YANLIŞ OLABİLİR AMA FİKİR ZARARLI OLMAZ
YANLIŞ OLABİLİRAMA FİKİR
ZARARLI OLMAZ
Metin Önal Mengüşoğlu
Fikir kelimesi için Ragıp İsfahani lügati,
“öğrenmek maksadıyla maluma meyleden kuvve” şeklinde bir tarif getirmektedir.
Sonraki safhada meseleyi biraz daha açarak diyor ki: “Fikir sözcüğü anlamsal
konularda kullanılır ve ‘hakikatlerine, özlerine ulaşma arzusuyla,
talebiyle, meselelerin dış kabuklarını ovup soyarak özlerini çıkarmaya çalışma
ve onları sanki kazar gibi araştırma’ anlamına gelir.” Türkçede
kullanılış şekline bakıldığında da fikrin olumlu bir çaba olduğu çabucak
kavranacaktır. İlahi Kelam’ın dilinde de tefekkür, son derece önemsenen insanî
bir zihinsel davranış olarak değerlendirilir.
Ve kendisine hiçbir sınır, ihtiyati haciz konulmaksızın sürekli teşvik edilir.
Öyle ki doğru dürüst Kur’an okumamış olan insanlar bile bilirler ki Kur’an
sürekli insanları “Ne kadar az düşünüyorsunuz?” diyerek kınamaktadır.
Hikmet sahibi kimseler, arifler ve tıp hekimleri de teslim etmektedirler ki
insanların büyük bir ekseriyeti, kendilerine keramet olarak Allah tarafından
verilmiş bulunan düşünme melekesini, yetisini ortalama olarak ancak yüzde on
beş gibi küçük bir oranda kullanmaktadırlar.
Bilindiği gibi Arapça’da, özellikle de İlahi Kelam’ın dilinde, Türkçede
düşünme dediğimiz faaliyetin onlarca karşılığı vardır. Düşünme diyerek tek bir
kelimede daraltılmış bu çaba, yalnızca insana mahsus bir zihni davranıştır ve
son derece geniş anlamlar içermektedir. Çok muhtelif tezahürleri vardır. Söz
gelimi fıkhetmek, tedebbür etmek, tezekkür etmek, akletmek, rey, nazar,
basiret, feraset, hikmet sahibi olmak, idrak, irade, şuur, zihin, hafıza,
nüha, hicr ve daha sayamayacağımız kadar kelime, bizzat Kur’an- Kerim’de de
kullanılarak insanın düşünme biçimlerini karşılamaktadır. Burada konumuz fikir
olduğuna göre bu tür düşünmeyi biraz daha iyi anlayabilmek için detaylarına
girmeye çalışalım. Fikir evvela bilinmelidir ki hayvanlarda bulunmayan bir
yetidir. Yalnızca insanlarda gerçekleşir. Ve “kalpte bir suretinin
belirmesi/ ortaya çıkması mümkün olan şeylerle ilgili bir düşünme şeklidir.”
Mesela bu durumda bir “Tanrı fikri”nden söz edemeyiz. Çünkü
Allah’ın insan kalbinde bir suretinin belirmesi mümkün değildir. Nitekim bu
sebeptendir ki Kur’an-ı Kerim ‘Allah Fikri’nden değil ama ‘Allah
Zikri’nden bahseder. Zikir de aslında bir düşünme şeklidir. Ancak bu
düşünme şekli fikirden çok başka türlü tezahür etmektedir. Bu düşünme şekli
“kalpte önceden hazır bulunan bir şeyden hareketle” gerçekleşir.
Kur’an-ı Kerim’e göre kendisine yaratılırken son safhada İlahi Ruh
üflenen bütün insanlarda bu anlamda bir İlahi Dokunuş mevcuttur. Mevcuttur
diyoruz bu kelime ve ce de kökünden türetilmiştir ve vicdan da vücut
da aynı köktendir. Hani denilir ya “her kişinin içerisinde kendini hesaba
çeken bir kendi vardır” diye. İşte vicdan, adeta herkesin içerisinde bir
tür Tanrı Sesi gibidir. Ve onu dinleyen yani vicdanın sesine kulak vererek
düşünen insan, kötü ahlak örnekleri sergilemekten sakınır. Çünkü bilir ki
kendisine şah damarından daha yakında bulunan Allah, kişinin sürekli
gözetleyicisidir.
