KURAN YOLUNU SEÇENLERİN EL KİTABI
KURAN YOLUNU SEÇENLERİN EL KİTABI

Oldukça anlamlı bir kitap adıdır bu. Sayın Bahaddin Bilhan Tevhit’ten sonra çok kısa zamanda bu ikinci kitabını yayınladı. Elbette herkes kendi çalışmalarının karşılığını alacaktır. Bu karşılık madden olmasa da mutlaka manen olacaktır.
Değerli Bilhan Fransa’da, Almanya’da İslam dinini orada çalışanların kendilerine ve çocuklarına öğretti. Değerini kitaplarıyla da gösteren Hocamdan oradaki işçi, öğrenci ve öğretmenler ne derece yararlanmışlardır? Bilgisini her zaman öğretmekten hoşlanan hocamızın
o ülkelerden gelişinden sonra yıllar geçti; fakat o işçilerin torunlarına bile hitap etmekten yılmıyor, usanmıyor.
“Onun yazdıklarına haddim olmayarak ekleyeceklerim olabilir mi?” diye düşündüm. Öncelikle aklıma büyük elçilik ve konsolosluklar geldi. Elçiliklerde müsteşarlıklar ve konsolosluklarda eğitim ve din ataşeleri zahiren bu işlerle görevliydiler. Sayın eğitim ve kültür müsteşarlarından bu alanda “Çıt! çıkmadığını” söyleyebilirim.
Fakat Bahaddin hocamın “Kâfiristan yoktur.” ifadesi fevkalade anlamlıdır. (Sh.51) Hoca Efendi aynı sayfalarda işçilere hitaben “Fabrika kurun” diyor. Yüce Akif herkesin kâfiristan dediği yer hakkında çok övücü bilgiler verir Safahatında. Bizim başkentimiz İstanbul’da yağmur ve kar yağınca insanların yürüyemeyişini çok güzel izah eder, tasvir eder. Fakat kimilerinin kâfiristan dediği yerler övgüyle anlatır. Onların otellerini, yollarını övmekle bitiremez. “Onların işleri bizim dinimiz gibi, bizim dinimiz de onların işleri gibi” anlatımıyla aradaki fark ve benzerlikleri en güzel şekilde anlatmaktadır. Zaten o, Almanya’ya gitmeden önce maalesef Türk askeri birbirini kırarak Balkan savaş ve ülkelerini kaybetmişti. 17 yıllık Almanya’da geçmiş bir eğitimci olarak şunları söyledim. Türk Hükümetleri her ay 50 Dm talep etseydi ve bu paranın teminatı garantilenseydi ülkemiz herhalde şimdilerde düşünemeyeceğimiz yerlerde olurdu.
“Onun yazdıklarına haddim olmayarak ekleyeceklerim olabilir mi?” diye düşündüm. Öncelikle aklıma büyük elçilik ve konsolosluklar geldi. Elçiliklerde müsteşarlıklar ve konsolosluklarda eğitim ve din ataşeleri zahiren bu işlerle görevliydiler. Sayın eğitim ve kültür müsteşarlarından bu alanda “Çıt! çıkmadığını” söyleyebilirim.
Fakat Bahaddin hocamın “Kâfiristan yoktur.” ifadesi fevkalade anlamlıdır. (Sh.51) Hoca Efendi aynı sayfalarda işçilere hitaben “Fabrika kurun” diyor. Yüce Akif herkesin kâfiristan dediği yer hakkında çok övücü bilgiler verir Safahatında. Bizim başkentimiz İstanbul’da yağmur ve kar yağınca insanların yürüyemeyişini çok güzel izah eder, tasvir eder. Fakat kimilerinin kâfiristan dediği yerler övgüyle anlatır. Onların otellerini, yollarını övmekle bitiremez. “Onların işleri bizim dinimiz gibi, bizim dinimiz de onların işleri gibi” anlatımıyla aradaki fark ve benzerlikleri en güzel şekilde anlatmaktadır. Zaten o, Almanya’ya gitmeden önce maalesef Türk askeri birbirini kırarak Balkan savaş ve ülkelerini kaybetmişti. 17 yıllık Almanya’da geçmiş bir eğitimci olarak şunları söyledim. Türk Hükümetleri her ay 50 Dm talep etseydi ve bu paranın teminatı garantilenseydi ülkemiz herhalde şimdilerde düşünemeyeceğimiz yerlerde olurdu.
