ABDde zihniyet devriminin eski ve yeni çehreleri

ABD’de zihniyet devriminin eski ve yeni çehreleri

Yasemin Çongar - 07.11.2008

Barack Obama’nın Amerikan başkanlığına seçilmesi bir zihniyet devrimine karşılık geliyor.
Beyaz adamın, siyah adamı Beyaz Ev’e gönderme iradesini ortaya koyması bu devrimin en önemli bileşeni.

Bu, 232 yıllık tarihinde “renk körü” olmayı birtürlü başaramayan Amerikan toplumu için dönüm noktası olduğu ölçüde, dünyanın her yerindeki dışlanan, ikinci sınıf muamelesi gören, ötekileştirilen insanlar için de bir müjde.

Ancak Obama’nın temsil ettiği yenilik, teninin rengiyle sınırlı değil; 1961 doğumlu müstakbel başkanın düşüncelerinin “rengi” de dönüşümün habercisi.

Obama’nın seçimleri kazandıktan sonra yaptığı konuşma, bu dönüşümü çok iyi özetliyordu.

“Bu gece bir kez daha kanıtladık ki ülkemizin gerçek gücü silahlarımızın kuvvetinden ve servetimizin miktarından değil, ideallerimizin kalıcı kudretinden kaynaklanıyor” dedi Obama ve bu idealleri şöyle sıraladı:

“Demokrasi, özgürlük, fırsat ve yenilmez bir umut.”

Bu idealler üzerine kurulacak bir Amerikan siyaseti, ABD’nin kuruluş felsefesine dönüş anlamına gelecek ve Bush Amerikası’nın antitezini oluşturacak.

Ülkesinin gücünü, Wall Street ve Pentagon üzerinden değil de, Bağımsızlık Bildirgesi’nin ve Amerikan Anayasası’nın özünü oluşturan idealler üzerinden tanımlayan müstakbel başkan, siyasetini de bu idealleri hayata geçirme çabası üzerine kuracak.

Bu, bir yandan Amerikan tarihi boyunca verilen ve en önemli zaferlerinden birini Obama’nın başkan seçilmesiyle kazanan eşitlik mücadelesinin artık Beyaz Ev üzerinden de sürdürülmesi anlamına gelecek.

İçeride mücadeleye sahip çıkan bir Amerikan yönetimi, dışarıda da yeni bir dille konuşacak; dünyayla ilişkisini korkunun, kaba kuvvetin ve milliyetçiliğin diliyle değil, umudun ve demokrasinin diliyle kurmak zorunda kalacak.

Bütün bu “cek, cak”ları aşırı iyimser bulabilirsiniz; çekincenizde haklı da olabilirsiniz.

Esasen burada, kesin sonuçlardan ziyade, bir vaatten, bir yönelişten söz ediyorum.

Obama’yı başkan seçtiren ve bence sadece Amerikan toplumunun bugünkü hissiyatına değil, daha genel anlamda “zamanın ruhu”na da karşılık gelen dinamiklerin pratik siyasete taşınması yeni Amerikan yönetimini bekleyen en büyük sınav.

* * *

Barack Obama’nın sınava hazırlanmak için 76 günü var; 20 ocakta başkanlık yemini ederek Beyaz Ev’e yerleşinceye kadarki bütün zamanını, demokrat zihniyeti hayata geçirebilecek bir ekip oluşturmak için kullanacak, kritik tercihler yapacak.

İşi hiç de kolay değil.

Zira bir yandan “yeni” çehrelere, taze bir bakışa, Washington siyasetinin dışında kalabilmiş isimlere, eski zihniyetin kirletmediği beyinlere yönelmek istiyor.

Ama bir yandan da, Afganistan ve Irak’ta savaşan, mali kriz yaşayan, enerji kaynaklarının kıtlığıyla başa çıkmak zorunda olan bir ülkenin yönetiminde, deneyimli ve işbilir kadrolara ihtiyaç duyuyor.

İlk işaretler, Obama’nın hem taze kan arayışını hem deneyim ihtiyacını karşılayan bir kabine kurmak istediği yönünde.

