Bir Adaylık Hikayesi
Bir Adaylık Hikayesi:
MİLLETVEKİLİ ADAYI OLMAK İÇİN SADECE
ADAM OLMAK KAFİ GELMİYORMUŞ! (*)
Nusret ÇİÇEK (**)
Garnitüründe az da olsa başka maharetleriniz de olacak: Biraz sosyal demokrat, biraz eski Marksist, biraz MHP’li, biraz renksiz, biraz eli uzun, biraz tarih ve de din düşmanlığı…
Meyhane kokteyli gibi her telden ve her kafadan...
Aslına bakarsanız bu konuda tam bir fikir birliği yok.Aramızda sürekli rivayetler dolaşır. Kimileri der ki, adaylık için ‘Kurşun Asker’ olman yeter, meclis gündeminde “kaldır” “indir” eksersizlerini iyi yapıp yapamayacağınız kadar sadakatiniz önemli.
Bu sadakat olayında çoban köpeği misali bilmem kaba olur mu?
Bir de çakı gibi çavuş jestinde “baş üstüne”.
Rütbeli görünce cepheden selâma duruşumuz o yüzden, askerlik çağından itibaren alıştırmışlar bizi hem kayıtsız şartsız itaate hem de esas duruşa.
Geriye kalıyor, 2 milyarı partiye bayılmak…
Bakarsınız binlerce insan milletvekili “aday adayı” olmak için Halk Ekmek kuyruğu gibi sırada. O kuyrukta yağ var sanki!
Aksine, kuyruksuzunda yağ var ki bu yollarda harcanan parlar 5 yıllık milletvekili maaşına denk.Ali Ağa’nın çiftliğinde kazın geleceği yerden tavuk esirgenmez...
Siz istediğiniz kadar öz geçmişinize “yok şu kadar görevler yapıp üstün başarılar elde ettim, doktora yaptım, lisan bilirim, eserlerim, tecrübelerim, sosyal çevrem” diye yazın.
Yazarsınız da, “Yazı yazdım Hasan’a ha sana ha Hasan’a” olur.
Tövbe, hiç birisini açıp okumazlar bile, yazıldığı yerde kalır.
Ne var ki teşkilat yoklaması Meclis’in anlında yazılan “Hakimiyet Kayıtsız şartsız milletindir” vecizesinden gelme ama orası sadece bir göstermelik, sen alın yazısından ziyade olana bak, uygulamada hakimiyet kayıtsız şartsız genel başkan ile sırdaşlarınındır.
“Nereden biliyorsun?” diye soracak olursanız anlatayım.
Ekmek kuyruğunda Nisan Bir Şakası akşamları!
O akşamlarda günlerce teşkilatı gezdikten ve de “gizli oy, gizli sayımdan” geçtikten sonra sıra Genel Merkezde kurulan elekçilerde elenmeye gelir.Zannedersiniz ki sapı bir tarafa samanı bir tarafa değil, karışık, yiğidin düştüğü bataklıktan harmanlama kalkmak hikâyesi.
Lafı uzatmayalım. Pazar günü saat 13’da elekçilere eleklenmek için genel merkeze çağrılıyoruz, bir heyecan bir telaş. Hem feleğin çemberinden geçerek aday olmak, hem de içimizdeki yabani otları eleklemek!
Günaydın.
Tam tersi olmasın mı? Yabancı otlar kalıyor da yerlileri elekleniyor.
Adamlarda kabahat yok, meğerse elek öyle ayarlanmış…
Bizim heyetin başkanı Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi.
Sendika çıkışlı olunca fena uşak sayılmaz…
Yanı başında bir de türbanlı bayan, hanım kollarındanmış.
Eh o da bizden, türbanı hep savunmuyor muyuz?.. Her ne kadar o örtüyü okullarda serbest edememişsek de aday belirlerken elekçilikte masa başı süsü olarak bulundurmak fena fikir sayılmaz, görüntümüz hiç olmazsa renkli olsun!
Üçüncüsünü söylersem gülersiniz, söylemeyeceğim…
Doğrusu öylesi bir heyette başörtüsü bana Mısırdaki mahkemeleri hatırlattı. Kürsünün tam arka tarafında Kelime-i Şahadet, önünde de idamla yargılanan Mücahitler…
İsterseniz bu benzetmeyi de biraz da duygusallığıma bağışlayın, ama manzara aynen öyle. Bu dünyada aslanı hep çakala boğdurtmazlar mı?
13’de verilen randevu gece 22’lere kadar uzuyor.
Kolay değil, adamlar adam seçiyorlar adam!
