KADININ YOKOLUŞ SERÜVENİ (*)
KADININ YOKOLUŞ SERÜVENİ

Günleri kutlanarak kadınlar da avutuldu ve onların problemi de bir kez
daha çözüldü. Çözüldü dediysek sorun; bir iki feminist gösteri, birkaç
salon toplantısı, talepler, temenniler, buket buket hediye çiçekler,
çelenk koymalar, ne yapıp edilip çağdaşlıkla ilişkilendirilen söylevler,
ilerleme nutukları, kokteyller, bir iki ödül derken evet sorun bir
sonraki kutlamaya kadar ertelendi. Herkesin kendine göre yonttuğu
günlerimiz çoktur bizim. Kadınlar günü de işte o yontulmalar içinde çeşit
çeşit sesleri, sloganları depreştirerek sırasını savıp, bir sonraki
gelişe kadar gidecek. Ne yazık ki hayat, bu geliş gidişler sarkacında bir
oyun düzenini aşamamaktadır.
Kadın ve kadın haklarına yoğunlaşarak hafızamı kurcaladığımda ne yazık ki
sadra şifa olacak ciddi açılımlar yapıldığını hatırlamakta zorlanıyorum.
Kadını evinden, ailesinden koparıp, onu kendine özgü fıtratından
uzaklaştırmayı çağdaşlık, özgürlük, eşitlik gibi içi aldatmalarla
doldurulmuş kavramlarla kışkırtan kontrolden çıkmış birinci feminist
dalga, geride telafisi imkânsız tahribatlar bırakarak yerini ikinci
dalgaya bıraktı. Tasarlandığı ölçüde toplumda karşılığını bulamayan bu
dalga, zayıf düşürülmüş kimi kadınlarımızı baştan çıkarmayı başarmadı
değil. Evlerinden fırlayıp gün boyu sokaklar arşınlamayı özgür yaşamın
icabı sayanlar, yaldızlı hayallerine kavuşamadan nelerini yitirdiklerini
geç de olsa anladılar. Anladılar ama yürekleri anne şefkatinden yana
yoksul düşmüştü. Kuruyan şefkatin yerinde hicran çoğaltan çoraklıklar
uzamaktaydı. Çocuklarından ayrı veya anne olmamak için direnen kadınlar
coşkusu yitirilmiş yaşamların acı yalnızlığını yaşar oldular. Üretime
ayarlı modern yaşam çocuklara annesizliği, annelere çocuksuzluğu armağan
etti. Kreşler, Çocuk Esirgeme Kurumları. Huzur Evleri, Kadın Barınakları
modern vicdanın alttan alta intikam kaynatan canlı, sosyal sefalet
anıtlarıdır.
Hummalı coşkusuyla sanayi devrimi başladığında ucuz ve yoğun iş gücüne
gerek duyulmuştu. İmalat hem seri hem ucuz olmalıydı. O sıralar İngiltere
ve Fransa başta olmak üzere Feodal yapıdan Sanayi kapitalizmine geçen
Avrupa kentlerinin sokaklarını dolduran milyonlarca dilenci fabrikaların
karın tokluğuna çalışan kol gücünü oluşturdular. Günde 14-16 saat
durmaksızın çalışıyorlardı. Yetmedi; iş gücü açığı kapatılamadı. Bunun
üzerine ev hanımları, genç kızlar, hatta çocuklar iş gücüne katıldı.
Hızlı bir değişim yaşansa da az çok değerleri, belli yaşama biçimleri
olan insanlar bu yeni durumu tuhaf karşıladılar ilkin. Kadının çalışma
hayatına girmesi doğal olarak aile merkezli bir yaşamdan uzaklaşması ile
ne tür sosyal, ruhsal çalkantıların, bozulmaların başlayacağı
kestirilemiyor değildi. Köklü, kapsamlı değişim yaşamın oturduğu
temelleri derinden sarsmaya başlamıştı. Batı, her şeyini katarak
yükselttiği yeni uygarlığını, önce ucuzlattığı sonra da büsbütün yıkıp
yok ettiği ruhun, aklın, aşkın, sevginin üzerine inşa etti. Bu süreçte
kadın, romanlara konu olacak trajedisini yaşayacaktı. Uzatmayalım; önce
evlere iş vermekle kadını üretim sürecine katan girişim ‘kadının ekonomik
ve sosyal özgürlüğünü kazanması’ feminist söylemiyle toplumu kuşattı.
Özgürlüğünü kazanacak kadınlar, sabahın köründe uykularına doyamayan
çocuklarını kreşe atar atmaz yüreklerindeki şefkati bastırarak, hasret
acısını dindirerek koşuyorlardı fabrikalara. Fabrika onları yutmak için
ağzını açmış bekleyen obur canavar!.. Akşama kadar karın tokluğuna kol
çevir, manivelaları zamanında indir, çarkları döndür, dişlileri ayarla,
hızla boşalan bantlara iş yetiştir telaşesi ve kan ter içinde gün biter.
