TÜRKİYE'YE CAN SUYU
YALNIZ ORTA ANADOLU’YA DEĞİL, 

TÜRKİYE’YE CAN SUYU
Ercan ARSLANER
Ercan ARSLANER
Yarım asır öncesinde TV’siz zamanların bir radyo reklâmı şöyle idi:
Kraliçem, ülkemiz denize batıyor, insanlarımız boğuluyor!
Onara hemen para gönderin başvezirim!
Efendim,orada paranın değeri yok artık!
Kraliçem, ülkemiz denize batıyor, insanlarımız boğuluyor!
Onara hemen para gönderin başvezirim!
Efendim,orada paranın değeri yok artık!
Rivayete göre Avrupa, Amerika arasındaki Atlantis kıtası bu konuşmadan kısa süre sonra sulara gömülmüştür.
İçinde yaşıyanların kıymetini bilemediği güzel Anadolu ise tam tersine kuraklık gibi ölümcül bir tehlike ile pençeleşmek üzeredir. Suya batarken nasıl para işe yaramazsa, tedbir için kullanılmadıkça yalnız para değil altın bile anlam ifade etmez. O zaman şimdilik Orta Anadolu’da beliren felaket kendini göstermeden alınacak önlemler düşünülmelidir.
Bugün Ankara’dan Konya’ya kadar yapacağımız otobüs yolculuğunda içinde artık su akmayan musluklarla karşılaşabilirsiniz. TV’ler de kurumuş gölleri gösteriyor. Türkiye’nin “Tahıl ambarından” buğday yerine sadece boşluğun sesleri gelirse,ortaya çıkacak sonucu hayal etmek bile ne kadar korkunçtur.
O zaman elde tek fırsat var: Bu da Trabzon, Rize’ye yağan yağmur sularının öncelikle Kızılırmak’a kadar ulaştırılmasıdır.Bu bile yetmez; diğer susuz güney yörelerine de suyu aktarmak lazımdır. Elimdeki İngilizceden Almancaya çevrilen bir kitaba göre her ağaç gökyüzüne günde 70 litre su bırakmaktadır. Sonucun ne olacağını kavramışsınızdır. Orta Anadolu’ya su yayma savaşı Dünya’mızın 8. veya 9. harikası olabilir. Bunun içinse en büyük çaplı çelik borularla kanallar gereklidir. Açılacak iş sahalarının ve kazanılacak ürünlerle varılacak noktaların ne olduğunu söylemeye gerek yoktur.
Almanya’nın küçük bir şehrinde havanın güzelliğinden yararlanmak için öğrencilerimle bir kır gezisindeyim. Hedefimizdeki tepeye yaklaştık ve yukarılara çıkıyoruz.Cevrede tarla aradıksa da her yer ormanlarla kaplanmıs.Ufuk çizgilerine kadar yalnız orman görüyorduk.Oksijeni bol ormanda yürürken ayaklarım dizlerime kadar yapraklara batıyor.Oksijeni bol ormanlar dedimse de bir yerde ormanlar kuruyacak olsa hemen Almanlar asit yağmurları üzerine fikir yürütürler. Bizim ormanlarımız yoğun olmadığı için asit tehlikesini de fazla göremiyoruz sanırım.
Yürürken beni rahat bırakmayan bilinç akımımdan düşünürlerimiz geçiyor.Orada Almanya hatıralarını eserlerinde anlatan iki şairimizi düşünüyorum bir yandan. A. Haşim Frankfurt’ta hastaneye gitmiş ve kendini davet eden Türk iş adamı ile çevreyi gezmiş, işe sadece romantik açıdan bakmıştır. Mehmet Akif ise orada sürekli kendini aramıştır. Bu arayışlar sonucunda o çok meşhur teşhisini açıklamıştır: “Bunların dini bizim işimiz gibi, bizim işimiz de onların dini gibi” demekten kendini alamamıştır.Orayı diğer anlattıklarıyla da içinde Müslümanların yaşamadığı bir İslam ülkesi olarak görmüştür sanki.Onun ülke karşılaştırmaları Safahat içinde ikinci bir kitap olmuştur.
Orada benim en çok dikkatimi çeken onların ağaç sevgisi oldu. İste o menkıbelerden biri: “Nişanlısıyla yolda giden bir genç kız birden nişan yüzüğünü çıkartıp geri vermiştir. Sebep ise delikanlının bir ağaçtan çubuk kırmasıdır.”Anlaşılan onlarda ağac sevgisi en zirvelere çıkmıştır.
İkinci menkıbe ise şöyledir: “Irmak akar,Türk bakar.” Evet ya! Yıllardır Anadolu’nun artık kanal artıklarıyla dolu suları denizleri kirletiyor.Bugünlerde Ankara’ya Kızılırmak’tan gelecek suyun zehirli olacağı tartışılıyor.Benim önerim şudur: Irmağa hiçbir atık su karışmaması dışında kenarlarında 500 Metre veya 1 Km eninde kaynağından Karadeniz’e kadar ağaçlandırma kuşakları yapılmalıdır.