10 saat gibi bir bekleme, 34 yıllık devlet tecrübesinden sonra çekilirse biz de çektik…
Eleklenme odasına girince, elekçi başı orijinal bir söz atıyor ortaya:
“Çok beklediniz.”
Zannettim ki üzüldüğünden söylüyor, ben de safça cevap verdim:
“Biz beklemekten, sizler de çalışmaktan yoruldunuz.”
Elekçibaşı kaçırır mı?
“Bari ev telefonunuzu verseydiniz de evden çağırsaydık zahmet olmazdı!!!”
Dışarı çıkınca jeton düşmesin mi? İşte o zaman kalp atışlarımın hızlandığını hissettim, anladım ki burası Mısır mahkemeleri olmasa da bu Elekçibaşı aldığı maskeli yetkiden havalanarak benimle inceden dalga geçti…
Neden maskeli?
Çünkü o kapılarda bekletilenlerin hiç birisi aday yapılmadı da ondan!
Sonra ne göreyim, Ankara 10. Noteri Mehmet Yaman, “Bizi teker teker içeri alıp sorguladıktan sonra bir de birlikte çağırıp boyumuza postumuza baktılar” demez mi?
Onun da Elekleyicisi genel başkan yardımcılarından Bülent Gedikli imiş.
Şaşırdım, “Yahu bu adamlar Orman Muhafaza memurluğu imtihanını milletvekilliği adaylığı ile karıştırmasınlar? Ya da uzman çavuş imtihanları ile!..”
Her ne ise şunu anladık; günlerce gezip dolaşmanızın, elekçiler tarafından eleklenmenizin bir anlamı yok, neticede İmam bildiğini okuyor, siz de amin demek düşer!
(*) 16 Temmuz 2007 tarihli Vakit Gazetesinden alıntıdır
(**) E. Savcı, Hakim
Hürriyet, Ahmet Hakan'dan Harika ber yaz
27 Temmuz 2007 Ahmet HAKAN ahmethakan@hurriyet.com.tr Bekir Coşkun'a mektup ÇOK Sevgili Bekir Bey... Ne hazin bir tecellidir ki şunca zamandır "sırt sırta yazıyor" olmamıza karşın hálá tanışamadık! Hani bir zamanlar "apartman hayatı"na yönelik eleştirilerde sıkça kullanılan "Adamlar kapı komşusu ama birbirlerine selam bile vermiyorlar" diye bir klişe vardı ya... Bizimki de biraz o hesap. Neyse... Umarım en kısa zamanda tanış oluruz. Bekir Bey... Adınız geçtiğinde herkeste olduğu gibi bende de bir "ince saz" çağrışımı uyandırıyorsunuz. Ben de size "kelimelerin efendisi" diyenlerdenim. Bazen öyle yazılar yazıyorsunuz ki, "İşte insani duyarlılığın şiiri" diyerek kesip saklıyorum. Ve fakat Bekir Bey... Bazen de öyle yazılar yazıyorsunuz ki, o "ince saz" birden susuveriyor. "Dokunaklı şiir"in yerini irkiltici bir anlayışsızlık alıyor. Hunharca katledilen bir sokak köpeği ya da zalim bir arabanın altında can vermiş zavallı bir kedicik için geliştirdiğiniz o takdire şayan empati duygunuzu, halkımızın büyük bir kısmı için geliştirmediğinizi görmek beni acayip şaşırtıyor. Israrla diyorsunuz ki: "Göbeğini kaşıyan adam." * * * Hemen anımsatayım: Bu türden bir yaklaşım yeni bir şey değil Bekir Bey. 57 yıldır her seçim yenilgisinin ardından benzer nitelemeler çıkınlardan çıkartılmış. Mesela, Çetin Altan'ın rahmetli babası, sizin "Göbeğini kaşıyan adam" dediğiniz adama "Ayak takımı" dermiş. Mesela, Falih Rıfkı Bey'in tercihi "Kara kalabalıklar" olmuş. Mesela, İsmet Paşa döneminin ünlü CHP'lisi Cevdet Kerim, "Hasolar, Memolar" diye aşağılamayı tercih etmiş. Mesela, Metin Toker, "Fasafiso vatandaşlar" nitelemesinde karar kılmış. Mine Kırıkkanat'ın tanımının "Uzun kollu, kısa bacaklı ve kıllarla kaplı" şeklinde tezahür ettiği hepimizin hafızasındadır. Siz ise "Göbeğini kaşıyan adam" demeyi uygun görüyorsunuz. Yanlış anlamayın! Sizden halk goygoyculuğu yapmanızı, "Halkım ne derse güzel