SEBO'NUN TERLİKLERİ

SEBO’NUN TERLİKLERİ
Raci Durcan

{mosimage}
Yaz geldi, kalın paltolarınızı atıp haififlediniz. Muhtemelen zihninizi de hafif tutmak isteyecek, vatan kurtarmak gibi ağır konulardan uzak duracaksınız. Belki beş yıldızlı tatil yörelerine gidip havuzlarında yüzerek zayıflama hayalleri kuraksınız. Sebo’nun terliklerinin yazı konusu olması her bakımdan durumunuza uygun düşüyor...

Geçenlerde ‘bizim Sebo’ bana hediyesi 20 liradan bir çift terlik verdi. Terlik dediysem deniz kenarlarında giyilen yazlık şıpıdık terlik değil. Onlar ayak rahat etsin, kolay yürünsün diye yapılır. Bunların tabanında çivi gibi değilse de üzerine bastığınızda ayağa batan sivri uçlar var ki, on dakika üzerinde durabilene aşkolsun! Bir ay önceden haber edip terlikleri sipariş verdiğini ve yakında eline geçeceğini müjde(!)lemişti. Burada paragraf girişinde kullanmış olduğum isim tamlaması için bir parantez açmak gerekecek. ‘Bizim’ kelimesi Kriter’i, Sebo’ da Kriter’in şu Ağustos Böceği’nin zedelenmiş itibarını iade eden yazarı Sebahattin Özden’i tarif içindir... Kriter için ‘bizim’ diye bahis açınca ayrı bir parantez de Selami Ağbiye gerekiyor. ‘Ya bu adam herşeyimizi sahipleniyor!’ diye telaşlanması ihtimal dahilindedir.

Sebo biliyorsunuz Kriter’in aykırı yazarıdır. Ağustos Böceği, Karınca filan gibi böcekler konusunda uzman sıkıntısı çekildiğinden kadroya dahil oldu. Aykırılığını bu terlik konusunda da göstermiş. Öyle bir terlik yapayım ki, görenler terlik konusundaki bütün bildiklerinden şüpheye düşsünler fikrinden gitmiş olmalı. İlhamını akupunturculardan aldığı belli.

Sebo’nun terlikleri insanın ayağına batarak sinir uçlarını uyarıyor ve çeşitli hastalıkları tedavi ediyormuş. Bunu duyduğumda garipsemedim. Hayır! bunun nedeni terliklerin, Japon yapıştırıcıyı bulduklarından beri büyük hayranlık duyduğumuz Japonlar tarafından insanlığım hizmetine sunulmuş olması değil; Uzak Doğu’ da tedavi denilince insanın orasına burasına birşeyler batırmanın adet olduğunu bilmemden kaynaklanıyor. Allah’tan bu Hintlilerin çivili yatağından daha insaflı bir çözüm gibi duruyor.

Sebo ayakkabı tabanını almış, üzerine kazık gibi uçları yerleştirmiş. Ön taraftan ayak üstüne geçecek bir bağ atıp terlik kıvamına getirmiş. Fakat niye ayak bölgesini seçmiş anlayamadım. Anlaşılan insan bedeninin tamamı bu Uzak Doğu milletleri tarafından parsellenmiş, Sebo’ya da bu kısmı kalmış. O da kendi payına düşen kısımdan memnun kalmamış olmalı ki kazık gibi nesneleri tabana döşenip intikama yönelmiş. İyi de birader bu işte bizim suçumuz ne ne? Taksimatı ben mi yaptım?

Çin’e gittiğimde farketmiştim, bu Uzak Doğu milletleri birbirilerinden hiç hazzetmiyorlar. Bodur ağacı gibi boylarıyla neyi paylaşamıyorlar diye düşünüp duruyordum. Sebo’nun terlikleri bu konuda da ilham verdi. Zannediyorum herbir millet insan bedeninden kendi payına düşen kısmını geniş tutmak için çekişiyor. Çinliler ellerine ince ince iğne almış, buldukları yere kanırtıyor, Tayvanlılar koca palaları yanak, karın neresi gelirse saplıyor. Hintliler fakir olduklarından ucuz inşaat malzemeleri olan tahta ve çivi kullanmışlar.

