Çekmegil Düşüncesinde Bireyci Yaklaşım
Çekmegil Düşüncesinde Bireyci
Yaklaşım
Raci DURCAN/Nida Dergisi, Özel Sayı
Said Çekmegil Ağabey ile ilgili yazı yazmam istendiğinde, Ali Bulaç Bey'in
Umran Dergisi'ndeki yazısı geldi aklıma. Bu yazıdan sonra, "bu konuda
daha ne yazılabilir ki?' diye düşündüm. Yazmaya bu tereddüt ile
başladığımı itiraf etmeliyim.
****
Kendinizi birden boşluğa bıraksanız, tutunacak bir yeriniz kalmadığını hissettiğinizde müthiş bir korkuya kapılırsınız.
Peki, fikren bir boşluğa düştüğünüzde ne hissedersiniz? Bir tartışmada karşınızdakine söyleyecek bir sözünüz kalmadığında?..
Elbette,her tartışmayı kazanmak zorunda değilsiniz. Tabii ki
yanlış düşünceleriniz olabilir ve karşınızdaki size bu eksik
noktalarınızı göstermiş olabilir. Fakat, tartışacak hiç zemininiz
kalmazsa, söyleyecek sözünüze hiçbir dayanak bulamazsanız ne olur?
Böyle bir şey, üniversiteye kaydolduktan sonra yerleştiğim yurt odasında başıma gelmişti. Şimdi de dostluğunu sürdüren ve bununla iftihar duyduğum Burhan Hoşhanlı böyle bir duyguyu tattırmıştı bana. İlk defa birisi, bir fikir öne sürdüğümde, bunun kaynağını soruyor, Kitap’ımızdaki yerini ve ona uygunluğunu öğrenmek istiyordu. Cevap veremiyordum. O zamana kadar bilgilerimi Kitap'la irtibatlandırma gereği duymamıştım. Düşüncelerimizin Kaynak Kitab'a uygun olması gerektiğini biliyor; fakat aradaki irtibatı sağlayamıyorduk. Çünkü şimdiye kadar ne kimse bana böyle bir şey sormuş, ne de ben başkasına sorma gereği duymuştum. Ama şimdi müthiş bir şüphe serpiliyordu içime. Her bir fikrimin, dinimin kitabına uygun olmayabileceği şüphesi.. Fikir temellerim adeta deprem geçirerek yıkılıyor, mesnetsiz kalıp boşluğa savruluyordu.
Böyle bir şey, üniversiteye kaydolduktan sonra yerleştiğim yurt odasında başıma gelmişti. Şimdi de dostluğunu sürdüren ve bununla iftihar duyduğum Burhan Hoşhanlı böyle bir duyguyu tattırmıştı bana. İlk defa birisi, bir fikir öne sürdüğümde, bunun kaynağını soruyor, Kitap’ımızdaki yerini ve ona uygunluğunu öğrenmek istiyordu. Cevap veremiyordum. O zamana kadar bilgilerimi Kitap'la irtibatlandırma gereği duymamıştım. Düşüncelerimizin Kaynak Kitab'a uygun olması gerektiğini biliyor; fakat aradaki irtibatı sağlayamıyorduk. Çünkü şimdiye kadar ne kimse bana böyle bir şey sormuş, ne de ben başkasına sorma gereği duymuştum. Ama şimdi müthiş bir şüphe serpiliyordu içime. Her bir fikrimin, dinimin kitabına uygun olmayabileceği şüphesi.. Fikir temellerim adeta deprem geçirerek yıkılıyor, mesnetsiz kalıp boşluğa savruluyordu.
Bir aralık, çare olarak, öne sürdüğü her fikri onaylamayı tercih
ettim. Ancak bu da kurtuluş değildi. Çünkü, "Esas olan bizim fikrimiz
değil, fikrin Kitab'a aykırı olmamasıdır" diyerek bu yolu da
tıkamıştı. Tek kurtuluş yolu kalmıştı: Yeniden başlamak. Her şeye
yeniden başlamalıydım ...