Üce (Derler ki ateş düştüğü yeri yakar. Sayın okuyucu bu sözle sana bir şeyler hatırlatmak istedim. Şayet hatırlamadınızsa Kombassan, Yimpaş ve ötekilerin parası işçimizin parası değil mi? İşte bizim vefakâr işçimiz devletin yapamadığı işi kendisi yapmak istedi. Fakat olanlar maalesef yürek dağlıyor değil mi?) Hocamın yazılarında bazı güncel konulara değinilmemiş:
Konu Kur’an olunca mutlaka Mehmet Akif’ten bahsetmek gerekir. Onun artık Safahat’ta meşhur olmuş bir mısraı vardır. “Kur’an hele inmemiştir mezarlıkta okunsun diye.” Bu büyük adam bir yarada biriken cerahati parça parça akıtır. Çünkü Kur’an anlaşılsın ve uygulansın diye gelmiştir. Bu anlaşılmazlık herhalde Osmanlı’da da vardı. Bilindiği gibi bir Türk (Hezarfen Ahmet Çelebi) uçak denemeleriyle tanındı ve bu onun hayatına mal oldu. Hiç Kur’an uçak icat ve kullanımına engel olur muydu?
O’nun çok değerli baş eserinde Japonya için ne söylediğini lütfen kendiniz bulunuz.
İnsanımız Kur’an’ı okusaydı sevgi ve dayanışmanın tadını çok iyi anlardı. Şimdilerde ölü sahipleri kendilerini tatmin etsinler diye veya utandıkları için ölülerinin başından ayrılmadan Kur’an okutuyorlar. Bu iş Değerli Bahaddin hocamın beğenmediği bir iştir, herhalde ona değinememiş.
Bağlantı adresi: 0324 336 32 82
Gsm:0536 644 82 69
GERÇEK DOST
Ercan bey kardeşimizin bu yazısı ıle ılgili olarak Bahattin BİLHAN hocamızdan bir ıleti aldık. Diyor ki Hocamız: "GERÇEK DOST Sayın Ercan Arslaner, Bize hayırlı bir kültür mirası bırakanların paha biçilmez manzum bir uyarısı vardır. Derler ki: “Dost odur ki, sana “doğrusun diye” (doğrusunu) Dost değildir sana “Doğrusun!” diye!” Bu manzumeden anladığım: Seni hep tasdik eden, her sözüne “Doğru, doğru!” diyen gerçek dost olmayabilir. Asıl gerçek dost, sana sözün doğrusunu söyleyen, seni uyaran, böylece seni irşat etmiş olan kişidir. İsmi, ilim ve hikmetle adeta özdeşleşmiş, hakkında “İlmin kapısı” denmiş olan Hz. Ali’nin bu anlamı şöyle ifade ettiği anlatılır. “Yanımda en sevimli insan, hediye olarak bana “yanlışımı” getiren insandır” Muhterem Ercan Arslaner’in gerçek bir dost olduğundan hiç şüphe yoktur. Mütevazı kitabımız “Kur’an yolunu seçenlerin el kitabı” çalışmamızı ciddiye alarak yayınladıkları yazıyı okudum. Kitabın yazarını belki de hakketmediği halde teşvik için ciddiye almaları bir hoşgörü örneği olsa gerek. Kendilerine çok teşekkür eder, her zaman uyarılarına ihtiyaç duyduğumu belirtmek isterin. Kitabın “Takdim” bölümünde de (S. 8) belirttiğim gibi, gerek yurt içinde, gerek yurt dışında kısa bir süre de olsa, her biri adeta bir meleği andıran çocuklara Kur’an ve ahlak dersi verdiğim günler ömrümün en mutlu günleri olmuştur. Bu günler olmasaydı, özellikle her gece yatağıma yattığımda, vicdanımdan şöyle bir ses duymuş gibi olacaktım, bu ses diyecekti ki: “Yahu sen bu dünyaya niçin geldin, sen bu dünyaya geldin de ne işe yaradın, yahu sen ne işe yaradın?!” Böyle bir soruya verebileceğim haklı bir cevap bulacağımı da hiç sanmıyorum. Ancak “Ben dünyaya geldim, ekmek yedim ya” diye cevap verseydim, doğru cevap olurdu. Dersime devam eden çocuklar, çoğunlukla 10 yaş civarında çocuklardı. Onlara anlatmaya çalıştığım konuları kendilerine yazdırmak istedim, çok uğraştımsa da başarılı olmayı bilemedim. Şifahi olarak anlattıklarımı da rüzgâr savurdu, götürdü. “Bari bir kısmını yazıp bu gençlere takdim edeyim” dedim. Muhterem Ercan Bey teşekkürlerimi lütfen kabul etsinler. Ramazan Aylarını tebrik eder, saygılar sunarım. 14.08.2010 Bahattin Bilhan"