FARKLILAŞMAK  DONUKLAŞMAK(*)

FARKLILAŞMAK – DONUKLAŞMAK(*)

M. Selami ÇEKMEGİL

Hayat, değişmez bir mihver etrafında namütenahi değişkenlerin dönüşümünü yansıtıyor. Bu biçimsel değişkenlerin, değişmez mihver olan öz’ün yerini alması halinde hayat hikmetli ve tutarlı anlamını kaybederek, çelişkili bir anlamsızlıklar yığınına dönüşmektedir. Biçimsel değişkenlerin değişmez mihverin birleştirici cazibesinden kurtulup ta kopuklaşması halinde ise sonsuzluğa dek dağılmalar ve ufalanmalar tabii bir sonuç olur. Bir başka ifade ile, biçimsel değişkenleri değişmez öz’ün yerine koyan toplumların varlık hikmetlerini yitirerek dönen dünyada tuz buz olduklarını söyleyebiliriz. Bütün tarih, ilkesel hak ölçülerin tanımcısı olan Tek’in güdümündeki gelişme, değişme ve rasyonelleşme çizgisini yitiren insanlığın, kendine hayat veren ilkesel davranış modelinden mahrum kalarak, çelişkili biçimselleşmeye kurban edilişinin ızdırabını yansıtıyor.

Ama basiretli, inceleyici ve tahlilci bir gözle baktığımızda anlıyoruz ki hayatın tabii akışı, bir ölçüde farklılaşmaya prim verme eğilimindedir. Farklılaşmanın olmadığı, gerçekleşmediği ortamlarda hayat durur; zevk, renk ve espri kaybolur... Tek renkli, diyelim gri bir ortamda hayat devam etse bile neye yarar ki?.. Her tarafın griye boyandığı; yer, gök ve denizlerin gri olduğu, ağacın yeşilinin, güneşin yedi renkli huzmesinin, Bayrağın kırmızısının, gökyüzünün uçsuz maviliğinin, sonbaharın sarısının bulunmadığı bir hayatın, kabrin soğuk, donuk ve öldürücü kasvetinden ne farkı kalır?


Ama gelin görün ki, tek renkliliğin bu öldürücü kasvetine rağmen gelenekçilik illetine maruz, düzeni ritimleşmiş orta yaşlılarımızla hayatlarının düzeni kaymış yaşlılarımızın üzerine en çok titredikleri şey statükonun korunmasıdır. Onların en fazla karşı oldukları şey de farklılaşma ve farklı bir emr-i vakiye maruz kalma riski(!) dir. Bu farklılaşmanın adını kuşak farkı şeklinde adlandırarak kerhen tolerans gösterdikleri zamanları bir yana bırakırsanız, farklılaşma ve yeni bir düşüncenin ortaya çıkması onlar için bastırılması gereken en korkunç bir eğilimdir. Ellerinden gelse yasa üstüne yasa çıkararak toplumun ve kişilerin etrafına dört duvar örer ve bu duvarları sorgulayanları idamla cezalandırırlar. Totaliter rejimler bunun en belirgin örnekleridir. Onlara göre farklılaşma, değişik bir hüviyet taşıma adeta savaşılması gereken bir tehlikedir. Bu rejimlerde değişmez biçimde yasa enflasyonu görülmesi bundandır.
Statükocular, kendilerini taklit eden ve tekrarlayanları, tablolarına yeni renk katmayanları himaye edip kollarken, kendilerine çok daha mükemmel bir ufkun nimetlerini de sağlayacak olan şahsiyet ve hüviyet belirtilerinin tepesine balyozla vurmaktalar; kendi hayatlarının bile içine hapsedildiği kabirsel labirentlerin yok edilmesine razı olamamaktadırlar. İşte bu, Kur’an‘a ve Kur’an‘ın haberini verdiği bitimsiz saadet ve hayatiyet ilkesine de son derece aykırı bir yaklaşım tarzıdır.

Hayat rehberi Kur’an‘ın hiçbir yerinde, Allah’ın kullarını, oğulların ya da torunların dinine karşı teyakkuza davet ettiğini görmüyoruz. Oğulların ve torunların dini henüz olmayan, taklidi mümkün bulunmayan bir hayat tarzı olduğu cihetle ona karşı eleştiri esasen anlamsızdır da. O müstakbel hayat tarzı, belki de haksızlığın yerine hakkı ikame edecek; hakkın sözünün geçerli olduğu o anlayış ikliminde “baba”lar yok olacak ve statik statüko oluşmayacaktır. Ama atalarının dinini taklit, ataların dinine uymak Kur’an‘ın lafzen de kınadığı ve insanları müteyakkız olmaya çağırdığı çok önemli bir tehlike olarak ortada durmaktadır. Hz.Adem’den itibaren her peygamber, oluşmuş çok tanrılı statükonun esaret zincirini kırarak, tevhid ilkesinin insanlığa bahşedeceği değişim nimetinin yollarını açmakla görevlendirilmişlerdir. Tüm peygamberlerin değişmez misyonu budur.

Nitekim Kur’anda statükoyu temsil eden Baba Azer’in konumu, yıkılması gereken bir putçulukken, ona karşı çıkan oğul İbrahim’in misyonu, o statükoyu yıkmaya yönelik “tevhid” akidesinin tabu tanımaz realitesinin ikamesidir. Kur’anın bu simgesel mesajını iyi kavrayarak statükocu ve müşrik babaların donuk hayat felsefesinden ihyacı ve statükoyu değiştirecek hayat gerçeklerine yönelmenin, insanlığa cennet ufuklarını açacağına inanıyorum…

Cennet, ataların dininin oluşturduğu karanlık dehlizlerin esaretinden , Allah’ın öğütlediği “tevhid” akidesinin bahşedeceği hürriyet atmosferinde düşünen ve davranan farklılaşmış nesillerin ufkudur.

(*) bkz. Kendimizi Tartışmak, M. Selami Çekmegil, Timaş Yayınları, İst, 1995

M. Selami ÇEKMEGİL
Melitenli
02.05.2007

karşı görüş...

http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=65&Itemid=48

Melitenli
18.04.2007

Dikkat!..

Tabii bu farklılaşmayı zıpırlaşma olarak almamak lazım!..

Selami Çekmegil
16.04.2007

Teşekkür...

Özlediğimiz eski ve genç ses; teşekkür ederim Batuhan kardeşim...

batuhan
15.04.2007

sanki geçmişte...

sanki geçmişte daha mı sıradışı bir çizginiz varmış? yoksa geçen yılların özlemiyle yanmak ama bu sırada pek de birşeylerin değişmediğini görerek hayıflamak mı bu yazıyı tekrardan gündeme taşımanızın altında yatan sır?

batuhan
15.04.2007

harika bir yazı

Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.