Öyle yaptım. Boşluğa asılı kalmaktan o kadar korkmuştum ki, bir daha aynı duruma düşmemek için sürekli araştırdım, okudum.. Zaten okuyordum: ancak bu sefer, kaynakları da.. Bu tartışma, hayatımda bir dönüm noktası olmuştu ve ben artık düşüncelerimi kitaba uydurmak için sürekli onunla kontrol eder olmuştum. Sadece bu şekilde Müslüman’ca düşünebileceğimi, onun adına ona aykırı olamayacağımı kavramıştım.
Burhan kardeş, metodunun esin kaynağı Said Çekmegil ile beni tanıştırdığında, bu yönteme aşına olmanın avantajını taşıyan biriydim artık. Said ağabeyin yeni tanıştığı herkese uyguladığı silkeleme yöntemine hazırlıklıydım. Çoğu insanda, ilk karşılaşmada bıraktığı şok etkisini benim üzerimde görememiş olmanın hoşnutsuzluğunu, sanki gözlerinden okumuştum. Bu hazzı yaşayamamasının sebebi olarak Burhan'a içinden hiç kızmış mıdır, hala merak ederim.
Çekmegil'in en önemli özelliği; fikirlerini insanlara açıp onlarla tartışması olarak özetlenebilecek yöntemiydi.. Fikirlerindeki birçok orijinalite, birçok şeyi ilk defa seslendirmiş olma özelliğinin yanında, bu yöntem farkını çok önemsiyorum. İnsanları, düşünmeye tahrik ederek, fikir üretmeye zorluyordu. Hem de üstatlık ve ağabeylik düzeninin dorukta olduğu bir dönemde. O zaman, üstat denilenlerin, değil bilgilerinin kaynağını vermeleri ve herhangi bir noktada eleştirilmeleri; kendilerine soru sormak bile imkansızdı. Onlarla münasebet ancak, sizin kul gibi eğilmenizle mümkündü. Aklınıza yatmayan bir şeyi size izah ederlerdi, ancak siz kendi yetenekleriniz ölçüsünde bunu kavrardınız. Eğer bir yanlışlık varsa, bunun müsebbibi fikri öne süren değil hala anlayamayan siz olabilirdiniz. Nasıl kullukta Allah'ın önünde eğiliyorsanız, bunların önünde de boyun eğmeliydiniz. İşte böyle bir ortamda O, herkesin eşit söz sahibi olduğu fikir sohbetleri düzenleyerek bir devrim başlatıyordu. Bir mecliste. 8 yaşındaki bir çocuğun, 80 yaşındaki kişiye karşı fikir öne sürebilme hürriyeti olduğunu düşünün. Üstelik, herkes süresi içinde sözünü kesmeden onu dinlemek zorundadır ve ancak, söz hakkı kendine geldiğinde cevap verebilir. Hayatı boyunca, insanlara bir şey vermek istediğinde hep bu yöntemi kullandı. Bir insanın, öğretirken nasıl aynı zamanda bir öğrenici de olabileceğinin dersini veriyordu. Belki de en iyi öğrenmenin konu hakkında düşünmek, fikir üretmeye çalışmak olduğunu bildiği içindir. Bu yöntemle fikir tartışmalarına katılmış sayısız genç insanın daha sonra ülkenin fikir ve sanat hayatında edindikleri konum, yöntemin başarısını da açıklıkla gözler önüne serer.
Öyle yaptım. Boşluğa asılı kalmaktan o kadar korkmuştum ki, bir daha aynı duruma düşmemek için sürekli araştırdım, okudum.. Zaten okuyordum: ancak bu sefer, kaynakları da.. Bu tartışma, hayatımda bir dönüm noktası olmuştu ve ben artık düşüncelerimi kitaba uydurmak için sürekli onunla kontrol eder olmuştum. Sadece bu şekilde Müslüman’ca düşünebileceğimi, onun adına ona aykırı olamayacağımı kavramıştım.
