ATTİLA İLHAN'IN ÖLÜMÜ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

Meğer Atilla İlhan şairmiş. Hem de büyük bir şair.
Bütün gazete manşetleri böyle diyor. Belki ciddiye almazdım ancak diğer yazarlarına göre daha sorumlu bulduğum A. Hakan, Hürriyet Gazetesindeki köşesinde sevenlerinden kiminin ‘şiirde bundan güzel dize yoktur’ gibi iddialı takdirlerini belirtip şiirlerinden örnekler sunuyordu.
Çok önemli bir şey kaçırmış olabileceğimi düşünüp hemen araştırmaya koyuldum. Çünkü, Atilla İlhan’ın fikri yönünü tanıyor, Türkiye’nin önemli bir entellektüeli olarak saygı duyuyordum. Ancak şiirde bu kadar yüksek bir mevki edindiğinin farkında değildim (halktan bir kişi olarak). Edebiyat eserleriyle az-çok iligili olmama rağmen şimdiye kadar ne bir şiiriyle karşılaşmış ne de bu kadar önemli şair olduğuna ilişkin bir fikir oluşmuştu zihnimde. A. Hakan doğru söylüyorsa bu affedilebilir bir hata değildi. Bir yandan cehaletimi sessizce kapatmak telaşındaydım, diğer yandan da okunacak ve düşünce ufkumu genişletecek yeni bir şeyle karşılaşmaya hazırlıyordum kendimi. Böyle anlardan çok keyif alırım çünkü.
Atilla İlhan yıllardır yazdığı halde sol eğiliminden dolayı yakın zamana kadar kitlelerce benimsenmemiş bir yazardır. Onu gündeme taşıyan ve halkla yakınlaşmasını sağlayayn son dönemlerde seslendirdiği Batı medeniyetinin iç yüzünü deşifre eden açıklamaları oldu. Habertürk’te tekrar tekrar yayınlanan röportajında Batı’nın bugünkü uygarlık düzeyini, emperyal politikalarına borçlu olduğunu, Osmanlı’nın asla böyle bir medeniyet ortaya çıkartamaycağını; çünkü emperyalist olmadığını, olamayacağını ve olması gerekmediğini söyleyerek dikkat çekiyordu. Batı uygarlığının imrenilecek bir yanının kalmadığını ve zaten hiç olmadığını, bu medeniyetin içinde yaşamış biri olarak, birinci ağızdan ifade ediyordu. Bunlar ilk defa söylenmiş sözler değildi. Ancak birinci elden yaşanmış tecrübeler sonucu sunduğu bilgiler doyurucu bir tını bırakıyordu kulaklarda. Geçmişimizle barışıktı. İçinden geldiği kesim gibi atalarımıza sövmek ve bütün başarısızlıkları onların üzerine yıkmak ucuzluğuna sapmıyordu. Bu yaklaşımları ne kadar hakşinas olduğunu gösterdiğinden insanımız bağrına basıyordu kendisini. Konuşmaları dinleyende lezzet ve doygunluk hissi veriyor; her haliyle ‘ben entellektüelim’ diyordu.
Ölümünden önce son mudur bilmiyorum fakat yenilerde yapılmış bir roportajı Kriter sayfalarında da yayınlandı. Orada Türk aydının Türk olmadığını, Türk gibi kaygular taşımadığını ifade ediyordu. Türk aydının konumunu tespit açısından önemli bir sohbetti. Belki de Atilla İlhan’ın bütün kayda alınacak fikirleri özet olarak bunlardı. Yukarıda da söylediğim gibi, bu fikirlerinin önemi ilk defa söyleniyor olmalarından değil, bizzat içinden gelmiş biri olarak ait olduğu kültürün kimliğini ve derinliğini deşifre ediyor olmasından kaynaklanıyordu.
Atilla İlhan için ağıt yakanlar, bayrakları yarıya indirmeyi bile teklif edenler O’nu ön plana çıkartan, halkla barıştıran bu fikri yaklaşımından hiç bahsetmediler. Atilla İlhan’ın şair yanını lanse edip sevenlerini şiirlerine yönlendirdiler. Bu övgülerinde ne kadar aşırıya gittiklerini aklı selim sahibi her okur rahatlıkla görebilir. Övgü, dikkat çekmek adına iyidir ancak, gereğinden fazla yapılmış bir övgü işi tam tersine çevirmeye bire birdir. Basın’ın bunun farkında olması gerekirdi. Nitekim ben, takdir duygularıyla dolu biri olarak ölümünden sonra kendisi ile ilgili böyle bir yazı yazmam gerekeceği hiç aklıma gelmezdi. Aşırı propaganda insandaki adalet duygusunu yaralayıp, tepkiye neden oluyor. Belki bilinçli olarak böyle yapıyor, O’nu halk nezrinde ölüme terk etmek istiyorlardır. Atilla İlhan’ın Türk aydının Türk olmadığını söyleyen ve zihinlere kazınan sözlerinin etkisini böyle silmek istiyorlardır.
Yücelterek öldürmek! Tam Batı’ya ve onların içimizdeki akrabalarına yakışır, kurnazca bir infaz tarzı.
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.