'Üşüyorum'
'ÜŞÜYORUM'
Muhsin YAZICIOĞLU


Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır
Uzak çok, uzak bir yerleri özlüyorum.
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum
Uzak çok, uzak bir yerleri özlüyorum.
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum.
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum..
Kaynak: www.ensonhaber.com
işte Cevabı...
Teknolojiyi yenen Remzi... http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=1194&Itemid=1
KUZEY IRAKI VE KANDİL DAĞLARINI BBG EVİ GİBİ İZLEYEN YETKİLİLER İZLEYECEK DAHA ÖNEMLİ BİR ŞEY BULMUŞ OLMALILAR Kİ MUSN YAZICIOĞLU VE ARKADAŞLARININ DONMUŞ CESETLERİNİ ANCAK 2 GÜN SONRA BULABİLİYORUZ. YÖNETMEYE ADAY İNSANLARIN HAYATLARININ DEĞERİ BU KADARKEN BU ÜLKEDE YÖNETİLENLERİN HAYATLARININ DEĞERİ NE OLA...
Mümtazer TÜRKÖNE'den:
İşte Türkiye'yi ağlatan yazı Kaynak: samanyoluhaber Mümtaz'er Türköne, Muhsin Yazıcıoğlu'nun ardından göz yaşartan bir yazı kaleme aldı. Muhsin Başkan Türkiye'nin açık duran temiz sayfalarından biriydi. Onun arkasından yazmak ve bu sayfanın kapandığına şahit olmak çok zoruma gidiyor. O bizim gençliğimizin lideriydi. Hep, hem bizden, hem de bizden fazla biriydi. Kendimizi onda bulduk ve onunla temsil ettik. O bizim yüreğimiz, bizim duruşumuz, bizim sesimizdi. Zaman zaman korksak da, o bizim hiç geri adım atmayan cesaretimizdi. Dünya telaşı ile yalpalarken, o cetvelle çizilmiş gibi dümdüz yolunda ilerleyen gölgemizdi. Hiç eğilmeyen başımız, hiç zedelenmeyen onurumuzdu. Zamanla biz onu yalnız bıraksak da, o bizden hiç vazgeçmedi. O bizim Muhsin Başkan'ımızdı. 1976 yılının Eylül ayının başlarıydı. Siyasal'da yeni öğrencilerin kayıtları devam ediyordu. Dev-Yol, fakültenin girişine masayı kurmuş, gelenleri zorla derneğe kaydediyor, haraç alıyordu. Bize selam verip kayıt yaptırmaya gidenlerden birkaçını da sıkıştırmışlar. Sorumluluk bendeydi. Yardım istedim. Site Yurdu'nda iki kişi beni buldu. Mütevazı ama çok kararlı görüneni benimle konuştu. Muhsin Yazıcıoğlu ile ilk karşılaşmamdı. İki saat sonra, kulaktan kulağa yayılan, iki kişinin Siyasal'ı bastığı ve iki metre boyundaki Sedat'ın herkesin ortasında adamakıllı dayak yediğine dair inanılması güç bir rivayeti dinliyordum. Birkaç gün sonra burnu bantlı Dev-Yol liderini görünce ben de bu hikâyeye inandım. Bu anekdotu, 70'li yılların Muhsin Başkan'ını resmetmek için aktardım. O yıllarda onu tanıyan herkes, size benzer hikâyeler anlatacaktır. Sonra Genel Merkez'de beraber çalıştık. Bizim genel başkanımız olmuştu. Doğuştan lider özelliklerine sahipti. Şiddetin tırmandığı yıllarda zirvedeki adamlardan biriydi; ama sükûnetini ve sağduyusunu hiç kaybetmedi. Olanlardan hepimiz sorumluyduk; ama irade bize ait değildi. Çaresizlik içinde güvenecek bir dal arıyorduk. Hepimiz ona güvenirdik. Hepimiz ona inanırdık. Bizi yarı yolda bırakmayacağını, bize yanlış yaptırmayacağını bilirdik. O yıllarda, ülkemizin ciddi bir tehdit altında olduğuna inanmış ve aynı davaya gönül vermiştik. Ama siyaset ideolojik saflığı bozuyordu. Partinin gündelik siyasete endeksli tutumu ile bizim "kesin inançlı" tavrımız sık sık çatışıyordu. Eleştirilerimiz "Albay"a kadar çıkmasa da, 77'de sayıları artan milletvekillerini hedef alabiliyordu. Çok sert restleşmeler yaşadık. Muhsin Başkan bu