SEVDAMIZ DAVAMIZDI V (68 Kuşağı)
SEVDAMIZ DAVAMIZDI Metin Önal Mengüşoğlu 
V
68 KUŞAĞI
Bazılarınca Malatya Ekolü şeklinde adlandırılan, benim de çok münasip bulduğum söz konusu vakıa, yani Üstad M. Said Çekmegil ve muhiti, altmışlı yılların başından itibaren, memlekette topluca nazarı itibara alınmaya başlanmıştır. Gerçi o tarihlere kadar özellikle de İslâm adına kaç ve hangi şuurlu aktiviteden bahsedebiliriz ki? Arapça’nın, Kur’an’ın, orijinal ezanın yasaklandığı, bununla yetinilmeyip Türk devletinin resmi radyolarında Türkçe türkü ve şarkıların bile okutulamadığı, tek partinin baskıcı rejimi, kime bir soluklanma hakkı tanımıştı ki?

V
68 KUŞAĞI
Bazılarınca Malatya Ekolü şeklinde adlandırılan, benim de çok münasip bulduğum söz konusu vakıa, yani Üstad M. Said Çekmegil ve muhiti, altmışlı yılların başından itibaren, memlekette topluca nazarı itibara alınmaya başlanmıştır. Gerçi o tarihlere kadar özellikle de İslâm adına kaç ve hangi şuurlu aktiviteden bahsedebiliriz ki? Arapça’nın, Kur’an’ın, orijinal ezanın yasaklandığı, bununla yetinilmeyip Türk devletinin resmi radyolarında Türkçe türkü ve şarkıların bile okutulamadığı, tek partinin baskıcı rejimi, kime bir soluklanma hakkı tanımıştı ki?
Necip Fazıl, ömrü boyunca çıkarttığı, her seferinde kapatılıp kendisinin tutuklanmasına sebebiyet veren Büyük Doğu mecmuasındaki yazıları ve Anadolu’da dolaşarak verdiği konferanslarının şöyle bir özetini yapmaktaydı: “Allah demenin yasaklandığı bir dönemde biz çıkıp Allah dedik.” Düşünün ki camilere, tıpkı kiliselerdekine benzer sıralar yerleştirme çabasının bir modeli, Malatya Dörtyol semtindeki Asri Cami’de hala yerini korumaktaydı.
Altmış ihtilâli sonrasında birçok düşünen ve inanan insan gibi, Çekmegil de tutuklanıp Sivas hapishanesine götürülür. Orada her kesimden insan vardır. Koğuşlar sağ sol diye ayrılmamıştır. Zaten ayırma imkânı da yoktur. Zira herkes üst üste yatmaktadır. Memlekette yeni gövermeye başlayan her fikrin mensubu vardır koğuşlarda. Özellikle komünistler, inançsızlar hep entelektüel kimselerdir. Müslümanlar ise umumiyetle şöhreti, sahici kimliğinden çok ileride, popüler ama derinliksiz zatlardır. M. Said Çekmegil nevi şahsına münhasır bir Müslüman mahkûmdur. Kendi inancı dışındaki insanlarla da rahatlıkla çatır çatır konuşmakta, münakaşalara girmektedir. Orada da kendisine hısımlık yerine hasımlık yapanlar yine düşüncesiz, bid’at ve hurafelere boğulmuş, yobaz Müslüman kimliklilerdir. Bir türlü yıldızları barışmaz onunla. Aralarına da almazlar. Çekmegil ise daha çok okumakta ve öteki entelektüellerle satranç oynayarak akibetini beklemektedir. Bazen komünistler, popularitesi olan ama tefekkürsüz mollalarla konuşur, onları sorularıyla bunaltır, kimi kültürel meselelerdeki boşluklarını bularak o noktadan sıkıştırırlarmış. İşte o zaman hoca efendiler yağcı ve yardakçılarına seslenir, Said Çekmegil’i çağırmalarını isterlermiş. Zira bu komünist entelektüellerle ancak o baş edebilmektedir.
Altmış yılı ve sonrası benim tefekkür dünyamın şekillenme tarihidir. Hadiseleri iyi hatırlıyorum. Mesela memlekette iki fikri akım vardı: biri homojen bir yapı göstermese de asli unsur sayabileceğimiz Müslümanlardı. Diğeri ise yeni yeni gürbüzleştirilmeye başlayan sosyalist veya komünistler. Bu iki kesimin dışında mütalaa edeceğimiz bir üçüncü kesim ise kendini devletin sahibi sayan eyyamcı laiklerden başkası değildi. Onların bir fikri olduğunu düşünmek zordu. Onların sadece otoritesi ve egemenliği vardı. O günlerde de devlet tıpkı bugünlerde olduğu gibi, gölgesinden korkan ve yakışıksız refleksleri bulunan bir aygıttı. Mesela bugün resmi sıfatlı birisinin ağzından Allah korusun “PKK lideri Apo” şeklinde bir ifade çıksa, neredeyse kıyamet kopartırlar. “Vay efendim, niçin liderlik vasfının önüne “sözde” takısı getirilmedi” diye. Veya bir aydın hem de sürçi lisanla mesela “Ermeni soykırımı” ifadesinin başında “sözde” kelimesini unutsun bakalım, adamı vatan haini ilan edenler sıraya girerler.