Bizim üçüncü derdimiz ise suların toprağın alüvyonlarını alıp götürmesi oldu. Anlayacağınız suyumuz olur dert olur, olmaz dert olur.
Şimdi bir çam ağacı düşünün ki adı “mavi çam” ve yapraklarının rengi gri , yeşil beyazın iç içe eridiği yeni bir renk olsun..Dallarının üstüne ise yapraklar üst üste tuğ tuğ katmanlar yapsın.Öyle bir renk zenginliği ki yapraklar monoton görünse de yaz kış farklı manzaradadırlar. Bu güzel görüntülü çamları özellikle evlerin önünde saatlerce seyre doyum olmaz.
Yurdumuzda çam yok mudur ? Elbette vardır ama daha çok olması gerekır.Onlar Bolu ormanlarında, Uludağ da kendiliğinden yetişmiştir,diğer yöreler ise anlaşılan insan emeği istiyor.
Bir gün yabancılar yurdumuza gelir de “Türkler artık akıllanmış; nehirlere zincir vurmuş, Anadolu’yu yeşile boğmuşlar; ağacı anlamakta bizi bile geçmişler.” derlerse, “Zafer bizimdir artık. Şehit dedemin bu toprakları sulayan kanı da artık suya doydu!” diyebiliriz o zaman
Bunların kendiliğinden olmayacağı açıktır.Almanlar şehirlerinin içindeki sayısız çınar ağaçlarının kocaman yaprakları yere düşünce onları bir kamyon üzerine monte edilmiş elektrık süpürgesiyle çekmekte , onun üzerindeki ikinci bir öğütme cihazından geçirerek nakil araçlarına yüklemektedir. Öğütülen yapraklar ya toprakla karıştırılarak gübre yapılır veya otoyolların kenarına erozyonu önlemek için dikilen fidanların diplerine atılır.Bunlar bir yandan rutubetin kaybolmasına engel olurken öte yandan çürüyerek gübre olur.İşte Alman ormanlarının hikayesi böyle başlar.Bir orman gezisinde üzerinde Hydrant yazan metal nesneler görebilirsiniz.Onların altında ise su boruları vardır.Yangın tehlikesi belirince ormanın içine açılan yollardan boş itfaiye araçları gelir, aldığı suyu yanan ağaçların üstüne atar ve tehlikenin büyümesini önler.
Suyumuz ormanlar yetiştirecek kadar çok olur ve bu önlemleri alırsak,Orta Anadolu yalnız tahıl ambarı değil,kereste deposu da olabilir.
Bizim bu dev gibi büyük problemlerle uğraşmamız gerekirken şimdiye kadar ve halen ne ile uğraştığımız yüksek malumlarınızdır.İnsanımız kendi kendine yolunu tartamıyor, ölçemiyormuş gibi başını açmak, örtmek konusunda karar verecek yeteneğe sahip görülmüyor, vesayetten kurtulamıyor. Anadolu’da fetihler yaparken, İstiklal savaşında İnebolu’dan Batı cephesine kağnısıyla mermi taşıyan Gazi, Şehit hanımlara başörtüsü için emir verilemezdi, Nene Hatun Aziziye tabyasında Rus askerini baltasıyla biçerken bile başörtüsünü yere düşürmezmiş.
Artık sular İç Anadolu’ya ulaşmış ve tarlalar yaz kış yeşil renklerle dolmuştur.Yeşil artık yalnız değildir ; orman dalgaları deniz dalgalarını bile kıskandırır hale gelmiştir.Alman çayırlarıyla karşılaştırınca ceylan eksiği vardır sadece. Ormanın büyük yararlarından biri de yabani hayvanlar değil midir. Artık Anadolu’muzun kırlarında sadece kuş cennetleri bir yana ceylan sürüleri bile bahar mevsimlerinde yeşile bürünen tarlalarda koşup durmaktadır. Bu doyumsuz manzara bugün rüyadır ama çalışkan insanların gayretleriyle belki gerçek oluverir. Şair dememiş miydi “Vatan gayur insanların omuzlarında yükselir.
Mehmet Akif’imiz de “Bize iki şey lazım: Biri mektep, biri yol” dememmiş miydi ? Bugün yaşasaydı yoldan bir kastının da suyolu olduğunu söylerdi. Herhalde bizim tanık olduğumuz da şudur: Kültürle uğraşmayanlar bugün başörtüsüne karşı, yarın kim bilir hangi milli değere karşı olurlar.