sürtüşmeler boyunca dimdik durdu. Onun desteğiyle Ülkü Ocakları bünyesinde daha muhafazakâr ve daha toplumcu bir çizgi giderek netleşmeye başladı. Manzara dışardan göründüğü gibi değildi. O yıllarda da sonra da bizim tek liderimiz Muhsin Başkan'dı. Cezaevinde geçirdiği 7,5 sene zarfında ve sonrasında da bizim liderimiz olmaya devam etti. Hepimiz ona "Türkeş'in halefi" gözüyle bakardık. Aksini düşünen de çıkmazdı. Ne var ki liderler haleflerden hoşlanmıyorlar. Türkeş, yakın çevresini sürekli değiştirerek yoluna devam eden bir politikacı idi. Muhsin Başkan'ı değil ama, onun yakın arkadaşlarını çembere aldı. Muhsin Başkan, kendisine güvenenleri yarı yolda bırakmamak uğruna MHP'den ayrılmak zorunda kaldı. Ayrılırken geride geçmişten intikal eden bir şey bırakmadı, hepsini aldı yanında götürdü. Politikada farklıydı. Hep gerekli esnekliği gösteremediğini, kişiliğinden ve prensiplerinden ödün vermediğini düşünmüşümdür. Politika saf inançla yürümüyor; Muhsin Başkan hesap değil, gönül adamıydı. Politikanın içine taşıdığı kendi dünyasının bu toplumdaki karşılığını, evvelki akşam Büyük Birlik Partisi Genel Merkezi önünde endişe içinde ağlayan gençlerin yüzünde gördüm. Galiba onu tanıyanların, hepimizin yüzü öyleydi. İnsanın içinde bir şeyler ağırlaşıyor ve kopuyor. Kopan bedeninizden, yüreğinizden, beyninizden veya geçmişinizden bir parça değil. Her şeyinizin iyi ve güzel yanlarına dair çok esaslı bir şey. Özünüze dair. Son dakikalarında, o helikopterde herkesi nasıl sakinleştirdiğini, nasıl kaya gibi metin durduğunu gözümde canlandırırken, bizler niye darmadağın oluyoruz? Ah başkanım ah; bize kaybettirdiğinin ne olduğunu bir bilseydin http://photoblog.blogcu.com/iste-turkiye-yi-aglatan-yazi_39762851.html
Serdar ARSEVEN diyor ki:
2009-03-27 tarihli Vakit Gazetesinde Serdar ARSEVEN diyor ki: “O hep üşüdü!..” Kafam allak bullak. BBP’nin merkezi’nde, Muhsin Yazıcıoğlu’nun odasında, masasının hemen yanı başında... Bir curcunanın ortasında kalmışım... Her kafadan bir ses çıkıyor... “Hrant Dink işini önce bize yıkmaya çalıştılar, sonra da işte böyle akılları sıra intikamını aldılar” diyor, meçhul biri... “İHA muhabiri 20 dakika boyunca cepten konuşuyor, İl Başkanımızın telefonu gecenin yarımına kadar çalıyor... Şu devlete bak, yer tespiti yapamıyor!..” • Bakanlar arıyor, birbiri ardına... Genel Sekreter Yalçın Topçu, her arayana “Şu kadar saat geçti aradan... Bir sürü teknik açıklama, bir sürü mazeret!.. Bunları duymaktan bıktık, usandık!.. Koca devlet bu kadar mı çaresiz!” diyor... Koca devlet!.. • Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’le Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu geliyor... Çiçek; “Bu durumda ne söylenebilir ki” diyerek giriyor söze... Ve üzüntülerini dile getiriyor... BBP yöneticilerinden sitem gelince, devletin her türlü imkânı kullandığını ifade ettikten sonra, helikopterde bulunan ve sinyal alınan cep numaralarını teker teker okuyor; Elinde “Ulaştırma”dan resmi belge; “Saat 16.20’de haber almışlar, 16.25’te bu saydığım cep telefonlarından aldıkları sinyalleri değerlendirip frekans tespit etmişler” deyince... BBP’lilerden itiraz geliyor: “Biz, 15.33’te kendi mekanizmalarımızdan kazayı haber aldık. Siz, 16.20’den bahsediyorsunuz. Bürokrasi böyle mi çalışır bu ülkede!..” • Bu