Bize 68 kuşağı diyorlar. O tarihlerde üniversitede okuyan kuşaktanım ben de. Her ne kadar daha çok sol kesimin adlandırması ise de bu, ne yapayım ki bir kırk yedili olarak ben de onlarla aynı yaştayım. İşte hatırladığım kadarıyla altmışların başında devletin korktuğu bir söylem de “sosyal” kelimesi idi. “Sosyalist” demiyorum ha yalnızca “sosyal”den bahsediyorum. Bu kelimeyi ağzınıza aldığınız vakit, adeta sosyalizme meşruiyet kazandırmış olurdunuz. Kolay kolay kimsenin haddine değildi bu kelimeyi de ihtiva eden olumlu bir cümle kurmak. Ve zaten memleketin belirli merkezlerinde, olmayan bir Komünizmle Mücadele dernekleri kurdurtuluyor, memleketin muhafazakâr muhitleri de, o istikamete doğru kışkırtılıyordu.
Sonunda ne olduğunu merak edenler için geciktirmeksizin açıklayayım. İhtilalciler güya normal sürece geçmesi için memleketin önünü açtılar. Memleket de normal sürece geçmenin ilk adımını yeni bir anayasa yaparak atmaya kalkıştı. Anayasayı kim yaptı, dersiniz? Elbet birçoğu sosyalist fikirli olan hocalar yaptı. Belki de onlardan böyle bir anayasa yapmaları talebi, kendi dışlarındaki bir iradeye aitti. Her neyse bizi bu noktada asıl ilgilendiren husus, şu bizim masum “sosyal” kelimemiz var ya, işte o sabıkalı kelime, doğrudan doğruya anayasa metnine geçirilerek resmi bir hüviyet, dolayısıyla da meşruiyet kazandı. “Türkiye Cumhuriyeti Laik, Sosyal Bir Hukuk Devleti” idi artık.
Varmak istediğim sonuç şudur ki memleket üzerinde dönen entrikalar, sinsi dolaplar, komplo ve tahriklerin bini bir para idi. Ve, “Allah” demenin bile suç sayıldığı bir süreçten çıkılıp buralara gelinmiş iken, Müslümanlar hala muhafazakâr bir kimlikle mi tarih sahnesindeki rollerini oynayacaklar, yoksa inkılâpçı bir ruh ile mi? Aslında sorulması gereken bu idi ve Malatya Ekolü bu soruyu Müslüman muhitlerde meşhur etmekle meşguldü.
Akademik bir kariyerinin olmamasına, taşrada yaşamasına, üslubunun sertliğine, doğrucu ve dobra tavırlarına, sürekli devlet tarafından izlenmesinden ötürü onunla beraberliğin muhtemel tehlikesine rağmen, Çekmegil’in akademisi, yani terzi dükkânı vazgeçilmez bir çekim merkezi olmayı sürdürüyordu. Onun yanından ayrılan muhalifleri, umumiyetle kendilerini azarlanmış hissederek mekânı terk ederlerdi. Ahbaplarının dışındakiler, oradan ayrılırken mağlup oldukları bir muharebe meydanından ayrılır gibi kırık dökük olurlardı. Ve nedense her seferinde asgari 1-0 mağlup olmanın haleti ruhiyesi onları yiyip bitirirdi. Böylesi ortamlara sayısız defa şahitlik etmiştim. Lakin ne gariptir ki ertesi gün aynı şahsı veya şahısları yine dükkân muhitinde gezinirken, içeriye girmek üzere kendilerini konumlandırırken yakalamışımdır.
Azıcık düşünen, birazcık fikir haysiyeti taşıyanlar, kızgınlıkları geçince görürlerdi ki Çekmegil’in haklılığı ayan beyan ortadadır. Nasıl ve neden bu adam böyle her seferinde haklı olabiliyordu? O tarihlerde bu sualin cevabını verebilecek yiğit insanların sayısı öylesine azdı ki?
Çekmegil, haklılığını asla kendisine bağlamazdı. Onun haklılığı, esasen beslendiği kaynaktan, İlahi Vahye yaslanmaktan ileri geliyordu. Ama o tarihlerde bunu fark edecek kim vardı ki? Müslümanlar abdestsiz olarak ellerine almaktan korktukları Kur’anı, hayatı değiştiren ve dönüştüren bir özne olarak görmüyorlardı ki. Kur’an, onların birçoğu için ilkel kavimlerin fetişleri gibi nesnel bir şeydi. Öpüp başa konulacak, yedi kat muşambalara sarılarak evlerin en yüksek duvarına asılacaktı. Merhum Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in nitelendirmesini hatırlamanın tam sırası şimdi; O, demektedir ki: “Ne hazindir ki yeryüzünde yaşayan insanları ruhen, zihnen, aklen diriltmek maksadıyla indirilmiş bulunan Kur’an-ı Kerim, şimdilerde sekerat halindeki insanlar rahat ölsünler diye başlarında okunmaktadır.”
Altmış sekiz kuşağı, yeryüzündeki düşünsel çatışmaların, neden sonra yeniden yoğunlaştığı dönemlerin insanları olmaları sebebiyle mi nedir, çatışmalar arasında yetiştikleri ve büyüdükleri için, bugün dünyaya şekil vermeye çalışanlar hep onların yaşdaşlarıdır.
Kayıt yanlış düşmüş!
yorumumdaki ifade "laik, sosyal laik" değil; "laik sosyal, demokratik" olmalıydı... düzeltir özür dilerim.
unutulmuş galiba..
Şairmiz, !960 sonrası anayasada Devletin şekli ile ilgili tanımlamayı veririken "Demokratik"i unutmuş galiba. ... “Türkiye Cumhuriyeti Laik, Sosyal Bir Hukuk Devleti” idi artık." diyor. Oysa ki cümle şöyle olmalıydı: "Laik, Sosyal, laik..." [B]null[/B][B]"Laik, Sosyal, laik..."[/B]