Obama’nın geçiş sürecini yönetmek ve kabinenin oluşumunda kendisine danışmanlık yapmak üzere belirlediği John Podesta, şahsı ve bağlantılarıyla “eski”yi, bakışıyla “yeni”yi temsil eden bir isim.

Bill Clinton’ın başkanlığı döneminde Beyaz Ev Genel Sekreteri olan Podesta ve yakın çevresi, Obama’dan ziyade ön seçimlerde yenilgiye uğrattığı Hillary Clinton’a daha yakın.

Eğer Hillary Clinton başkan seçilebilseydi, Podesta’nın kurduğu liberal-sol eğilimli düşünce kuruluşu Amerikan İlerlemesi Merkezi’nde çalışan birçok ismi bakan olarak görecektik.

Şimdi, bu merkezde toplanmış uzman isimlere kapıyı açık tutacağını gösteren Obama, bir yandan da Podesta’nın yanına onunla eş yetkili Valerie Jarrett ve Pete Rouse’u atayarak, yeni yönetimde “Clintonlardan tescilli” olmayan taze isimler de istediğini yansıttı.

Nitekim, ön seçimlerde baştan itibaren Hillary Clinton yerine Obama’yı tercih etmiş iki Demokrat, Gregory Craig ve Susan Rice önemli görevlere gelebilir.

Temsilciler Meclisi’nin kendisini azletmeye çalıştığı dönemde Bill Clinton’ın avukatlığını üstlenen Craig, sadece hukukçu değil, aynı zamanda Madeleine Albright, Edward Kennedy ve George Soros gibi isimlere dış politika danışmanlığı yapmış biri.

Gerek bu deneyimi gerekse Obama’nın kampanyasına verdiği erken destek, onu yeni yönetimde ulusal güvenlik danışmanlığına taşıyabilir.

Aynı görev için, Clinton yönetimlerinde dışişleri bakan yardımcılığı ve ulusal güvenlik danışman yardımcılığı yapan James Steinberg’ün de düşünüldüğü söyleniyor.

Dışişleri bakanlığında ise, bir başka siyahî kadını ve bir başka Rice'ı görebiliriz; Condoleezza Rice’ın koltuğu, soyadı ve ten rengi dışında kendisine hiç benzemeyen Brookings Kurumu’ndan Susan Rice’a kalabilir.

Tabii, eski başkan adayı John Kerry ya da eski Birleşmiş Milletler büyükelçisi ve Hillary Clinton iktidara gelseydi, dışişleri bakanı olacağına kesin gözüyle bakılan Richard Holbrooke gibi bildik isimler de bu görevin adayları arasında.

* * *

Barack Obama’nın Beyaz Ev Genel Sekreterliği önerdiği “Rhambo” lakaplı Rahm Emanuel ise örgütçülükteki başarısıyla tanınıyor.

Geçmişte, Bill Clinton’la çok yakın çalışmış olmasına rağmen son birkaç yıldır Demokratik Parti üzerindeki Clinton hegemonyasının kırılmasına öncülük eden Emanuel, 2004 seçimlerinde Demokratların Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğu ele geçirmesini sağlayan kişi.

Şimdi Emanuel ve yakın çevresi, “üçüncü Clinton kabinesi” diye algılanacak bir ekiple işe başlaması halinde Obama’nın “yanlış çıkış” yapacağını açıkça ifade ediyor.

Kampanya sırasında Hillary Clinton’a “canavar” deyince Obama’nın danışmanlığından ayrılmak zorunda kalan Samantha Power’ın geri dönebileceğini, hatta Bush’un ilk dışişleri bakanı ve eski Genelkurmay Başkanı Colin Powell’ın savunma bakanlığına gelebileceğini söyleyenler de var.

Ancak Obama’nın yakın çevresinden şunu da ısrarla işitiyorsunuz:

“Ortada dolaşan eski isimlere takılıp kalmayın. Yeni yönetimin sadece zihniyeti değil, çehreleri de yeni olacak.”

Yasemin Çongar-Taraf,07.11.2008
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.