Zikir ile fikir arasındaki ince farkı ortaya koyabildiysek şimdi fikir
üzerinde yeniden yoğunlaşarak şunu söyleyebiliriz: bir suikast (kötü niyet)tan
hareketle ortaya atılan bir söz, görüş, iddia fikir haysiyeti kazanamaz. Çünkü
daha önce kalpte şekillenen başka bir veri, fikir ve algı olmadan, yeni bir
fikir imalatı gerçekleşmez. Gerçekleşse de gerçekleşen şey fikir haysiyeti
taşımaz. Yeni bir fikir iyi ya da kötü bir duygudan hareketle değil, doğru ya
da yanlış bir önceki fikirden hareketle doğan bir düşünme şeklidir. O halde
bir heves, bir arzu, bir kötü niyet, bir coşku yahut heyecan, anlık bir duygu
sonrası ortaya konulan şey, fikir değil belki bir duygusal boşalmadır. Buradan
hareketle rahatlıkla diyebiliriz ki fikir asla zararlı olmaz belki yanlış
olabilir. Elbette insanların hatırına gelecektir yanlış olan aynı
zamanda zararlı da değil midir? Bu ilk bakışta haklı bir soru gibi
görünmektedir. Ancak Müslüman kültürün geliştirdiği Fıkıh ilminin usulüne
bakıldığında bu sualin cevabı görülecektir. Bilinmektedir ki fakihler doğru
içtihatlara iki, yanlış içtihatlara ise bir sevap verildiğini zikrederler. Yani
yanlışa bile sevap verileceğini söylemekten çekinmezler. Burada ödüllendirilen
bir yanlışlık değildir elbette. İçtihat yapan kişinin çabası, gayreti ve en
önemlisi iyi niyeti ödüllendirilmektedir. Yani birçok kişinin fikrini ortaya
sürdüğü sahada kendisi de var gücünü harcayarak yeni bir fikir ileri sürmekten
çekinmemiştir. Hülasa Müslümanlar bilirler ki her hal ve şart altında İslâm,
insanların düşünmesini (bazen yanılsa bile) ödüllendirmektedir. Ve zaten fikir
yanlışsa, ancak eyleme dönüştüğünde belki zararlı olabilir; eyleme
dönüşmedikçe fikrin kimseye zararı dokunmaz.
Zihinler karışabilir. Biraz daha açmak gerekirse deriz ki mesela şu tutum
bir fikirdir. Hayvanlarını hiç tanımadığı bir dağa otlatmak üzere götüren bir
çoban, namaz vakti geldiğinde, hiçbir araştırma yapmaksızın, rastgele bir yöne
dönerek namaza dursa ve o yönde de tam isabet sağlasa, bu namazı sahih
değildir. Ancak evvela gökyüzüne, sonra kayaların sırtlarına, ağaç
kabuklarına, otların yatış istikameti gibi hususlara baktıktan sonra bir
fikir sahibi olsa ve fikri istikametine dönse, üstelik bu sefer kıblenin tam
tersi istikamete durmuş olsa, bu namazı sıhhatlidir. Burada yine
ödüllendirilen çobanın düşünmesi, araştırması ve çabasıdır. Şimdi biliyorum
yeni sualler doğacaktır. Her fikir içtihat mıdır, içtihat nedir v.b. Zaten
kanaatimce Müslüman âleminde mevcut bugüne kadarki düşünce kısırlığı, işte
tam da bu fikir zannedilen tecessüslerden doğmuştur. Yani şu zavallı çobanın
kendi vüs’ati ölçüsünde olanca düşünme gücünü ortaya koyarak elde ettiği
sonuca içtihat desek ne olur, demesek ne olur? İçtihat kelimesi ce he
de kökünden türememiş midir? Kişinin herhangi bir hususta var gücünü
harcayarak ulaştığı fikir değil midir içtihat? Ve bu kelime Cihat ile de
akraba değil midir? Cihat için ise kişinin bütün ilimleri yutmuş olması mı
aranmaktadır? Öyleyse bütün müminler güçlerinin yettiği her alanda fikir
sahibi olmalıdırlar; bütün müminler isterlerse içtihat yapabilirler, bunun
önü tıkalı değildir demenin ne mahsuru vardır?
