SEVDAMIZ DAVAMIZDI VI- (TENKİD İBADETTİR)
SEVDAMIZ DAVAMIZDIMetin Önal Mengüşoğlu
VI
TENKİD İBADETTİR
Necip Fazıl şehrimizde yeni bir konferans verecektir. Malatya Fikir Kulübü resmen açık değil. Hadisenin arka planında Çekmegil var. Ancak taşra şehrinde bir konferans düzenlemek, deveye hendek atlatmaktan çok daha zor bir iştir. Ya bir resmi ve şaibesiz dernek, yahut en az yedi kişilik bir tertip heyeti adına, önce emniyete müracaat edeceksiniz. Ardından her gün takipçisi olacaksınız. Çünkü böyle bir etkinliği gerçekleştirip, insanları düşünmeye sevk etmeyesiniz diye, devlet olmadık engeller çıkarmaktadır karşınıza. Konferansı veren kişinin yedi ceddinin fotoğrafı, iyi hal kâğıdı, ikametgâhı, sabıkasızlık belgesi, daha akla hayale gelmeyecek bir yığın mazeret sıralanırdı. Bin bir güçlükle kopartılan izinden sonra, sıra hadisenin afişe edilmesine gelirdi.
VI
TENKİD İBADETTİR
Necip Fazıl şehrimizde yeni bir konferans verecektir. Malatya Fikir Kulübü resmen açık değil. Hadisenin arka planında Çekmegil var. Ancak taşra şehrinde bir konferans düzenlemek, deveye hendek atlatmaktan çok daha zor bir iştir. Ya bir resmi ve şaibesiz dernek, yahut en az yedi kişilik bir tertip heyeti adına, önce emniyete müracaat edeceksiniz. Ardından her gün takipçisi olacaksınız. Çünkü böyle bir etkinliği gerçekleştirip, insanları düşünmeye sevk etmeyesiniz diye, devlet olmadık engeller çıkarmaktadır karşınıza. Konferansı veren kişinin yedi ceddinin fotoğrafı, iyi hal kâğıdı, ikametgâhı, sabıkasızlık belgesi, daha akla hayale gelmeyecek bir yığın mazeret sıralanırdı. Bin bir güçlükle kopartılan izinden sonra, sıra hadisenin afişe edilmesine gelirdi.
Bu sefer de belediye ile karşı karşıya kalırdınız. Afiş asacağınız bir yer gösterilmeliydi önce. Sonra bu ilana mahsus rüsum, damga pulu masrafları v.s. Hülasa burnunuzdan getirirlerdi. Ama yine de Malatya Ekolünün elinden kurtulamazlar, sonunda razı gelirlerdi.
Necip Fazıl o yıllarda birçok şehir ve kasabada konferanslar vermektedir. Her gittiği yerde din, iman, Allah lafızlarına susamış insanlar, Necip Fazıl’ı dinlemiyor adeta seyrediyorlardı. Zaten esasen Necip Fazıl da çok içi dolu bir şeyler söylemiyordu. Ama muhteşem konuşuyor ve nasıl ediyorsa salonları coşturuyordu. Her şehirde onu ya “Büyük İslâm Âlimi” veya “Büyük İslâm Mütefekkiri” ünvanı ile afişe ediyorlardı. Çekmegil sayesinde Necip Fazıl Malatya’da ömründe ilk defa şöyle takdim edilmişti: “Büyük Doğu’nun Mana Şairi, Usta Oyun Yazarı Necip Fazıl Şehrimizde.” Malatya’da o tarihlerde mevcut iki adet Chevrolet taksiden birisi, inanmış bir insana aitti. Biz de o taksiyi kiraladık ve üzerine bir hoparlör yerleştirerek, şehirde dolaşıp konferansın reklamını yapmaya başladık. Mikrofon benim elimdeydi ve yukarıdaki cümleyi tekrar edip duruyordum: “Büyük Doğu’nun Mana Şairi…” Belediyenin önüne geldiğimizde zabıtalar otomobili durdurup bizi susturmak istediler. Bizim sokak sokak dolaşmamız ve üstadı reklam edişimiz zaten çoktan şehirde çalkalanmaya başlamıştı bile. Zabıtalara bir türlü laf anlatamıyorduk ki, birden, şehrin kabadayısı, benim de yakın dostum (ismi lazım değil) yanı başımızda bitiverdi. Zabıtalar, herkes onu iyi tanıyordu. Hemen otomobile bindi ve bana dedi ki “Devam et”. Ben daha bir şevkle bağırmaya başladım, otomobil yürüdü, zaptiyeler ardımızdan baka kaldılar.
Necip Fazıl şehirde kendisinin bu şekilde anons edilmesinden son derece memnun oldu. Bu ifadelerin kimin başının altından çıktığını iyi biliyordu. Afişi görünce heyecanla: “İşte bu! Dedi, “ben buyum, beni ne diye İslâm âlimi filan şeklinde anons ederler, anlamıyorum.”
Mehmet Said Çekmegil üstatla ne vakit buluşsak, görüşsek, rastlaşsak, ille de fikri bir mütalaa ile meşgul bulurduk onu. Derhal ve hiç ara vermeksizin hadiseye, mütalaa ve muhakemeye bizi de katar, aynı mevzuda bizlerin de kanaatine başvurur, ısrarla bir şeyler söylememiz için teşvik ederdi. Onun yanında susan, hiç konuşmayan, mütalaalara katılmayanların bir itibarı yoktu. Fikrini söyleyeni, kendini, iddiasını savunanı çok severdi. Öyle ki Malatya Fikir Kulübünün o emsalsiz metodunu burada aktarmadan geçmek büyük eksiklik olacaktır.