Anayurdun duvarlarında yedi bölgesinin altısında çay, deniz, tarih, zeytin, narenciye, hac kapısı güneydoğu ve su, göl, dua için göklere yükselen Doğu Anadolu var. İşte bu dünya güzelinin ortasında hepsini bir arada tutan orta Anadolu’yu kim unutur? İsterseniz onu ağacın özüne benzetelim. Fakat bu can çekişen öz, onlardan ilgi bekliyor ve “Susuzluktan patlıyorum. Şimdiye kadar buğdayımla sizi ben doyurdum, bundan sonra da siz beni doyurun, ben buğday vermeye devam edeyim.” diyor. Ankara’nın biraz ilerisindeki Polatlı’da seneler önce öğle vakti toz bulutları yükselerek havayı karartmış ve akşam oldu sanmıştım. Bu ilgisizlikle orta Anadolu’dan yükselen tozlar bütün Türkiye’yi karartacağa benzer. Sanırım Şakir Halil Paşa adlı bir Osmanlı paşası “”Gitmediğin yer senin değildir.” demişti.Yılardır ürünü alınan topraklar bugün harap olmuşsa, biz de kendimizi oralara gitmiş sayamayız,bu, Orta Anadolu olsa da.
Deniz kenarlarında yazın keyfini çıkartanların evleri domino taşları gibi sahilleri kapatmış. Sahil keyfi Anadolu ağacının özünü oluşturan Orta Anadolu!’yu kesinlikle unutturmamalıdır. Selçuklularıyla, buğdayıyla sınırsız tarlalarıyla uzanıp giden orta Anadolu’yu unutmak onu susuzluk, kuraklık düşmanlarına teslim etmek değil mi? Biz Anadolu’yu fetheden yeni bir şuuru önce Orman ve Çevre Bakanlığından bekliyoruz. İçi kırmızı granitle doldurulmuş bu bakanlığın etrafında dalları bulutlarla sarmaş dolaş ağaçlar aradım ama bir çalı bile göremedim.
Fatih Sultan Mehmet gemilerini karadan yürütüp boğaza indirince Bizanslı nasıl şaşırmıştı. Biz de kendimizi şaşırmış görmeğe razı olacağız.Yeter ki Fatih’in torunları bu defa da Orta Anadolu’ya denizlerde kaybolan Rize,Trabzon sularını getirsinler.
Ercan Arslaner
Kalemine sağlık Ercan Abi!!!
Ne güzel ifade etmişsiniz. İşte olay bu! Ciğerimiz yanıyor ülkemizin bugünkü haline.
İşte vatanseverlik budur.Anadolunun çıplak dağları kimin yüreğini yakıyorsa hakiki vatansever odur.
Benim yazımda nişanlı Almanların davranışına dikkat çeken şahsa candan teşekkürler.Olay Türkiye'de değil, Almanya'da geçmiş diye takdim edilmiştir.Tekrar dikkatinizi vurguya çekiyorum,vurgulanan şeye.O ülkenin orman yoğunluğuyla ülkemizi karşılaştırırsak ne demek istediğm daha iyi anlaşılır.Orada artık ağaç dikilecek yer kalmaışken Anadolu'nun halini görmezden gelenler sanırım daima eğitimsiz ve fakir kalacaktır.Yalnız caha sorumlu mevkiler5de olanların mevcut duruma yabancılıkları daha da hayret vericidir.
Alman kızları, Türk erkekleri
Bu insiyatifleri Alman kızları kullanır, Türk erkeklerse takdir eder...
Anne ve babasından müsaade almadan mı?
"Nişanlısıyla yolda giden bir genç kız birden nişan yüzüğünü çıkartıp geri vermiştir.” Yazarın takdire şayan bulduğu bu hanım kızımız belliki anne babasına danışmadan yüzüğü hemen kaldırıp atmış. Ercan Bey'in bu kızı takdir etmesini yadırgadım. Tanıdığım Ercan Bey farklı bir kişiliğe sahip.
Orman
Yazarı tebrik ediyorum. Anadolu baştan başa ormanlaştırılabilir ve yapılmalıdır da. Bu konunun gündeme gelmemesinin nedeni sanıyorum Anadolunun henüz emanet ellerde olduğunun düşünülmesindendir. Bir sahibi var görünüyor fakat özensiz tutuyor. Kalıcı hiçbir çaba görülmüyor. Öncelikle Devlet, arazileri halka dağıtmalıdır. Bakınız o zaman insanımız bu toprağı nasıl işleyecek, yeşillendirecektir. %30'lara varan kadastrosuz arazi, işlemler tamalanıp asıl sahibine yani halka devredilirse bu halk onu işlemesini bilecektir. Fakat sanıyorum açıklanmayan siyasi bir konu var ortada. Bu sorun çözülüp ülke satabilizasyon kazanırsa yani Anadolu adımıza tescil edildiğinde, bahse konu güzel şeylerin yapılması beklenebilir... Yanılıyormuyum? Raci D.