BATININ DOGMALARI


Raci Durcan
racidurcan@yahoo.com

Yazı başlığı, görenleri şaşırtmış olabilir. İddia edilir ki; Batı ile dogma yan yana konulabilecek son kelimelerdir. Fakat ben aynı fikirde değilim. Dogmaya karşı olduğunu söyleyen Batı Uygarlığının kendi dogmalarını da insanlığa kabul ettirdiğini düşünüyorum.
Milletvekiliği de yapmış, zaman zaman aynı sohbet meclisini paylaştığımız bir arkadaşımız geçmişte bir dönem özgürlük mevzuunu diline dolamıştı. Hemen her problemin çıkış yeri olarak ona işaret ediyor, çözüm olarak yine onu gösteriyordu. Bu haliyle Fransız ihtilalinden 250 yıl sonra onun değerlerini yeni keşfetmiş bir özgürlük savaşçısını andırıyordu. Böyle görünmekten büyük keyif aldığını belli etmekten kaçınmıyordu. Bu haliyle tepkimi çekmekte gecikmedi. Yaptığım eleştiriye cevap vermekte isteksiz davranınca belki de şiddetli ve daha ciddi bir tenkide maruz kalmaktan kurtulmuş oldu. Bu arkadaş nevi şahsına münhasır bir tip olsa konuyu gündeme getirmenin de önemi olmazdı. Fakat toplumumuzda özgürlük savaşçıları hayli yekun tutuyor. Özellikle Ermeni katliamı ile bağlantı kurulunca Ahmet Altan, Nuh Gönültaş, Mehmet Ocaktan, Fehmi Koru, Murat Belge ve isimlerini sayılmayacak kadar çok diğerleri...Her biri gazetelerindeki köşelerinden ısrarla Ermeni tezlerini destekleyecekleri önceden belli olan Üniversite entellektüellerine haksızlık yapıldığını gündeme getirdiler. Bu insanların konuşturulmamış olmalarını yargısız bir infaz olarak değerlendirip, mani olanları kınadılar. Özgürlük sorusundan ülke olarak sınıfta kalmıştık. Eşitlik diye gelen bağırtıların ardından ilan edilen Tanzimat’la Osmanlı’nın idam fermanının imzalanmış olduğunu hatırlamak bile istemediler. Fransız devriminin prensiplerinden birinin Türk’ün ve Müslümanlığın sonunu hazırlamış olduğunu görmezden geldiler. Evet ihtilal prensibindeki gibi Osmanlı yurdundan gavurla Müslüman eşit olmuştu fakat bundan kim kazançlı çıkmıştı?
......
Üç aydan fazla süren yaz tatillerini köyde geçiriyordum. O zamanlar çocukların çalışmasına karşı çıkan kampanyalar yoktu. Doğan her çocuk gücü yettiğince bir şey üretmeye başlar, ailesine yardımcı olurdu. Biz de evin sığırlarını otlağa götürür, akşam eksiksiz geri getirirdik. Oldukça sorumluluk isteyen zorlu bir işti. Sığırlar otlağa özgürce yayılır ve doymaya başlarlardı. Fakat etrafta ekili alanlar da vardı. Hayvan önünde onca ota rağmen ekili alanlara girip zarar vermek için can atardı. Kendileri hakkında bunca iyi niyetli çabamıza rağmen onların beni bu şekilde yormaları zoruma giderdi. Biz araştırıp çevredeki en verimli otlaklara götürürken, onlar her seferinde yasaklanmış alanlara girmekten hayvanca keyif alıyor gibi gelirdi bana.
Günler böyle geçti. Bir defa dahi onların huylarından vazgeçtiğini görmedim. Bir gün dahi akşam eve dönerken yeni bir şey öğrendiklerini mesela ekili arazilere girmenin zararlı olduğunu öğrendiklerini keşfetmedim.
Şimdi bu anlattıklarımı alakasız bulanlar olabilir. Zaten toplumun çoğu, insanlığın daha doğuşta kazanılan bir şey olduğunu sanıyor. Halbuki annesinden doğan çocuk bir cins olarak nevi-beşerdir. Fakat insan olması için bazı özellikler kesbetmesi, insanlığı öğrenmesi gerekmektedir. İnsanın insanlaşamadığında tabiattaki en korkunç ve vahşi varlık olduğunu burada yeniden anlatmak istemiyorum. Özgürlük, hayvanların özelliklerinde bir gelişmeye neden olmuyor. Aksine onların daha hayvanca saldırıp etraflarını yıkmalarına yol açıyor.