Uzak Doğu kültürü denilince birinciye gelen şey acı duymaksa ikincisi düşünmektir. Acı duymak bize yabancı değil (acılı Adana sevmeyeniniz var mı?). Sadece terliği giymek yetmiyormuş. Ayrıca bunu kullanırken iyileşeceğine dair olumlu düşünmek gerekirmiş. Düşünmek denilince yani bu ikinciye geleni sizlere pek tavsiye etmem. Neden derseniz; okul yıllarında arkadaş sohbetlerinde konulara katılmak istemediğimde bunu tecrübe etmiştim; aslında bayağı etkili oluyor. Kenarda durup çok şey biliyormuş da söylememiyormuş gibi yaptığınızda pek bir hava basıyorsunuz (bu da ortaokulda Türkçe derslerinde gördüğümüz Rodin’in Düşünen Adam Heykelinden uzun uzun bahis geçmesinin etkisi olsa gerek). Tehlikesi; durup durup arada ettiğiniz o kıymetli lafları çok iyi seçmek gerekmesi. Böyle laflar ettiğinizde bön bön yüzünüze bakmalarından lafın pek ağır geldiğini, hazmetmeleri için zaman gerektiğini anlayabiliyorsunuz. Bu noktada işler pek fena sayılmazdı fakat aynı yöntemi evde deneyince olanlar oldu. İlkokula sadece üç gün gidebilmiş zavallı annem bendeki bu düşünme hallerini görünce garipseyip, ne olduğunu anlamak için komşulara danışmış. Onlar da bakıp ‘kuş gribi olmasın zahir!’ demişler. Malumunuz tavuklar bu hastalık bulaştığında kümesten çıkmıyor, tünedikleri yerde başları öne doğru düşmeye başlıyor. Yani Rodin’in meşhur ‘Düşünen Adam’ heykelinin şeklini alıyorlar. Annem Türkçe dersi görmediğinden nereden bilsin büyük adamların böyle kafasınını elleri arasına alıp Rodin’in heykeli gibi saatlerce durduklarını! O, düşünmeyi sadece kuş gribi olmuş tavuklarına mahsus birşey sanıyor. Telaşla konu-komşuyu çağırıp danışması, bu sebebten. Allah’tan babam halden anlayan biri... Devreye girdi de vaziyeti kurtardık. ‘Hanım bırak onu, düşünüp mühim birşey icad edecek galiba, siz anlamazsınız’ diyerek aleyhimde yayılan şayianın önünü kestiydi. Sonra O da ümidini yitirmiş olmalı ki bu meyandaki korumasını kaldırdı.

Anneler hasta çocuklarıyla pek alakadar olup bir dediklerini iki etmiyorlarsa da da böyle başını elleri arasına alıp düşünenlerden hazzetmiyorlar, tecrübeyle sabit. Bu durum zaten evlendikten sonra hiç sökmedi. Değil düşünmek, hastalanıp yatakta ikigün rahat yatmaya bile müsamahakar olmuyor kadınlar. Pek öyle önemsenecek bir hastalığımız yok şükür, lakin herkeste rastlanan türden gribe yakalansak bile sanki bütün sene hasta dolaşıyormuş gibi hissetttiriyorlar. Böyle anlarda doktara görünmezseniz evdeki söylenmenin dozajı artabiliyor. Doktorları hem sevmem, hem de birşeye yararı oldukları konusunda pek şüpheciyimdir. Hasta iyileşirse doktor iyileştirmiş oluyor. Yok ölecekse ‘kader’ deyip geçiyorlar. Şimdi bu lafıma da ‘vaktiyle doktor olmak istediydi, olamadı onun için çamur atıyor’ diye yorum yapacaklardır; desinler. Doğruları söylemekten vazmı geçeceğiz?

Doktorlara tanınan bu toleranslı yaklaşım başka meslek gruplarına tanınmıyor. Tamire getirdikleri bir makina için mal sahibine ‘senin makina öldü’ dediğimde adamın elinden zor kurtardılar beni. İşin espirisi bile yapılamıyor yani. Diğer meslektekiler bunun şakasını bile yapamazken doktorlara bunca hak tanınması toplumsal adalet anlayışını zedeliyor(bu da hukukçulara not).

Sebo’nun terlikleri bu nedenle iyi bir fikir olarak göründü bana. Şimdi kimse hastalandığımda tedavi olmak için çaba sarfetmemekle suçlayamayacak. Niye? Çünkü bu terlikler her derde deva. Herbir rahatsızlık için uzmanlık isteyen farklı doktorlara gitmek ve tahlil için bedeninizin çeşitli yerlerine sondaj yaptırmak zorunda kalmıyorsunuz. Terlik, tabana yerleştirilmiş uçlar vasıtasıyla hangi rahatsızlığınız varsa onu bulup tedaviye başlıyor bile. Hatta nekadar çok acı hissederseniz o kadar çok rahatsızlığınız var demekmiş (bu lafı pek tutmadım, galiba Sebo terliği kullanmaktan vazgeçemeyeyim diye söyledi. Söylerken de yüzüne çok ciddi adam şekli vermişti; mecburen siz de ciddi duruyorsunuz).