Burhan kardeş, metodunun esin kaynağı Said Çekmegil ile beni tanıştırdığında, bu yönteme aşına olmanın avantajını taşıyan biriydim artık. Said ağabeyin yeni tanıştığı herkese uyguladığı silkeleme yöntemine hazırlıklıydım. Çoğu insanda, ilk karşılaşmada bıraktığı şok etkisini benim üzerimde görememiş olmanın hoşnutsuzluğunu, sanki gözlerinden okumuştum. Bu hazzı yaşayamamasının sebebi olarak Burhan'a içinden hiç kızmış mıdır, hala merak ederim.
Çekmegil'in en önemli özelliği; fikirlerini insanlara açıp onlarla tartışması olarak özetlenebilecek yöntemiydi.. Fikirlerindeki birçok orijinalite, birçok şeyi ilk defa seslendirmiş olma özelliğinin yanında, bu yöntem farkını çok önemsiyorum. İnsanları, düşünmeye tahrik ederek, fikir üretmeye zorluyordu. Hem de üstatlık ve ağabeylik düzeninin dorukta olduğu bir dönemde. O zaman, üstat denilenlerin, değil bilgilerinin kaynağını vermeleri ve herhangi bir noktada eleştirilmeleri; kendilerine soru sormak bile imkansızdı. Onlarla münasebet ancak, sizin kul gibi eğilmenizle mümkündü. Aklınıza yatmayan bir şeyi size izah ederlerdi, ancak siz kendi yetenekleriniz ölçüsünde bunu kavrardınız. Eğer bir yanlışlık varsa, bunun müsebbibi fikri öne süren değil hala anlayamayan siz olabilirdiniz. Nasıl kullukta Allah'ın önünde eğiliyorsanız, bunların önünde de boyun eğmeliydiniz. İşte böyle bir ortamda O, herkesin eşit söz sahibi olduğu fikir sohbetleri düzenleyerek bir devrim başlatıyordu. Bir mecliste. 8 yaşındaki bir çocuğun, 80 yaşındaki kişiye karşı fikir öne sürebilme hürriyeti olduğunu düşünün. Üstelik, herkes süresi içinde sözünü kesmeden onu dinlemek zorundadır ve ancak, söz hakkı kendine geldiğinde cevap verebilir. Hayatı boyunca, insanlara bir şey vermek istediğinde hep bu yöntemi kullandı. Bir insanın, öğretirken nasıl aynı zamanda bir öğrenici de olabileceğinin dersini veriyordu. Belki de en iyi öğrenmenin konu hakkında düşünmek, fikir üretmeye çalışmak olduğunu bildiği içindir. Bu yöntemle fikir tartışmalarına katılmış sayısız genç insanın daha sonra ülkenin fikir ve sanat hayatında edindikleri konum, yöntemin başarısını da açıklıkla gözler önüne serer.
20.yüzyıl, hürriyetler çağı diye anılıyor. Sanayi toplumun getirdiği kalabalık şehir yaşantısı, insanların birbiriyle olan bağını zayıflatmış, bunun sonucu olarak birey, ön plana çıkarak daha bağımsızlaşmıştır. Batıda bu anlayış hızla gelişirken, geleneksel köklerine bağlı halkı Müslüman ülkelerde, özellikle dini duyarlığı yüksek topluluklarda neşvünema bulamamıştır 'Yeni çağa bir tepki olarak, topluluklar cemaatleşip iyice içe kapanırken, bireyselci yaklaşım kendisine zemin bulamamıştır. Özgürleşmeyen birey, batıdaki kadar üretken de olamamıştır . Bizdeki düşünce hayatı kısırlığının enönemli sebeplerinden biri budur.
Son dönemlerde bireysel gelişimle
Üstelik, herkes süresi içinde sözünü kesmeden onu dinlemek zorundadır ve ancak, söz hakkı kendine geldiğimde cevap verebilir. Hayatı boyunca, insanlara bir şey vermek istediğinde hep bu yöntemi kullandı. Bir insanın, öğretirken nasıl aynı zamanda bir öğrenici de olabileceğinin dersini veriyordu. Belki de en iyi öğrenmenin konu hakkında düşünmek, fikir üretmeye çalışmak olduğunu bildiği içindir. Bu yöntemle fikir tartışmalarına katılmış sayısız genç insanın daha sonra ülkenin fikir ve sanat hayatında edindikleri konum, yöntemin başarısını da açıklıkla gözler önüne serer.
