgi ve bilincin adamı olmuştum. Ve “en büyük cihat, zalim sultana karşı Hakkı söylemektir” kelâmından haberliydim. Kaldı ki dedim ya ben altmış sekiz kuşağındanım. Türkiye’de benim ilk gençliğimle birlikte siyasi ve sosyal hayatımızda ciddi ideolojik kamplaşmalar ve
IX
KİMLİĞİMİ BULMUŞTUM

çatışmalar baş göstermişti. Elbet ben de kendi kampımdaydım ve mücadelenin orta yerindeydim. Bir kere babamın tespitiyle artık “Çekmegil’in oğlu” olmuştum. Mektepte ise hocalarımla tartışıyor, benim gibi düşünmeyen talebelerle ağız kavgaları ediyoruz. Yumruk yumruğa kavgalardan arkadaşlarım beni uzakta tutuyorlar. Laf aramızda benim lidere benzeyen bir vasfım var ya; ben işi cephe gerisinden ve fikir planında sürdürüyorum. Hiç unutmam bir seferinde Halk Eğitim salonunda bir gece düzenledik. Orada bir konuşma yaptım. O tarihlerde mekteplerdeki talebe kollarına bir yenisi eklenmişti: “Arı dili koruma- kollama kolu” diye. Öz Türkçe iddiasıyla uydurma bir dili devlet resmen yerleştirmek istiyordu. Maksatları ise bizim toplumu Arapça ve Farsçadan dolayısıyla da Osmanlıdan ve tarihimizden kopartmaktı. Yahut biz böyle düşünüyorduk. Ben o gece bir konuşma yaparak, Türk Dil Kurumu’nun bu faaliyetini eleştirdim ve “pabuç mu yapıyorsunuz, bu ne sorumsuzluk” gibi şeyler söyledim. Polis bir süre sonra beni alıp götürdü. Hakkımda ihbar varmış. Güya ben Ata’ya çatmışım, ne alakası varsa. Meğer ben o gece Güneş Dil Teorisine de çatmıştım. Eh, bu teori başlangıçta Ata’ya sunulduğuna göre, bu teoriye çatmak ona çatmakla eş anlamlıdır. Tabii yok böyle bir şey. Üstelik Ata da sonunda bu fikrinden vazgeçmişti.
Sorgu hâkiminin huzuruna çıktım. Elimde olmadan gülüyormuşum. Hâkim beni azarladı. “Gülmüyorum” dedim lakin suçlandığım mevzu sahiden gülünçtü. Lakin, işte gölgesinden korkan bir devlet telakkisinin sonu budur; masum vatandaşlarını bile kendisi gibi korkak yetiştirmek. Neyse hâkim bey beni azarladı ve Ata’ya çatıp çatmadığımı sordu. O yıllar teyp filan yok. Belki şahitlerle beni suçlayacaklar. İhbarcıdan başka da galiba şahit yoktu ki sonunda beni salıverdiler. Şimdi ailem nezdinde “Çekmegil’in oğlu” olmamın, başıma açtığı belalara bakar mısınız?
Çekmegil’in bu işte ne suçu var? Konuşmamda hiçbir müdahalesi yoktu. Sadece o gecenin bir dinleyicisi idi. Kaldı ki ben mektepte de benzer kanaatlerimi arkadaşlarımla paylaşıyordum. Çoğu kere solcu bir hoca derste ideolojisini yaymak maksadıyla talebelere bir şeyler anlatmışsa, ben kalkıp ille de itiraz etmişim hatta dersten kovulmuşumdur. Yetmedi teneffüste sınıfımın mümessiline, talebeyi sınıftan çıkartmamasını tembihlemiş ve hocanın görüşlerini on dakika içerisinde çürütme ameliyesine girişmişimdir. Laf aramızda sınıf mümessilleri umumiyetle iri yarı gençlerdi ve külhanbeylik taslayan arkadaşlardı. Onların tamamı da inançlarımdan ötürü benim arkamdaydı. Bu sebepten ne hocalar ne de solcu talebeler bana laf atamaz, dokunamazlardı. Külhanbeyi arkadaşlarım, aksi halde, mektep çıkışlarında onları bir güzel benzetirlerdi.
Böyle hayli hadise yaşamışımdır. Lisede iken bir seferinde genç ve yeni mezun bir edebiyat hocamız Namık Kemal’in şiirini Tevfik Fikret’e mal etmeye kalkıştı. Şiddetle itiraz ettim. Çok tartıştık, hoca görüşünü savundu, güya üzerimde otorite kurmaya çalıştı ve azarladı. Kendisine bunu ispat edebileceğimi haykırdım. Etmemi istedi. Ertesi gün bir antoloji getirip hocadan önce arkadaşlara sonraki derste de hocaya gösterdim. Arkadaşlar hocaya karşı alaylı gülüşmelerde bulundular. Hoca sınıfı terk etti. Bir daha bizim dersimize giremedi. O yıl tam üç edebiyat hocası değiştirdi benim sınıfım. Dördüncü hoca gelir gelmez bize Necip Fazıl ile Nazım Hikmet’in mukayesesini yaptı ve tercihini Necip Fazıl’dan yana koyduğunu açıkça ilan etti. Eh, artık bize laf düşmezdi.