Özgürlük tabiatta da çok işe yaramaz. Mesela özgürce ve cılız bir şekilde akan suyun küçük, çelimsiz, kulak doldurmayan şırıltılarından ve etrafındaki üç-beş otu yeşertmekten başka faydası olmaz. Ancak onun önünü keser, yani özgürlüğünü elinden alıp bir baraj bendi arkasında biriktirirseniz o zaman evlerinize ışık saçan bir elektrik enerjisine dönüştürebilirsiniz. Büyük alanları sulamak için yönlendirebilirsiniz. Suyuna istediğiniz zaman yol vererek yaparsınız bunları.
Yine bahçenizdeki otları özgürlüğe terk ederseniz, bir süre sonra izlemeye doyamadığınız çiçeklerinizin yabancı ve azgın ayrık otları tarafından boğulduklarını görürsünüz.
İyilik ve güzellik korunmaya muhtaçtır. İyiliği ve güzelliği korumak özgürlüğü kısıtlamaktır denilebilir mi? Siz bahçenizde ayrık otu yetişmesini istiyorsanız o zaman her şeyi serbest bırakmanız yeterli olacaktır. Ancak nadide bir gül yetişsin isterseniz onu zararlı şeylerden korumalı ve ihtiyaç duyduğu bakımı yapmalısınız.
Uzun zamandan beri bizim coğrafyamız zihniyet olarak mağlubiyetini ilan etmiş durumdadır. Yeni bir değer, yeni bir kavram üretememekteyiz. Yaptığımız bütün şey sanki onların yücelttiklerine bizim da sahip çıkmamızdır. Onlar ‘insanlık’ diyorlar; hemen bağırıyoruz: ‘bizde isteriz’. Onlar özgürlük diyorlar biz, en yaman özgürlük savaşçısı kesiliyoruz. Şimdi Batı bunu yaptığınız için sizi niçin takdir etsin? Niçin sizi entellektüel kabul etsin? Tek bir şeyine bile itiraz etmeden tasdikçi başı gibi oturup onaylarken niçin saygı duysun?
‘Ne yani doğruyu kabul etmeyelim mi; doğruya yanlış mı diyelim?’ diye itiraz edenler olacaktır. Bizimki doğruyu kabul etmenin ötesine taşan bir davranıştır. Biz onlardan daha havariyiz bu kavramlar hususunda. Onlar demokrasiyi yücelttiler diye neredeyse 1400 yıllık tarihimizi inkar edeceğiz. Orada demokrasi yok diye tarihimizi kan ve zulüm altında geçmiş kabul edecek kadar zavallıyız. Niçin bu kavramlara şüpheyle bakmasını bilmiyoruz?
Dogmaya karşı olduğunu söyleyen bu batı dünyasının yukarıdaki kavramlarını eleştirebilir misiniz? Böyle bir şeye cesaret edebilir misiniz? Edemezsiniz. Çünkü o zaman sizi aforoz ederler. Onlar ve yandaşları tarafından kabul edilmeniz değilse bile dinlenilebilmeniz için temel şart bu kavramları benimsemenizdir. Savaş karşıtı olacaksınız, hümanist, dogmaya karşı, liberalist ve özgürlük havarisi olmalısınız.
Fukiyama adlı Japon asıllı Amerikalı düşünür meşhur makalesinde tarihin sonunu ilan ediyor. İnsanlık uzunca bir yolculuktan sonra ulaşabileceği bütün değerlere ulaşmış ve tarihin sonu gelmiştir. İnsan hakları, demokrasi, kadın hakları, liberalizm, kapitalist kalkınma biçimi v.s ne kadar batılı kavram varsa hepsi insanlığın bulabileceği en son; zirve değerlerdir. Yanlış ve noksanını tespit mümkün değildir. Böylece insan son noktaya ulaşmıştır. Bundan sonrası da ölümdür. O halde tarihin sonu gelmiştir. Böyle iddia ediyor Amerikalı.
Bu ne kadar bir güvendir kendine duyulan? Bu nasıl bir meydan okumadır?
Eğer bu kavramları büyük bir uygarlığı ortaya çıkarttılar diye benimsiyorsak, tarihin en büyük uygarlıklarından Mısır Medeniyeti, bu ihtişamını kölelere borçludur. Kölelik sistemi olmasaydı bu medeniyetin parıltısından şimdi söz ediyor olmayacaktık. Bir uygarlığın sonucu önemliyse, bu sonucu meydana getiren köleliği niçin yerden yere vuruyoruz? Niçin onun karşısında şimdi liberalizm parlak bir uygarlık yarattı diye kutsuyoruz?