20.yüzyıl, hürriyetler çağı diye anılıyor. Sanayi toplumun getirdiği kalabalık şehir yaşantısı, insanların birbiriyle olan bağını zayıflatmış, bunun sonucu olarak birey, ön plana çıkarak daha bağımsızlaşmıştır. Batıda bu anlayış hızla gelişirken, geleneksel köklerine bağlı halkı Müslüman ülkelerde, özellikle dini duyarlığı yüksek topluluklarda neşvünema bulamamıştır 'Yeni çağa bir tepki olarak, topluluklar cemaatleşip iyice içe kapanırken, bireyselci yaklaşım kendisine zemin bulamamıştır. Özgürleşmeyen birey, batıdaki kadar üretken de olamamıştır .
Bizdeki düşünce hayatının kısırlığının en önemli sebeplerinden biri budur. Onlar, milyonlarca beyinle düşünürken, bizler cemaat cemaat, yani üçer beşer düşünüyorduk. Bu, fikir hayatımızın neredeyse sonunu getirdi. Bu noktayı gördükten sonra, Said Çekmegil'in, bireyi özgürleştirici, onu, üretmeye tahrik edici bu yönteminin önemini daha iyi kavrayabiliriz. Özgürleşen, fakat diğer yandan da bireyselliğin getirdiği yalnızlık psikolojisiyle korkmaya başlayan Batı insanı, kişisel gelişimi önemsemek, bu yönden takviye edilmek zorun da kalmıştır. Son dönemlerde bireysel gelişimle ilgili yayınlarda görülen hızlı artıştan anlıyoruz bunu. İnsanın yolu açılmış, adeta şoseden asfalta dönüşmüş. Fakat insan, bu yolda gerekli sürati yapamamaktadır. Çünkü bireysel özellikleri bu gelişkin yola göre yetersizdir. Çekmegil metodunda, daha küçükken toplum içinde söz sahibi olmaya başlayan birey, kendi gelişimi için de mükemmel bir fırsat yakalar. Böylece, başka insanları, ne kadar kendine zıt bile olsalar dinlemeyi, onlara tahammül etmeyi öğrenir. Zamanla, zıt gördüğü fikirlerde bile, farklı perspektiften bakılınca doğrular olabileceğini fark eder. Kendi fikirlerini açıklamaktan korkmaz. gülünmekten, alay edilmekten çekinmeyecek kadar öz güvenlidir. Bu metot, derinlemesine bir analizle yeni çağın eğitim sistemine temel yapılabilir. Özgürleşen ve bireyselleşen çağımız insanı için şimdiki katılımsız yöntemden çok daha iyi sonuçlar vereceğine, ben inanıyorum. Bunu bir öneri olarak, çıkış arayan eğitim müessesesi kadrolarına buradan öneriyorum.
Çekmegil'in bir diğer özelliği, insanları Kur'an'a uygunluğa çağırmasıydı. Her sözüne Kur'an'dan delil arar, fikirleriyle ona aykırı düşmekten imtina ederdi. Bilirdi ki, ne kadar parlak görünürse görünsün, Kur'an'a zıt bir fikir, uzun süre orada; yukarıda kalamaz. Bunu, Kur'an'ı herkesin anlayamayacağının zannedildiği, Kur'an okuyanlara hoş gözlerle bakılmadığı dönemde seslendirmiştir.
Takvayı, çoğu insanın yanıldığı şekilde nafilenin çokluğunda
değil, farzlarda istikrarlı olmada arardı. İnsanın, ana çizgisi "Hak" üzere
olduğunda ve haram işlerden kaçındığında iyi bir Müslüman olarak
nitelemesi gerektiğini düşünürdü. Onun evliyaları havalarda
uçmazlardı. Ya da uçacaklarsa, tabii yollardan, uçak filan gibi vasıtalarla
yaparlardı bunu. Dünyası ütopik değildi. Her zaman, bir ayağı yere sağlamca
basardı. Müslümanlığın sadece bir kez, o da Asr-ı Saadette yaşandığına
dair düşüncelere pirim vermezdi. Her çağda iyi Müslümanlar olarak
yaşanabileceğini söyler, dini teferruat içinde boğanların yolunu
aydınlığa çıkarmaya çalışırdı.