der" demenizi falan beklemiyorum. Ben de "Halk yüzde 47 dedi / Aldınız mı boyunuzun ölçüsünü" falan diyen densizlere kıl oluyorum. Ben de yüzde 47'lik oydan, bir haklılık peyda etme girişimine ifrit oluyorum. Ben de "Söz söylenmez yüzde 47'nin üstüne" tavrından rahatsız oluyorum. Yani Bekir Bey, halkımızın siyasal tercihini eleştirmek tabii ki hakkınızdır. Ancak bunu yaparken... Adamların göbeklerinin büyüklüğünden söz etmeniz, eşek benzetmesi yapmanız, kaşınmaktan dem vurmanız... Bence sizin gibi ince duyarlılıkların adamına hiç mi hiç yakışmayan budur. * * * Ayrıca Bekir Bey... Siz de çok iyi bilirsiniz ki, "Bir çobanın oyuyla bir profesörün oyu hiç bir olur mu?" şeklindeki görüş, bu zamana kadar çok tartışılmıştır. Ancak insanlık, bütün bu tartışmaların sonunda "eşit oy" prensibinde karar kılmıştır. Eğer siz buna karşın... O eski demode görüşü savunacaksanız... Her seçimin ardından "Göbeğini kaşıyan adam" tarzı nitelemelerde bulunup kendinizi rahatlatmak yerine, çıkıp açıkça "eşit oy" prensibini tartışmaya açın... Çıkıp deyin ki: "Profesörün oyu 6 oy, doçentin oyu 5 oy, doktora çalışması yapanın oyu 4 oy, üniversite mezununun oyu 3 oy, lise mezununun oyu 2 oy sayılsın." Madem bir çobanın umutlarının, korkularının, kendine özgü doğrularının, beklentilerinin, gelecek tasavvurunun, bir profesörünkinden daha kötü olacağı konusunda eminsiniz... O halde adamlara "Göbeklerini kaşıyorlar" diye hakaret etmekten vazgeçip... "Eşit oy" prensibine savaş açın. Böylelikle çok daha tutarlı bir davranış sergilemiş olursunuz. Aksi takdirde her seçimde yeni bir hakaret sıfatı bulmak zorunda kalacak ve benim gibi "Her şeye rağmen Bekir Coşkun okuyorum" diyenleri şaşırtacaksınız. Hadi Oğuz Atay gibi bitireyim: "Ekmek suyla undan ibarettir / Maruzatım bundan ibarettir." Demode olan sekiz şey BİR: Tehlikenin farkında mısınız? İKİ: Halkın yüzde 25 oyunu alıp Meclis'in yüzde 65'ini temsil edenlerin uzlaşma araması şarttır. ÜÇ: CHP-MHP koalisyonuna hazırlanın. DÖRT: Kürt oylarının nereye gideceği belli. BEŞ: Cumhurbaşkanlığı oylamasında Meclis'e girmiyoruz. ALTI: Tandoğan'da gürledik, Çağlayan'da çağladık. YEDİ: Bunlar Cumhurbaşkanı ile kavgalı, anayasal kurumlarla kavgalı, orduyla kavgalı, YÖK ile kavgalı. SEKİZ: Çankaya laiktir laik kalacak. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=6969958&yazarid=131
Seçim 2007
Nusret bey'in Seçim 2007 sonuçlarını tahlil eden başka bir yazısını 25. 07. 2007 tarihli Vakit gazetesinden alıntılayarak aşağıda Sunuyorum: SİYASETİN YENİDEN ŞEKİLLENMESİ Seçim sonuçlarına partizanlık gözlüğünü çıkartıp baktığımızda görürüz ki deden kalma parti tutmak tutkuları tarih olmak üzeredir. Şartlar yeni oluşumları, yeni simaları gerektiriyor. Hele de bu seçimlerde 28 Şubat zihniyetine karşı halkta oluşan bilinç altı tepkilerin seçim sandıklarında yeniden mesafeler aldığını görüyoruz. Müslüman halkımız başörtüsü gibi dayatmaları lâik Cumhuriyet diye yutturan azınlığa bir sefer daha demokrasi dersi vermiş oldu ki anlayan anlasın… Kısadan hisse; bu seçim sonuçları ortalığı irtica virüsüne karşı “Cumhuriyete sahip çıkın” mitingleri ile uyarmaya çalışan kökten lâikçiler için bir başarı değil, aksine bir hezimettir. Halk ulusalcının lâikçiliğini, cumhuriyetçiliğini bilmiyor, anlamıyor, tasvip