Okuyucunun aklına şöyle bir şey gelebilir. Peki, ne zaman ders çalışıyordum, sınıflarımı nasıl geçiyordum? Kim diyor sınıf geçtiğimi? Sınıfta kalıyordum elbette. Lise son sınıfta benden küçük iki kardeşimle beraber okuduk. Onlar alttan gelip bana kavuştular. Anlayacağınız altı yıllık orta ve liseyi ancak on bir yılda bitirebildim. Okuldan atılmalar ve evden kovulmaları birleştirin, işte size mektep hayatımın muhassalası. Hülasa “Çekmegil’in oğlu” olmak bana maddeten pahalıya mal olmuştu. Esasen laf yine aramızda ne hikmetse, onun sahici oğluna da bu durum maddeten pahalıya mal olmuş gibi görünmektedir, eğer tespitlerim beni yanıltmıyorsa.
Ben artık bir kimlik ve kişilik sahibiydim. Fakültede okurken evlenmiştim. Eşim Malatya’da oturacak, ben sınavlara gidip gelecektim. Evliliğimin ikinci gecesi fikir kulübü toplantısı vardı. Eşimi babam ve annemin muazzam itirazlarına rağmen onlara bıraktım ve toplantıya gittim. Oradaki ağabeylerim “sen burada ne arıyorsun, daha dün evlendin, hadi eşinin yanına git” dediler. Dönmedim. Toplantıdan sonra eve gittim. O gece ilk defa Said ağabeyin gözlerinin önünde sanki hafif bir nemlenme görmüş gibiydim. Çünkü o da annesinin vefat gecesinde benzer bir toplantıda idi.
O günlerden elimde bir fotoğraf kalmış. Fikir sohbetlerine katılan bazı astsubayların tayini çıkmıştı. Malatya’dan gideceklerdi. Said ağabeyi zorla ikna ettiler. İlla da bir fotoğraf çektirelim diye. Said ağabey pek hevesli olmadı lakin ısrarlar karşısında dayanamadı. Kışla Caddesindeki Foto Moda’ya gidildi. Ve deklanşöre basıldı. Belki o fotoğrafta Fevzi Özer de olmalıydı. Ama o Çekmegil’in bir nevi ortağı gibi terzihanede çalışıyordu. Meşhur Ahmet Emin Yalman’ın vurulduğu Malatya hadisesinin en naif kahramanlarından birisiydi. O gelmedi. Ama hocalarımızdan Said Ertürk, Şeyho Duman, Hasan Doğan ve Hüseyin Kiraz fotoğraf karesine girmişti. Şimdi bu hocalarımızdan –Allah uzun ömürler versin- sadece Şeyho hocamız hayatta. Astsubaylar ise şunlardı: İbrahim Yavaş, Mustafa Saraç, Veysel Kas, Yılmaz Kızılkaya, Abdullah Kızıltan, Yavuz Yardenler ve Hüseyin Avşar. İbrahim ağabeyin vefatından haberliyim. Keşke diğerlerinin sağlık haberlerini alabilsem, son bir defa seslerini işitebilsem, ne kadar mutlu olurdum.
O fotoğraf elinize geçerse, en arka sırasında duran üç kişiden sağdaki en genç insana biraz dikkatle bakmanızı özellikle isteyeceğim. Tüyleri henüz bitmemiş, bıyıksız ve bol saçlı o genç adam kimdi bilin bakalım?
Hayır! Özür dilerim bu kimliğin sahibini size ben tanıtamam. Ayıptır.
Abdullah KIZILTAN hk
Mehmet bey ben yazınızda bahsi geçen Astsb.Abdullah KIZILTAN ın oğluyum .Babam şuanda İstanbulda.Çok şükür iyi sayılır.Eğer görüşmek isterseniz Tel nosunu verebilirim.Yaşlılkdan belki hatırlamayabilir ama hatırlarsa da çok mutlu olacaktır.
Devlet Kutsaldır
Eğer bir devlet, müslümanın dinini, namusunu,ifetini koruyorsa,adalet dağıtıyorsa o devlet kutsaldır.Çünkü insanların kutsalını koruyor.
68 kuşağı?...
Bu tabir daha çok o dönemin Ali KIRCA gibi solcularını anlatır. Yazısında tam bir Mümin ve Müslüman olduğu anlaşılan değerli Metin bey neden bu tabire sahip çıkar acaba izah getirir mi? Selami Çekmegil'in de 68 kuşağı diye bir yazısını okumuştum daha önce bu sitede. O yazıda aşırı solcuların yurt dışındaki faaliyetleri anlatılıyordu. Doğum tarihi veya başka bir özellik esas alınmadığına göre Metin bey kardeşimiz kendine 68 kuşağı derken neyi kastediyor? Saygıyla, İlhami Melitenli
Teşekkürler...
Noksanlık giderilmiş; resim gelmiş... teşekkürler...
Değerli Metin kardeşim,
Resim ortada yok; nasıl bakıp nasıl tanıyacağız...
Özledik...
Metin Abi, kriter'de bir dönem yayınlanan o meşhur şiirlerinizi gerçekten özledim. Bana göre Türkiye'nin nadir şairlerindensiniz. Lütfen yeni şiirlerle bizi sevindiriniz. Selamlarımla,