Çalışmak, bir makine parçası gibi sürekli çalışmak özgürlüğü kısıtlayan bir şey değil midir? O halde kapitalizmi doğuran ve yaşatan çalışma kavramını niçin kutsuyoruz? Çalışmayı sevmeyen doğu halklarını küçümsüyor, insan yerine saymıyoruz?
Şimdi disiplinden ayrık düşünemeyeceğimiz askerlik ve askerlere disiplinsiz bir özgürlük tanınsa onlar yine de bu işlerini yapmaya, ve icabında ölümüne vatan savunmasına bu kadar istekli olmaya devam ederler mi?
***
Batı kavramları insanlığın zirve noktası değildir. Her yüksek uygarlık zamanında kendisini zirve olarak görmüştür. Ancak şimdi onların izlerini ancak mezar kalıntılarından görebiliyoruz.
Aydın olmak için sadece çağını anlamak yetmiyor. Çağın da ilerisini görebilenlerdir aydınlar. Zamanını aşabilmiş olanlardır. Ancak onlar ısrarla şimdiki medeniyeti temellendiren bir özellik olarak özgürlüğü görüp; bu kavramın her zaman aynı sonucu sağlamayacağını düşünebilirler. Fizik kanunlarının bile tüm evrende geçerli olmadığı, uzayın başka bir yerinde değiştiği kabul edilmişken Batı’nın bu sosyal kurallarına tutkuyla bağlılık neyin nesidir?
Kaldı ki batı bugün bu kadar özgürlük havarisi olmasını bile vaktinde önünün kesilmiş olmasına borçludur. Feodalite altında inim inim inlerken, kilise papazlarının bu kadar işbirlikçi ihanetleriyle karşılaşmasaydı şimdi bir barajdan boşalmışçasına enerji dolu olmazdı. Bu kavramları yaratırken geçmişte yaşadıklarına az borçlu değillerdir. Avustralya yerlileri de belki yüzlerce yıl hür ve özgür yaşadılar. Ama Batı’nın teknolojik medeniyeti orada çıkmadı ortaya.
Şimdi aksini bile düşünemediğimiz Demokrasi, Hümanizm ve Feminizm yine Batı uygarlığının bize yutturduğu dogmalardır. Bunları kabul etmeyi aydın olmanın şartı sayanlar yanılmaktadırlar. Yahut bu satır başlarının altını ilgili-ilgisiz ayet ya da hadisle dolduranları Müslüman aydın olarak kabul etmek... Kavramın kendisini itirazsız kabul etmek, onlara sıkı sıkıya bağlı kalmak ne kadar aydın olmaktır? Bırakın çağı aşmayı, çağını anlamaktan bile aciz insanları entellektüel saymakta bile zorlanıyoruz.
Papazları söyledikleri tartışılamaz olduğu için suçlayanlar şimdi aynı konuma bilim adamı titr’i taşıyanları yerleştirmeye ne kadar istekliler! ‘İkisi aynı şey mi?’ diye soracaklara şunu söyleyebilirim: Bilimde kesinlik yoktur. Ancak onlar da papazlar gibi sosyal bilimcilerin söylediklerini, isimlerinin başındaki “titr”den dolayı adeta tartışılmaz gerçeklermiş gibi görmekte çok arzulu davranmaktalar.
Zamanımızın özgürlük havarileri, demokratları, feminist ve hümanistleri modası geçmiş Fransız İhtilalini 250 yıl geriden takip etmekte, nal toplamakta ne kadar da istekliler!

(Nida Dergisi’nden)

Raci Durcan
kubha
22.09.2009

İyiliği emret kötülükten alıkoy

Susamış adam "su", aç adam "ekmek", hapisteki adam "özgürlük" diye bağırır, bu son derece normal. Elde ettiklerinde de daha fazla bağırmazlar. Kurtlar Vadisi show tv'de rating rekorları kırarken, STV'de oynadığında kitleler tarafından izlenmiyorsa bu üzerinde araştırma yapılması gereken ciddi bir konudur ve bu konuda yapılacak saptamalar yukarıdaki yazıda insanın tabiatı ile ilgili değinilmeyen yönü tamamlayabilecektir.

Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.