Önemli olan, üretim değerlerinin ve ritminin bozulmamasıdır; kalbinizin,
ruhunuzun ritmi bozulabilir. Önemli olan çalışma düzeninin aksamamasıdır;
huzurunuz, aşkınız, inancınız, aile ilişkileriniz aksayabilir. Özgür yaşam
bizden fedakarlık beklemektedir. Mesai ile birlikte gün biter ama kendisi
de bitmiştir. Yıllar boyu süren bu didinme içinde aşkı, sevgisi, şefkati
de bitmiştir. Şimdi o güzellikler ömürde bir defa olsun doyasıya
yaşayamayacağı kadar ulaşılmazdır. Yaşam yorgunu bir kadındır o. Belki
gerçekte olsa üretimi aksatacak yasak rüyalarında, ruhunun uzak köşesinde
hâlâ var olan mutluluğa dokunmaktadır. Yeni hayatın soluk aldırmayan
temposu gönlünce rüya görmeye de izin vermez çokluk. Sıcak düşleri kurulu
saatin zırıltısıyla bıçak gibi kesilir. Yarım kalmış duygular ve
uykularla fırlar çıkarsın. Haydi, var kılmak için nelerimizi verdiğimiz
yeni kutsalımızın bizi özgür kılan düzenini kutsamaya. O yorgunlukla, o
tükenişle şimdi modernizmin kendisine bahşettiği ve ne hikmetse rahatını
kaçırmaksızın elde edemeyeceği özgürlüğünü kutlayabilir. Sersefil ama
özgürce süren bir hayattan sonra dinlenmek mi? Ona mezarda çok vakit
bulacaktır.
Ayrıca özgür kadın güzel olmalıdır. Çünkü o sosyal bir varlıktır. Sosyal
ve kültürel yönü yeni yaşam tarzını buna koşut olarak yeni kadın tipini
benimsemesiyle olacaktır. O bu haliyle güzel değildir. Oysa bütün gözler
onun üzerindedir. Bu aşamadan sonra artık sadece eşine ve çocuklarına da
ait değildir. Toplumsallaşmanın gerektirdiği görünüm, kişilik ve
donanımda olmalıdır. Genel kabullere uyumsuzluk kendine ilgiyi azaltır.
Bu noktada kadınsı cazibe çok önemlidir. Kadınlık bilinci öncelikle
varlığının cazibesini fark etmekle mümkündür. Moda yeni yaşamın
beğenileriyle oluşan tarzdır. Uyumsuz olmamak için beğenileri önemsemek,
öncelikleri beğenilere göre belirlemek gerekir. İşte özgür, haklarının
bilincinde, güzel ve bakımlı kadın çıktı ortaya. Derken kadın, sadece
yeni kapitalist sınıfın para kazanmak uğruna hiçbir insani değer
tanımayan hırsı için ezilmekle kalmamış, ayrıca kapitalizmin Pazar
alanına dönüşmüştür.
Bu gün gelinen noktada modern yaklaşım sadece kadın için değil insan için
hiçbir ontolojik izah yapamamaktadır. Kadın olsun erkek olsun insan,
manasız bir yaşam içinde boş hayallerle avunmaktadır. İnsan anlam
derinliğini, asaletini yitirmiştir, yitirmek üzeredir. İlk evrede
aldatılarak sömürülen kadın ruhunun güzelliğinden soyulmuş, ikinci evrede
çırçıplak tensel varlığı piyasaya pazarlanarak doğrudan aldatıcı bir
figüre dönüştürülmüştür. Şimdi o değer olarak hiçleştirilmiş varlığıyla
şehevi zevklerin tatmin aracı yapılmıştır. Kapitalizm iliklerine kadar
sömürüye ve pazarlamaya elverişli hale getirdiği kadını özgürlük
yalanlarıyla aldatmayı sürdürebilmektedir.
Kadına son tahlilde cinsel bir obje olmanın ötesinde anlam yükleyemeyenler
ona tarihinde en aşağılık muameleyi reva görmüşlerdir. Kadının maddi-
manevi tüm varlığı sömürü, istismar, yağma, talan ve kazanç alanına
dönüştürülerek hiçleştirilmiş, aşağılanmıştır. Kadının (ve payına düştüğü
kadarıyla erkeğin) onuru ayaklar altına alınmıştır. Eğer ‘kadının Adı
Yok’sa bu sebeple ve bu gelişmeler sebebiyle yoktur.
Televizyon ve gazetelerde kadınlar günü etkinlikleri gösterilerinde
taşınan pankartlar bastırılmış bir ruhun açığa çıkması gibiydi. O
pankartlardan bazılarında ‘Evlilik izini uzatılsın’, ‘Çocuklarımızı
emzirmek istiyoruz’, ‘Çocuklarımızla daha çok birlikte olmak istiyoruz’
gibi sloganlar vardı. Galiba gün görmemiş kadınların vicdanı ayağa
kalkıyor.
Kadınlar bir anne olarak, eş olarak, sevgili olarak yere düşerlerse orada
uygarlık yere düşer. Çünkü kadın yaşamın ana öğesi, kurucu ve koruyucu
unsurdur. Kadını oyuncak haline getirerek aşağılayanlar, gerçek anlamda
aşağılık olanlardır.
(*)-Bu yazı 10 Mart 2006 tarihli Yeni Şafak’da ‘Düşünce Gündemi’
sayfasından alınmıştır.
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.