Çekmegil, arkasında birçok eser bıraktı. Kırka yakın kitabının yanında benim en önemsediğim eseri, çok sevdiğini bildiğim oğlu Selami Çekmegil'dir. Zaten birkaç kuşaktır bünyesinden önemli fikir adamları çıkarmış ailenin son halkasını teşkil ediyor.
Kendisinin fırsat bulamadığı için (tam ve doğrudan) inceleyemediği batı düşüncesi ve yaklaşımları da, oğlu Selami Çekmegil tarafından kritik edilmiş, önemli açılımları yayınlamış ve bunları kitaplarında bizlerle paylaşmıştır. Mesela, nasıl olup da batıl düşünce sahibi batılıların, böyle yanlış bir düşünce zemininde parlak bir medeniyet vücuda getirdikleri, çağımız Müslümanlarının zihnini kurcalayan önemli bir müşküldür. Rönesans'la birlikte dinden uzaklaştığı söylenen batının, dine hep yakın durmuş doğuya galebe çalmasının, sanıldığının aksine bunu dinden uzaklaşarak değil, doğru İslam düşüncesine metod olarak yaklaşmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Dine yakın diye düşünülen doğunun da, aksine, Müslüman’ca yöntemleri terk ettiğini, Müslüman ismi taşısa bile, yöntem olarak ondan uzaklaştığını; buna karşın batıl isimler taşıyan batının da, yöntem olarak Müslümanlaşarak sonuca ulaştığını açıklamış, bu noktadan İslam'ı vurmak isteyenlerin önünü kesmiştir.
Aydınlar vardır, sadece gününü aydınlatmaya yeter ışığı. Nefesi yetmez daha uzağa. Kimi aydınlar vardır, öylesine güçlüdür; ışığının huzmeleri asırları, çağları aydınlatır. Çekmegil'in ışığının oldukça uzaklardan görüneceğini sanıyorum.
Nida Dergisi (özel sayı)'dan alıntılanmıştır.
Çekmegil, arkasında birçok eser bıraktı. Kırka yakın kitabının yanında benim en önemsediğim eseri, çok sevdiğini bildiğim oğlu Selami Çekmegil'dir. Zaten birkaç kuşaktır bünyesinden önemli fikir adamları çıkarmış ailenin son halkasını teşkil ediyor.
Kendisinin fırsat bulamadığı için (tam ve doğrudan) inceleyemediği batı düşüncesi ve yaklaşımları da, oğlu Selami Çekmegil tarafından kritik edilmiş, önemli açılımları yayınlamış ve bunları kitaplarında bizlerle paylaşmıştır. Mesela, nasıl olup da batıl düşünce sahibi batılıların, böyle yanlış bir düşünce zemininde parlak bir medeniyet vücuda getirdikleri, çağımız Müslümanlarının zihnini kurcalayan önemli bir müşküldür. Rönesans'la birlikte dinden uzaklaştığı söylenen batının, dine hep yakın durmuş doğuya galebe çalmasının, sanıldığının aksine bunu dinden uzaklaşarak değil, doğru İslam düşüncesine metod olarak yaklaşmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Dine yakın diye düşünülen doğunun da, aksine, Müslüman’ca yöntemleri terk ettiğini, Müslüman ismi taşısa bile, yöntem olarak ondan uzaklaştığını; buna karşın batıl isimler taşıyan batının da, yöntem olarak Müslümanlaşarak sonuca ulaştığını açıklamış, bu noktadan İslam'ı vurmak isteyenlerin önünü kesmiştir.
Aydınlar vardır, sadece gününü aydınlatmaya yeter ışığı. Nefesi yetmez daha uzağa. Kimi aydınlar vardır, öylesine güçlüdür; ışığının huzmeleri asırları, çağları aydınlatır. Çekmegil'in ışığının oldukça uzaklardan görüneceğini sanıyorum.
Nida Dergisi (özel sayı)'dan alıntılanmıştır.
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.