YİTİRİLEN DEĞERLER...
YİTİRİLEN DEĞERLER...

Önce gençleri, sonra da tüm toplumu esaret altına alan manevi buhranın gitgide delilik ve cinnet haline dönüştüğü bir yüzyıldayız. Çocukların masumiyet ve saflıktan uzak tutularak, hızla büyümeye zorlandığı ve ne mübhem ki; büyüklerin de bir o kadar çocukluğa dönme çabası içerisinde olduğu vahim bir yüzyıl...
Ebeveynlerden alınmış ahlak mirasının zaman içerisinde reform ve modernlik adına değişime uğraması, iyileştirmekten öte hastalıklı bir hal almamıza zemin hazırlamakta. Anne-babalar, yetiştirdikleri evlatlarının örnek bir insan, başarılı bir birey olmalarını beklerken, acaba üzerlerine düşen görevi yerine getirebilmekteler mi? Yoksa hâlen salt nasihat ve telkin vermekle iyi bir anne-baba olunabileceğini mi düşünmekteler?
Çocuğun gelişimi/öğrenme süreci, sağlıklı bir nesil olabilmesi büyük ölçüde ona sağlanan fırsatlara ve anne babanın yaklaşımına bağlıdır. Onların bu analizi yapabilmeleri ve model olmaları gerektiği kaçınılmaz görevleridir. Çünkü; insanlar ayna gibidir. Karşımızdaki insan bize neyi yansıtırsa, bizden de çoğu zaman o karşılığı görür. Kendi hatalarımızı değiştirmediğimiz sürece bir başkasından bunu beklemek, sanırım bencillik olur. Eflatun der ki; "Ruhumuzu bir kaya parçası gibi karşımıza almalı, onun kabalıklarını ve fazlalıklarını yontmalıyız." Belki de bunu uygulayabildiğimiz zaman geriye kalan ömrümüz bizden sonrakiler için de bir anlam kazanır.
Şu an insanlık; Kutsallarını yitirmek üzere ve birçok değerinin de artık sadece sözlük anlamıyla tanımlandığı bir aşamada. Değişen dünya değil, değişen içindeki biz insanlar! Dünyayı çekilmez kılan da, yaşanır hale getiren de yine bizleriz. Şu sıralar "eskiden böyle miydi?" diyerek başladığımız cümleler sıkça sizin de kulağınıza geliyor olmalı. Anne-baba katili olmayan gençlerin, cesetlerin parçalanmadığı, bunu düşünmenin bile günah ve affediciliğinin olmadığı zamanlar, Çocukların ve gençlerin ellerindeki cep telefonlarının kalitesine/modeline göre statü kazandıklarını varsaymadıkları zamanlar, teknoloji diye bize sundukları iletişim araçlarının bize zarardan çok fayda verdiği yıllar, Oyun dediğimizde akla savaş, terör, strateji oyunlarının gelmediği, daha masum paylaşımların olduğu tebessümle hatırladığımız yıllar.Öğüt aldığımız insanların samimiyetine inandığımız, insanlardan şüphelenmediğimiz zamanlar. Bugün neyle karşılaşacağız kim bilir diyerek güne uyanmadığımız, çocukların anne babalarından korku, endişe, şiddet öğrenmedikleri zamanlar. Aşkın kutsal sayıldığı, sevdiğinin ismini dile düşürmeyen mert delikanlıların var olduğu, “mahrem” dediğimiz konuların ulu orta ifşa edilmediği, medyaya/internete yansıtılmadığı, görüntü kirliliğine sebep olmadığı zamanlar.Güncel haberleri takip etmeye korkmadığımız, ya benimde başıma gelirse demediğimiz, hâyrın da şerrin de Allah’tan geldiğine ve tam teslimiyet göstermemiz gerektiğine inandığımız o günler.. ve şuan bu satırları okuyanların aklından geçen nice hasletler sanırım çoktan uzakta kaldı..
Bizler de ne zaman böylesine değişmeye, özümüzü yitirmeye, sevdiğimiz insanların yanından kalkıp TV’nin, bilgisayarın başına oturmaya başladık. Yazık ki tespit etmek, çözüm bulmayı kolaylaştırmıyor. Gün geçtikçe her yönüyle; diliyle, aile yapısıyla, nesliyle, gıdalarla, insani değerleriyle, tabiatıyla dejenere olan bir toplum ortaya çıkıyor. İşte bu noktaya gelmemek ve tedbir almak için; kanaatimce önce aile eğitiminin, sonrasında da okullarda verilen eğitimin esas alınması gerekiyor. Neticede okullarda eğitim veren, örnek alınması gereken hocalar da birer aile ferdi. Dolayısıyla en önemli mercii ailedir ve her şey aile içerisinde şekillenmektedir.
Bu anlamda İmam Gazali, “Çocuk, anne baba elinde bir emanettir. Mum gibi her şekli alabilir. İyi tohum ekilirse din ve dünya saadetine kavuşur.” derken içinde bulunduğumuz karmaşaya o günden ışık tutmaktadır.
Tüm bunların kaynağında bazılarının göz ardı ettiği, kiminin gericilik diyerek arka döndüğü, kimisinin de yeteri kadar hakkını veremediği “inanç eksikliği” meselesi vardır. Halbuki İslami (yani insani) terbiyenin küçüklükten itibaren çocuklara yansıtılması, aile içi eğitim sürecinin en önemli görevi olmalıdır.. Neticede “Allah'a kul” olmanın gereğini öğrenen kişi, sadece nefsinin istek ve arzularına esir olmaz, bu sayede merhametli, karşısındaki insanı incitmekten çekinen, tevazu sahibi, anlayışlı, saygı değer, kibirden arınmış, egosunu şişirmekten kaçınan ve ben merkezcilikten uzak birer bireyler olarak üstün bir nitelik te kazanır.
Bu açıdan anne-baba olmak büyük bir fazilettir. Tabii, Her genç kıza, her delikanlıya bu kalıp uymaz. Dikkate değer ki, bir beden küçük ayakkabı giyseniz ayağınızın acısından yürüyemezsiniz. Buna mukabil bir büyük beden de bu defa genişliğinden dolayı hızınızı keser; yol alamazsınız.
Unutmamalı ki, hayatta en mühim sorumluluk iyi evlat yetiştirmektir. Yetiştirirken de; gençlere sadece sözle değil, ancak birlikte samimi hal ve tavırlarımızla da örnek olabiliriz. Aksi durumda kendisi sigara içen bir babanın “oğlum/kızım sigara içme” demesi gibi gülünç bir durum ortaya çıkabilir.
....
....
BP. Pecaut diyor ki: sizden sonraki nesillere faydalı olacak şekilde yaşamadıkça ve onlara biraz daha görüş, düşünüş, biraz daha fazla cesaret ve ahlak sağlamlığı bırakmadıkça hayattan çekilmeyiniz...
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.