akla gelen Medeniyet tir
(Bizde Şehir Denilince) akla gelen ‘Medeniyet’ tir.
Necmettin EVCİ
İslâm ilk şehir devletini Medine’de kurmuştur. İlk Anayasa sayılabilecek ‘Medine Vesikası’ şehirde var olan farklı unsurların birlikte yaşama iradesi ve kültürü göstermeleri bakımından çok önemlidir. Bir yönüyle devlet toplum ilişkisi kişi hak ve özgürlükleri odağında tanzim edilerek tam bir hukuk toplumu gerçekleştirilmiştir. Bizce buradaki ana espri devleti hiçbir grup için baskı mekanizmasına dönüştürmeden barış ve saygı düzleminde şehir yaşamını tanzim etmektir. İslâm şehri, inançların serbestçe yaşandığı, hangi inanç gurubuna kim tarafından yapılırsa yapılsın her türlü
baskının önlendiği özgürlük mekânlarıdır. İlmi, fikri ve sanatsal çalışmaların serbestçe yapıldığı, herkesin toplum yaşamına her alanda ve kategoride katıldığı merkezlerdir. İslâm ve Müslümanlar, var oluşun doğal farklılığının teminatıdır. Müslümanlar kültür ve medeniyet açılımında insanlığın ortak paydasını ve mevcut mirası daima gözetmiş, değerlendirmişlerdir. ‘Müslüman hükümdarlar saray ve ibadethane inşa ettirirken Hıristiyan ve İranlı ustalardan istifade etmişlerdir… Umumiyetle Hıristiyanlar kiliselerini muhafaza ettiler; hiçbir mânie rastlamaksızın, yeni kilise ve manastırlar yaptılar.’(30) Sadece insanların değil çevreye yapılan haksızlıklara da İslâm izin vermez. Yani medeniyet insan merkezli olmanın ötesinde onu çevresinden ve doğasından koparmadan değerlendiren bir anlayışın eseridir. İslâm şehri çeşitliliği, bozulmamış insan vasatında nezih ilişkiler mutluluğunu ifade eder. Şehir farklılıklara saygı duyarak ortak yaşam için ortak bir kültür ve anlayış geliştirmektir. Şehir hayatı tüm farklılıkları kucaklayacak kadar geniş, esnek ve müsamahakârdır. Şehirli tüm farklılığıyla beraber şehir gibi geniş, esnek ve hoşgörülüdür. Şehirli anlamında medeni insan derken de bir insanın öncelikle gelişmiş zihinsel ve ahlaki özelliklerini öne çıkarırız. İslâm’ın zihni ve ahlaki seviyesi ileri insanlarca anlaşılması daha kolaydır. Hicret ve sonrasındaki yüzyılda Müslümanlar bütün bir yeryüzüne görülmemiş bir hız ve esenlikle beraber yayıldılar. ‘Fetihler, eski şehirlerin yapısını hiçbir zaman bozmadı. Fetih esas olarak savaşçılar ve düzenli ordular arasında geçen bir olaydı. Bizans ve Sasani imparatorlarının baskısı altında inleyen halklar da fazla bir direnç göstermedi. Fethin bu kadar hızlı gerçekleştirilmesi, bu şehirlerin eski düzenlerini ve belirli özelliklerini koruyarak onların yeni yapılanmalarına uyum sağlamalarını kolaylaştıran bir tür tekâmüle yardım etti.’(31) İslâm adına uygun tarzda içeriği yani cihanşümul barışı egemenliği altındaki her yere götürünce eski şehirler tahrip olma anlamında zarara uğramadıkları gibi yaşam seviyesinin yükselmesi adına çok şey kazandılar. Tabir yerindeyse Müslümanlar özellikle adalet, ilim, tefekkür, kibar ve nezih ilişkiler, yardımlaşma noktasında mefluç olmuş Şam (Dımeşk), Kahire (Fustat) gibi şehirlerin yüzyıllardır sancıyla kanayan yaralarını sardılar. Özellikle 8. yüzyıldan sonra tam anlamıyla şehirleşme hamlesi başladı. İslâm inanç ve anlayışı her yerde kendi müesseselerine uygun mimari ve kent düzenlemelerini oluşturmaya başladı. ‘9. Yüzyıldan itibaren Nizamiye ve sonraları Mustansiriye gibi büyük medreselerin kurulmasından önce, Dar’ül Hikmet ve Kütüphanesinin ve sonra da Dar’ül İlm’in önemli sayıda öğrenciyi bir araya toplaması Bağdat’taki gelişmeyi teşvik eden bir faktör olmuştur. Tıpkı Avrupa’da olduğu gibi, Doğuda da 12. yüzyılda gerçek bir üniversite devrimi yaşanmıştır… Bütün büyük şehirlerde hükümdarlar ve nüfuzlu kişiler tarafından öğrenci ve öğretmenlerin barınabileceği okullar (medreseler) kuruldu. Sorbone’un 13. yüzyılın başında ‘altı yoksul sanat ustası’ için yaratıldığını unutmayalım. 10. yüzyılda kurulan El- Ezher sayesinde Kahire’de entelektüel faktör bugün de önemini korumaktadır.’(32)
(30)-W. Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi, s. 14, çev. Fuad Köprülü, DİB. Yay. Ank.1984.
(31)-Jean-Louis Michon, “Dini Kurumlar”, R. B. Serjeant (Editörlüğünde), İslâm Şehri, BM’nin düzenlediği bir sempozyum, İst. 1992.
(32)-Nikita Elisséeff, “Fiziki Plan”, s.130, 131, İslâm Şehri, İst.1992.
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.