İnsan bir toplumsal gurup içinde yaratılmıştır.

İNSAN BELLİ BİR KABİLE, BELLİ BİR TOPLUMSAL GURUP İÇİNDE YARATILMIŞTIR!..

Necmettin EVCİ
“Ey insanlar, gerçekten biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün olanınız takvaca en ileri olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır.” (Hucurat 13) Aile, kabile, boy, topluluk insan yaratılışının değişmez hakikatidir. Akıllı, duygulu, anlayışlı, zeki, yetenekli insan, toplum içinde kendi değerini ve bilincini daha rahat kavrar. Toplumla birlikte olmama anlamındaki
yalnızlık insanın vahşiliğini artırır. Bir yönüyle bedevî kabalığı bu bağlamda değerlendirilebilir.(14) İnsan her bakımdan kendi gerçekliğini bir başkası ile, bir başkası üzerinden fark eder, kavrar. Düşünme, bilinç, anlam; dar çevreden en geniş topluluğa doğru açılarak çeşitlendikçe çoğalır, derinleşir. Bu aşamalardan geçerek olgunlaşırız. Diğer yandan da gittikçe artan soyut ve sosyal yanlarımız kişiliğimizin ve kimliğimizin oluşmasına yol açar. Kendimizi içinde yaşadığımız topluma isnat ederek tanımlar ve tanıtırız. Kendi birikimlerimizi ait olduğumuz toplumun birikimlerine katar, toplumun tecrübesinden kendimizinmiş gibi istifade ederiz. Birey ve toplum arasında değer, kültür ve bilinç ortaya çıkaran bu ilişki tarzına benzer yaklaşımlar, değişik toplumlar arasında da olur. Her toplum her birey gibi kendisini bir başka toplum üzerinden keşfeder. Başka kavim veya aşiretle olan benzerlik ve farklılıklarımız bizi en iyi ifade eden özelliklerimiz olurlar. Öteki farklı kişilikleri tanımak, kendimizi tanımamıza yol açar. Kendimizi başkası üzerinden tanır ve tanımlarız. Karşılaşmanın doğal etkileşimi sonucu kendimizi başkasına göre, başkasını kendimize göre izah ederiz. Ciddi manada benlik, kimlik ve kültür bilinci farklılıkların etkileşiminden doğar. Akıllı, duygulu, çalışkan, cesur, köylü, kentli vs. Farklılıklar daha doğrusu birbirimizle karşılaşarak ayrımına vardığımız eksik veya fazlalarımız kurulan, kurulacak olan beşeri ilişkilerin somut zeminini oluşturur. Maddi ve manevi alanda ve hayatın her anında süren etkileşimler kültürün ve giderek medeniyetin oluşmasına yol açar. Bu mekanizma bizim var oluşumuzla birlikte işlemeye başlamıştır. Kültürlü yaratılmış insan hem kendi ontolojik karakteristiği hem de tabiatın zengin çeşitlilikle işleyen mekanizması içinde benliğini bulmuş veya keşfetmiş olmalıdır. Eğer dilimiz, yaşam biçimimiz, rengimiz farklı yaratılmamış olsaydı ya da birbirimizden yalıtılmış tekil varlıklar halinde var olsaydık kültür boyutumuz ve medeniyet pratiğimiz olmayacaktı.
Toplumsal varlık olarak insan birlikte yaşamanın kurallarını belirlemek durumundadır. Bilgi ve bilinçle donatılmasının yanında vahiyle desteklenen insan amaç ve anlamına uygun olarak, yerde ve gökte olanlar emrine müsahhar kılınmış olarak yeryüzünün süsü ve efendisi idi, efendisidir. Vahiy kul olma bilinci ve Allah’a imanını muhkem kılıyordu. Aynı inanca sahip topluluk gündelik sorunlarını da koşullara göre değişen şeriat veya ondan neşet eden hukuki, fıkhî çözümlerle aşıyorlardı.
Hukuk birlikte yaşamanın zorunlu ihtiyacıdır. Hukuk toplumların yapısı ve yaşayışına göre değişir, kısaca hayatı esas alır. Baştan da söylediğimiz gibi esas olan hayattır, hayatın kolaylaştırılması, zenginleştirilmesidir. Her türlü düşünce, sanatsal ya da siyasal çabalar hayatı canlı kılmayı amaç edinmelidir. Doğal olarak hukuk da düşünce de değişen hayatı ince bir dikkatle izlemek durumundadırlar. İlk insan gruplarında hukukun olduğu bilinmektedir. Doğal olarak yaşamın düzen, ritim ve aşamalarına göre hukuk da merhaleler kat etmiştir. Yüzlerce üyeden oluşan bir toplumun belli bir devir sonra milyonlara ve çok parçalı yapıya dönüşürken hukukları, insan ve yaşam tasavvurları aynı kalamazdı/ kalmadı. Harun Özdemir, ‘Şeriat’ isimli çalışmasında ilk insan gruplarından modern dönemlere gelinceye kadar gelişen yaşam ve insan ilişkilerini analiz eder. Andığım çalışmada, genel tarihsel aşamalarıyla hukukun, onunla bağlantılı olarak siyasi yapının gelişimi, ‘şeriat’ kavramı ve bu kavramın insan- yaşam-şehir bağlamında olgunlaşma sürecine vurgu yapılarak kritik edilir.(15)


(14) -Bkz. Prof. Dr. İbrahim canan, Hangi Medeniyet, Hangi Kültür, Hangi Dünya?, özellikle s.84- 87, Yeni Asya yay, İst. 1996.
(15) -Harun Özdemir, Tarih’in İzinde Şeriat, Zry-Geyik yay. İst.2003.
Necmettin EVCİ
Fahri
01.07.2008

bu yaklaşıma göre, evrim teorisini red etmeyeceğiz ama sosyalleşme ile mi başlatacağız.?

Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.