Terlik için hazırladıkları broşürde, kilo kontrolu sağladığına ilişkin bilgi vardı. Benim dikkatimi ençok bu çekti Kullanmaya başladıktan kısa süre sonra karın bölgesindeki fazlalıkların erimeye başladını gördüğümde bunu hemen Sebo’ya yetiştirdim. Şaşırmış görünmedi, sanki bu durumu bekliyormuş gibi davrandı (bu da yeni bir satış strajetisi mi acaba?).

Tabana yerleştirilmiş uçlar canızı yakınca beyin bunu vücudun kilosunun fazla olduğu şeklinde algılıyor.Böylece ilgili yerlere kilo almayı önlemesi konusunda sinyal gönderiyor (bunlar broşürde yazmıyor, benim keşfim). İnsan vücudu da bir makina gibi çalışıyor sonuçta. Ortam şartları konusunda doğru bilgiler aldığında doğru kararlar vererek vücudun kendini korumasını sağlıyor. Kilo vermeye niyetlenmek, beyni bu yönde şartlandırmak tedavinin önemli bir parçası.

Sebo terliklerin tarihini Mısır’lılılara dayandırıyor. Güya ilkdefa onlar kullanmışlar. Şimdi bu adamların mezarlarından kalkıp ‘valla billa bu işte bir dahlimiz yoktur, bizi karıştırmayın’ diye açıklama yapmayacaklarını hesaplamış olmalı. Hayır! Sebo’yu çok sevdiklerinden değil; onca geniş, ferah piramitleri bırakıp gelmeyeceklerini bildiğinden. Marifet malzeme bolluğunda o binaları yapmak değil. Gelsinlerde bizim memlekette çalışıp başlarını sokabilecek bir ev sahibi olsunlar da görelim. Şu tarihçileri oldum olası anlamam. O malzeme bolluğunda bu piramitleri yapanları yere göğe sığdıramıyor da, arazi ve para yokluğunda ne yapıp edip ev sahibi olan insanımıza selam bile vermiyorlar.

Mısırlılar tarihte ilk medeniyetten nasip almış millet oluyor. Muhtemelen yalın ayak, başı çıplak dolaşmayı ilk onlar terk etti. Böylece ayaklar çakıl taşı, diken, odun parçaları gibi şeylerin üzerine basmaktan geri kaldı. Yani ayağa tabii masaj imkanı yitirilmiş oldu. Hakkını yemeyelim, bu nokta çok mantıklı. Günümüzün sert tabanlı ayakkabıları, vucudun bu bölgesindeki sinirlerin uyarılmasını engelliyor olsa gerek. Japonlar bu sistemi terlik haline getirerek pratik kullanımını sağlamış. Türkiye’de reçeteyle satılıyormuş ya, Sebo benden vizite ücreti istemedi. İnşallah yazıyı okuyup aklına getirmez.

Sebo bana ayrıca çok mühim bir sır daha verdi. Terlikleri kullananlardan bazılarının yüzkırk yıl kadar filan yaşadıklarını söyledi. Terliğin onlarca faydasının hepsini birden söylemiyor. Yüzkırk yıl yaşamak iyi de acaba gençleşerek mi o yaşa varıyorsun? Diğeri pek birşeye yaramaz çünkü. Şimdi de bu takıldı zihnime.

Uzun zamandır mevsiminde bir dut ağacına çıkıp dut yemeyi hayal ederdim. Hem düşerim diye ağaca çıkmak gözümü korkutuyor, hem de ‘kazık kadar adam yaşına bakmamış ağaca çıkmış’ diyecekler diye etraftan çekiniyordum. Terlikle tedaviye başladığımın üçüncü günü kendimi dut ağacının tepesinde buldum. Sabahın bu erken saatinde kilo vermek için çevrede dolanan göbeği şiş insanlardan biri bile, ‘ne yapıyor bu koca herif!’ Manasında dönüp bakmadı. Bunu Sebo’ya anlatmadım henüz. Duyunca; ‘vay be! Bizim terlik neymiş meğer!’ deyip terliği ucuza sattığını düşünür, zam yapar da siz alamazsınız. Sizleri çok sevdiğimden değil hani, birinizden hazzetmem. Lakin onca yıl yalnız yaşanmaz değil mi?

Sebo’nun terlikleriyle karada ölüm yok!

Raci Durcan
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.