Aktardığım gibi bizim oturumlarımızda herkesin konuşma mecburiyeti vardı. Değil mi ki bir fikir sohbetine hasbel kader katıldınız, o vakit ortaya atılan mevzu hakkında ille de bir şeyler söylemek zorundaydınız. Üstelik oturumu yönetmek üzere bir reis seçildikten sonra, ayrıca bir de süre oylaması vardı. Birinci ve ikinci turlarda katılımcılar kaçar dakika konuşma hakkına sahiplerse, o da oylanırdı. Böylece her katılımcı herkesle aynı süre hakkına sahip olurdu. Bu yüzden büyüklere daha çok laf söyleme yetkisi filan verilmezdi. Farzı muhal katılımcılardan herhangi birisi o gün konuşulan mevzu hakkında, bir bilgi ve kanaate sahip değildir. O zaman kişi, sıra kendisine geldiğinde, medeni bir biçimde, hiç utanmadan, kimsenin kınamasına aldırış etmeden, ucuz hesaplar peşine düşmeden, büyük bir gönül rahatlığı içerisinde, “ ben bu mevzuda bir şey bilmiyorum, yahut söyleyecek bir söz bulamıyorum” demeli, diyebilmeliydi. Sonuçta bu da bir medeni cesaret işi ve sahiden insanı eğiten, yetiştiren, olgunlaştıran güzel bir davranış biçimiydi.
İslâm âleminde asırların biriktirdiği bir zihniyet kirlenmesi vardı ve bu görmezden gelinemeyecek kadar çirkin ve rahatsız edici bir biçimde açığa çıkmıştı. Merhum Mehmed Akif’in diliyle söylersek: “Gönül incitme de neyi istersen becer.” İnsanlar güya birilerinin kalbini kırmamak maksadıyla bir takım uyarılardan uzak durmayı, yanlış, eksik, kusur ve kabahatleri görmezden gelmeyi marifet bilmekteydiler. Elbet böyle yapmakla bir nice hakkı çiğnediklerini ve nice hakikati örttüklerini unutuyorlardı. Gönül incitmemek, kalp kırmamak, kimseyi küstürmemek, herkesi hoşnut etmek gibi manasız, adaletsiz ve malayani bir tutum sanki iyi ahlak ve takva modeli olarak gösteriliyordu. Tıpkı Aliya İzzetbegoviç merhumun tespitinde olduğu gibi… O der ki: “Müslüman dünya bir nice zamandan beri maalesef büyüklerini, önderlerini, ileri gelenlerini, faziletlilerini över ve yad ederken, onları sürekli yapmadıkları şeylerle hatırlarlar: işte kimsenin kalbini kırmazdı, karıncayı dahi incitmezdi, herkes kendisinden memnundu gibi… oysa övülmeyi hak eden insan yaptıkları ile anılmalıdır.”
Benzer bir hadise yaşamıştık. Galiba Mersin ilinden şehrimize Müslümanlar gelmişti. Çekmegil’i ziyaret ettiler. Hoş beşten sonra Çekmegil, onların ne kıratta insanlar olduklarını anlamıştı. Misafirler bir ara kendi şehirlerinde çok âlim, çok fazıl, çok mübarek bir zatın varlığından bahsettiler. Aşırı övgü üstadı rahatsız edince, hayıflanır gibi yapmış ve ellerini dizine vurarak “vah vah” demişti, “şimdi o bahsettiğiniz zatın ömrü herhalde hapislerde geçmiştir?” Misafirler şaşırarak “ne münasebet o hiç hapis yatmadı” dediler. Üstat bu kez “öyleyse insanlar sürekli ona hakaret ediyor, hakkında iftiralar atıyorlardır” deyince, içlerinden lahavle çekip rahatsız olan arkadaşlar bunu da reddettiler. Üstat, bu zatın polis tarafından takip edilen biri olup olmadığını, bir sürü düşmanın bulunup bulunmadığını, hayatta acı çekip çekmediğini, sordu. Cevaplar hep olumsuzdu. Bu zat ne acı çekmişti, ne düşmanı vardı ne de polis tarafından takibata uğramıştı. Ya neydi? “O karıncayı incitmeyen mübarek bir adamdı.”
Üstadın son sözlerini kendi cümlelerimle şöyle özetleyebilirim; elbette bir hayli hiddetlenerek söylemiş olmalı bunları: “desenize siz bana riyakâr, yağcı, alçak bir adamı, mübarek birisi diye tanıtmaktaydınız. Bu zat Allah Resulünden de mi daha hayırlı, daha iyi birisi ki, O sahici mübarek Resulün maruz kaldığı zulüm ve düşmanlıklar saymakla bitmez. Bir insan nasıl herkesi memnun etmesinden ötürü mübarek bir zat olarak anılır?”
Türk edebiyatında benim yaşadığım tarihler itibariyle tenkidin ibadet olduğunu söyleyen tanıdığım ilk ve tek müellif M. Said Çekmegil’di.
İLGİLİSİNE NOT:
Yazarımız Metin Önal Mengüşoğlu’nun son eseri ZİHNİ KARIŞIKLAR İÇİN
ALIŞKANLIK REÇETESİ Beyan Yayınları arasında çıktı.
İsteme Adresi: Beyan Yayınları, Ankara Cad. 49/3 34410 Cağaloğlu/ İstanbul.
Tlf: 0212 5127697
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.