BAYRAM KLİŞELERİ
BAYRAM KLİŞELERİ
Metin Önal Mengüşoğlu
Son İlahî Kelam’ın Hac Suresi yeryüzü hayatının Son Saat’ini insanlara hatırlatarak hazırlıklı olmalarını ister. Devamında müminleri Allah Elçilerinden İbrahim’in inşa ettiği Ev’i ziyarete ve Allah adını anarak kurban kesmeye çağırır. Ve der ki, mealen: “(Fakat unutmayın ki) onların (kestiğiniz kurbanların) ne etleri Allah’a ulaşır, ne de kanları; lakin O’na ulaşan, yalnızca sizin O’na karşı gösterdiğiniz bilinç ve duyarlıktır…”
Bu bilinç ve duyarlık’ı üzerinde düşünmeye değer buluyorum. Bayram geldi geçti. Allah’ın
Son İlahî Kelam’ın Hac Suresi yeryüzü hayatının Son Saat’ini insanlara hatırlatarak hazırlıklı olmalarını ister. Devamında müminleri Allah Elçilerinden İbrahim’in inşa ettiği Ev’i ziyarete ve Allah adını anarak kurban kesmeye çağırır. Ve der ki, mealen: “(Fakat unutmayın ki) onların (kestiğiniz kurbanların) ne etleri Allah’a ulaşır, ne de kanları; lakin O’na ulaşan, yalnızca sizin O’na karşı gösterdiğiniz bilinç ve duyarlıktır…”
Bu bilinç ve duyarlık’ı üzerinde düşünmeye değer buluyorum. Bayram geldi geçti. Allah’ın
evi sayılan Kâbe ziyaretlerinin zorunlu bölümü bu yıl için bitti. Kesilen kurban etleri dağıtıldı, yenildi, tüketildi. Yahut idareli biçimde tüketilmek üzere konserveye, sucuğa dönüştürüldü v.b. Bütün bunları yerine getirirken umumun niyeti umulur ki Allah içindi. Peki, Allah’a bunlardan hangisi ulaştı? Allah, insanların kalbini okuduğundan, kimin bu işleri halis niyetle, kimin gösteriş maksadıyla yaptığından elbette haberdardır. İnsan kalplerinin gizlediği her şey Allah’a çoktan ulaşmıştır. Bu durumda insanlar ellerinde avuçlarında neyin kaldığına bir daha bakmalıdırlar.
Yeşilçam Sinemasının ilk dönemlerde bolca ürettiği filmleri, melodramları izleyenler hatırlayacaktır. Diyaloglar, monologlar öylesine klişe laflardan ibaretti ki filmleri sulu gözlerle izleyenler bile ağlamayı bırakıp gülmekten, alaylı biçimde dalga geçmekten kendilerini alamazlardı. Hani şu mahallelerin canlı biçimde yaşadığı dönemlerde, henüz televizyon icat edilmemişken, komşuların birbirlerini ziyaret ettikleri, misafirliklerin sürüp gittiği yıllar vardı. Evin küçük kızı komşu kapısını çalar: “Müsaitseniz bu akşam size oturmaya geleceğiz” derdi. İnsanlar evvela bir güzel oturur, ardından sohbeti koyulturlardı: “Nasılsınız, ee daha daha nasılsınız? Havalar da ne güzel gidiyor. Hatçeanımın sarışını da askerden dönmüş.” Bu ve benzeri beraberlikleri sinema perdesinde görmeye başlayan ahali, bir süre sonra kendisiyle alay ettiğinin farkına varmadan gülünçlüklere tanıklık ederdi.
Neden böyleydi? Sözlü kültürün yaygın olduğu, okuryazarlığın eksik bulunduğu ilişkilerin, daha ileri ve zengin diyaloglar üretmesi belki düşünülemezdi. Ayrıca sözlü kültür ile yazılı kültür arasındaki entelektüel farkı da görmezden gelmemelidir. İnsan denen yaratığın bir araya geldiklerinde tartıştıkları, üzerinde konuştukları, fikir ürettikleri daha köklü, daha sağlam dertleri, davaları, meseleleri olmalıydı. Diyelim ki sözlü kültürün yaygın olduğu dönemler için yukarıdaki sıradan, beylik, klişe söylemlerin mazereti bulundu, uyduruldu. Peki, günümüzde benzer alışkanlıkları sürdürmenin mazereti nedir?
Bayram tebriki klişeleri üzerinde düşünen var mıdır? “Mübarek kurban bayramınızı ailecek tebrik eder, esenlikler dileriz.” Siz ifadeleri üç aşağı beş yukarı küçük fiskelerle farklılaştırın, ne değişecektir? Cep telefonlarına, e-mail adreslerine postalanan şablonlar da birbirinden pek farklı değildir. En gelişmişi, internet denilen imkânın sunduğu nimetlerden yararlanarak, kes yapıştır yöntemiyle, kocaman bir kırmızı gül resminin altına, aynı sloganı yazıp postaladınız mı görev tamamdır. Gerçekten tamam mıdır?
Klişe kullanmak, şablonlarla işi geçiştirmek ne kadar şıktır? Böyle kolaya kaçmak, her bayramda kopya çekmek yakışık alıyor mu? Biraz, evet, sadece biraz düşünerek bu klişeleri, şablonları her seferinde değişik bir söz dağarcığıyla, dosta ahbaba ulaştırmak çok mu zordur? Birileri bunun için şair-yazar olmak gerektiğini zannetmesin. Sonuçta şair ve yazarlara en zengin malzemeyi sunanlar sıradan insanlardır. Kaldı ki insanlar arasında okuryazar bile olmayan, irfan sahibi öyleleri vardır ki, sözleri, nasihatleri kulaklara küpedir. Ayrıca ümmi insanların düşünmesini yasaklayan yasa mı vardır?
Kanaatimce mesele şudur, insanlar kolaycılığa, ucuza kaçmaya, yapıp ettiklerini geçiştirerek yerine getirmeye alışmışlardır. Alışkanlık, davranışlardaki bilinç ve duyarlık’ın baş düşmanıdır. Öyleyse evvela buradan başlayarak düşmanla mücadelede mevzi kazanmalı değil midir? Yukarıda bahsi geçen misafirliklerdeki oturma’lardan bayram tebriklerine kadar insan en küçük eyleminde dahi bilinç ve duyarlık’tan mahrumsa, elinde Allah’a gönderecek neyi kalacaktır? İbadet ile adet (alışkanlık)in birbirini nakzeden iki kavram olduğu unutulmamalıdır.
Sevgili okuyucularım! Allah’a yakınlaşmanın bir vesilesi olduğunu bildiğimiz Hac ve Kurbandaki kulluk bilinci, arkadaşlık, dostluk, kardeşlik ve barış kavramları üzerinde yeniden düşünmeyi sağlamalıdır. Ama asıl ve öncelikli barışın kişinin kendi iç huzuru olması lazım geldiği gerçeğini de asla göz ardı etmemelidir. Bunun ise fıtratımızda mevcut vicdan duygusunun kapı ve pencerelerini ardına kadar açık bulundurmaktan geçtiğini hatırlarsak bir işe yarayacağını umarım hiçbir mümin unutmaz. Allah ile dostluğun mukaddimesi de burada, insanın kendini hesaba çeken ‘kendi’ manasındaki vicdanın yazısız sözsüz kitabındadır.
Daha önce yayınladığımız ve fakat Bilmediğimiz teknik bir atak sonucu silinmiş olan bu yazıyı yeniden sunuyoruz. Yazardan ve izleyicilerimizden özür dileriz... kriter