ziyaretin ardından, Deniz Baykal giriyor içeriye... Gelen giden; Biri de Erbakan Hoca... Şaşkın, biraz da öfkeli: “Böyle şey mi olur, kardeşim!.. Bu çağda cep telefonuyla bağlantı kurulmuş bir helikopter, bunca saattir bulunamaz mı? Demek ki, düşman oraya inse yirmi dört saat, otuz dört saat haber alınamayacak. Adamlar her şeyi istedikleri gibi yapacak!..” • Baz istasyonlarının arasındaki mesafe uzunmuş... Düşen helikopterin eni 1, boyu 30 kilometre olan bir alanda olduğunu tespit edebilmiş bizim devlet... Hava şartları kötü, arazi şartları zorlu imiş... • “Devlet seferber olmuş!..” Öyle diyorlar. Bölgedeki Alperenlerden telefonlar geliyor... Tepki büyük: “Bizim köyde bir adam kaybolur da nasıl aranırsa, öyle aranıyor helikopter!..” -Peki ama Başbakan geldi oraya... Etkisi olmadı mı?.. “Hayır, zararı bile oldu!.. Başbakan gelince, asker daha da yavaşladı!..” • Parti merkezine bu tür “tepkiler” ulaşıyor... Yönetim bu tepkilerin çok azını yansıtıyor dışarıya... Kapalı kapılar ardında söyledikleri müthiş oysa: “Her şey en ince ayrıntısına kadar ortaya çıkar. Bir ihmal varsa, en küçük bir ihmal varsa hiçbir kurum hesabını veremez bunun!..” • Acziyet, çaresizlik, öfke, üzüntü... Bu duyguların çatıştığı anlarda... Muhsin Yazıcıoğlu, “Üşüyorum” adlı şiirini okuyor... “Acı” içinde inleyen “Anneciğinin” görüntüsü ekranda... Ses Muhsin Başkan’ın: Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır Uzak, çok uzak bir yerleri özlüyorum Gözlerim parke parke taş duvarlarda Açılıyor hayal pencerelerim Hafif bir rüzgâr gibi, süzülüyorum Kekik kokulu koyaklardan aşarak Güvercinler ülkesinde dolaşıyor Bir çeşme başı arıyorum Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp Mis gibi nane kokuları arasında Ruhumu dinlemek istiyorum Zikre dalmış her şey Güne gülümserken papatyalar Dualar gibi yükselir ümitlerim Güneşle kol kola kırlarda koşarak Siz peygamber çiçekleri toplarken Ben çeşme başında uzanmak istiyorum Huzur dolu içimde Ben sonsuzluğu düşünüyorum Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum Durun kapanmayın pencerelerim Güneşimi kapatmayın Beton çok soğuk, üşüyorum.. • Beton çok soğuk üşüyorum!.. Şiir bittiğinde... Dedim ki içimden; ağla Türkiye!.. Muhsin Başkan’ın gidişine değil, kendine ağla!.. Sen “Adam” kıymeti bilmedin!.. Sen; “Muhsin Yazıcıoğlu iyi adam ama lider değil” dedin... “Lider olsaydı şimdiye kadar çoktaaan parayı bulurdu!..” Böyle dedin!.. Bunu ağzınla söylemedinse de “tercihlerinle” belli ettin!.. • “Parasız adamdan lider mi olur?..” Evet olmaz!.. Yazıcıoğlu, “finans kaynakları kirli” politika dünyasının adamı değildi... Taviz verilemez prensipleri vardı, sabitleri vardı... “Biçimsiz tekliflere” sonuna kadar kapalıydı!.. • Bir gün “Paranız yok, pulunuz yok, siyaset sizin neyinize” yollu takıldım da... “Ne yapayım kardeş yetim hakkı mı yiyeyim!..” dedi... “Çalıp çalıp döner mi dağıtayım!..” “Dağıtıp dağıtıp yüzde yedi oy mu alayım!..” “Amerika ile, İsrail’le gizli pazarlıklar mı yapayım!..” • Böyle adamlar, yatakta ölmez!.. Koltukta da ölmez! O böyle olmanın bu dünyadaki “bedelini” ömür boyu “üşüyerek” ödeyen... Ve bu dünyada çektiği çilelerin mükâfatını da İnşallah “Ebedi saadet”le alacak olan... Adam!.. Büyük adam!.. bkz. http://www.habervaktim.com/yazar/12769/o__hep_usudu.html