Biliyorum bütün korku, fikir kelimesini doğru tarif etmemiş kültürün insan
zihnine yığdığı endişelerden kaynaklanmaktadır. İnsanlar her iddiayı, her
teklifi, her görüşü fikir diye adlandırırsa elbette böyle endişeler doğar. Oysa
başta da zikredildi, bir suikast sonrası doğan insan davranışı fikir haysiyeti
taşımaz. Said Nursi bakınız ne güzel söylemiştir: “Arzu bazen fikir
suretini giyinir, duygusuna mağlup olan kişi arzusunu fikir sanır, bu bir
aldanıştır.” Amerika, petrol zengini ülkelerin servetine göz dikerek bir
biçimde oraları işgal edip, servetlerine ortak olmak yahut tamamını ele
geçirmek isteyebilir. Bu arzusunu gerçekleştirmek için türlü dalaverelere
tevessül edebilir. Türlü yollar dener, çareler arar ve sonunda bunu
gerçekleştirir de. Bütün bu yapıp ettiklerini Said Nursi’nin yorumundan
hareketle söylersek, asla fikir sayamayız. Bunlar kabarmış hayvani
iştahlardır. Bunlar suikastlardır. Bunlar hezeyanlardır. Bunlar tecavüzler,
zulümler, bozgunculuklardır, ama fikir değildir.
Zaten başta da söylediğimiz gibi zarar veren fikir değil eylemdir. Eyleme
dönüşmeyen yanlış fikir, neticede bir insan cehtinin saygın ürünü olarak
fikirler atlasındaki yerini alır. Hatta bazen öyle bir gün gelebilir ki o gün
yanlış bulunan fikrin bugün uygulanmasına ihtiyaç bile doğabilir. Öyleyse fikri
hor görmeyi bırakmalıdır. İleri sürülenin fikir mi yoksa heves, arzu yahut
hezeyan mı olduğuna bakılmalıdır. Fikir övülmüş, hezeyan yerilmiştir çünkü.
Korku, kuşku, vehim, kuruntu gibi zaafların ürettiği, sergilediği her iddiayı
fikir haysiyeti taşır zannetme aldanışı insanların başına ne felaketler
açmıştır. Mesela “eşcinsellik insan hakkıdır; beden benim değil mi,
karnımdaki çocuğu ister doğurur ister öldürürüm; mademki dünyanın
jandarmasıyım, bazen Afganistan’ı bazen de Irak’ı işgal benim hakkımdır; Kürt
diye bir kavim yoktur, onlar Türklerin dağda gezenleridir; her kürtaj bir
Uluderedir; laik olmayanlar insan bile değildir” gibi ifadeler dikkatle
okunursa, bunların hiç birisi fikir değildir. Söz sahiplerinin arzusu, hevesi,
vehmi ve hezeyanlarından başka bir anlamı yoktur. Hangisinde bir meselenin
hakikatine ulaşma, özüne varma gayreti vardır? İnsan kalbinde önceden var
bulunan hangi veri veya hakikatin ışığından yola çıkarak yeni aydınlıklar
bulma çabası gözleniyor bu iddiaların? Son derece uydurma, temelsiz, köksüz ve
deyim yerindeyse işkembeden atılma izlenimi bırakan böylesi çıkışların,
fikirle uzaktan yakından bir alakası bulunmamaktadır. Fikir, o yüce insanlık
davranışı işte bu sebeptendir ki İlahî Kelam’ın dilinde durmaksızın teşvik
edilerek onurlandırılmıştır. Ve asla ona bir sınır biçilmemiştir. Çünkü fikir
zaten kişinin birikimi çerçevesinde adeta otomatik şekilde kendiliğinden
sınırlandırılmıştır. Arzu, heves, vehim, kuruntu, hezeyan gibi zaafların esiri
olmamaya çalışmak da bir sınırlama değil midir? Kişi ya bir fikrin sahibi
olacak yahut o hususta bir fikrinin bulunmadığını zikrederek susacaktır. Bu
susuşu da ayrıca bilmediğini bilmek gibi bir erdemi taşıyıp
getirecektir ona. Zaten bilmediğini bilmek kişi için erdemlerin
başıdır.
Metin Önal Mengüşoğlu
Acaba?!
Başlığa ve uyandırdığı kapsamlı düşünceye bir ihtirazi kayıt koysak mı koymasak mı?