etmiyor. Toplumu boş şeylerle gerenlerin popülist politikaları bu seçimde hiç tutmadı. Gerçekçi olmak lazım. İlk defa iktidar gemisini kayalara çarptırmadan menziline kadar götüren bir siyasi çalışmaya şahit oluyoruz. Bu kadar şeytanı oyunlar, bu kadar çeteler, bu kadar eli kanlı örgütlerin karşısında seçimleri zamanında alıp zamanına kadar götürmek gerçekten kolay bir iş değildir. Zamanın zamanı tutması siyasette en büyük başarı sayılır. Bu seçim sonuçlarında bakın neler var: Görünen odur ki CHP’nin Milli Şef düşüncesine dayanan misyonu artık tükenmiştir. CHP’den bir daha 6 mızraklı CHP çıkmayacak… Köfte, ekmek de siyasetin gerçekleri ile alakalı bir konu olmayıp amigo çalışmalarında bir süre için işe yarasa da geçicidir. O da zaten halktan aldığı cevap sonucu geçti gitti… Dersler bir değil ki… Halk Köşk’ün duruşunu, Anayasa Mahkemesinin kocaman 367’sayısını “toplantı yeter sayısı” olarak görmesini, muhtıraları asla tasvip etmedi. DSP seçmeninin Ecevit’ten vasiyet aldığı Baykal karşıtı duruşu bir sefer daha bariz bir şekilde sandıkta göstererek DSP oylarının CHP yerine MHP’yi tercih etmesi ilginç bir gelişmedir. Hırçınlık, uzlaşmasızlık Baykal’ı yedi bitirdi… … Yeni dönemde Kürtçülük ve de Türkçülük ülkenin başını ağrıtacak… Kürtçülüğü Güneydoğu’da bir şeriat engeli olarak sunanların bölgelerindeki oy kaybı kadar MHP’nin de Türkçülükte oy kaybı sözkonusdur. K.Maraş, Çorum, Yozgat, Kayseri, Kırşehir gibi şehirlerde MHP’nin eski seçmeni AK partisine kaydı. Bu demektir ki ister Kürtler olsun, ister Türkler olsun Müslüman halkımız inancı gereği ırkçılığı benimsemiyor. O zaman MHP’nin barajı aşmasındaki sırrı neye göre değerlendireceğiz? MHP, beklentilerin aksine elde etmiş olduğu kazanımını bana göre sola borçludur. Görülüyor ki CHP’nin düştüğü yörelerde MHP yükseldi. Oysaki solun ülke genelindeki oyu % 30’lara yakın. Şimdi ise birleşik bir CHP yarım AK partisi etmiyor… Zor oyunu bozunca kozlar yer değiştirdi. Artık bu saatten sonra yeni bir CHP’leşme ideolojisinin MHP de devam edeceğini söylemek yanlış bir tespit olmaz. Kısacası MHP CHP’leşti… Seçim çalışmalarında İlhan Selçuk gibi eski bir Marksist’tin iki oydan bir oyunu MHP’ye bağışlama kampanyası boşuna değildi.Kanal Türk televizyonun da “Cumhuriyetinize sahip çıkın” mitingleri MHP’ye yaradı.Baktılar ki Baykal bu işi beceremeyecek, AK partisinin karşısına Bahçeli’yi yeni bir umut olsun diye diktiler. Onun için MHP’ye verilen beleş oylar ülkücülerden ziyade Ulusalcı kadrolara aittir. Bu saatten sonra sağdaki mevcut ataerkil partilerle bir yere varılamayacağı kesin. Ağar, Mesut Yılmaz, Erkan Mumcu yıpranan liderler arasında… Gidiciler, yolları açık olsun… Küçüklerini saymıyoruz. Hesap şudur. Sadece başörtüsü olayından yola çıkarak muhafazakar kesimin nüfusa göre oranı %80’dır. % 46’si AK partisine oy verdiğine göre geride %35’lere varan bir sayının olduğunu görüyoruz. Küçümsenecek bir oran sayılmaz… Bu sayı beş aşağı beş yukarı ülkücüleri de içerisine alan İslam’ı kesimindir. Yanı, AK partisinden sorgusuz sualsiz atılanlarla MHP’den ürken ülkücüler. Şimdi bu cenahın ileride alternatif olacak şekilde bir araya gelerek yeni oluşumlar çerçevesinde plan, proje üreteceklerine pek yakında şahit olacağız. Bekleyelim ve görelim. 24.7.2007 Nusret ÇİÇEK [B]null[/B]