ÇEKMEGİL OKULU
ÇEKMEGİL OKULU, MALATYA EKOLÜ
Faruk PALULUOĞLU
Said Ağabey hayatta iken söz ve davranışları ile etrafını aydınlatıyordu. Vefatından sonra da kitapları ve yetişmelerinde büyük emeği olduğu yakınlarının aynı gayret üzerinde olduklarını sevinerek görüyoruz. Yakınları olarak O’nun metodunu takdir edip, O’nunla yürüyenleri kastediyorum. Said Ağabey hiçbir zaman bir grup, cemaat oluşturma düşüncesinde olmadı. Geçmişte Büyük Doğu Cemiyeti’nin kurucu üyesi ve Malatya başkanlığı görevlerinde bulunduğunu anlatırdı. Yeterince tecrübe etmiş olacak ki “biz” denildiğinde kızardı. “Biz değil tek tek fertleriz” derdi. “Biz” in suni dayatmalarla olamayacağını ancak “biz” olmaya layık insanların tezahürü halinde, İlahî takdir de olursa sonucun kendiliğinden ortaya geleceğini söylerdi ki son yaşananlar bu görüşün doğru olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Said Ağabey sağlığında ne öğretti? Vefatında da bizlere neyi miras bıraktı? Diye sorarsak derim ki; tevhidi düşünce, kaynakları hurafelerden, İsrailiyat’tan arındırma gayreti, taklidi red ve tahkike yönelme, mücadelede nebevi metod, tenkid usulü, diyalektik, dik duruş gibi çok önemli mevzularda öncü idi, sağlığında bunları yaşadı, yaşatmaya çalıştı. Vefatında da bu mevzuları anlayan birçok kişinin yanında kırka yakın kitap bıraktı. Ayrıca çeşitli olaylar karşısında takındığı tavırlar yıllar boyu kuşaktan kuşağa darb-ı mesel olarak aktarılacaktır. İşte tüm bunlar Malatya Ekolü’nü meydana getirmiştir. Said Ağabey tevazu sahibi olduğu için Çekmegil Ekolü demezdi. İşte miras; bir ekol, bir okul. Ne mutlu talip olanlara…
Tevhid-i düşüncenin, değil Malatya da tüm yurt çapında en büyük müdafilerinden biri Said Ağabey olmuştur. Hem de oldukça zor şartlarda. 1970’lerde hurafeler, bidatlar ortalığı kasıp kavuruyordu. İnsanlar çoğunlukla bir şeyhe tabi olmaya çağrılıyordu. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır denerek şeyhlerin sözleri din telakki edilirdi. Herkes Kuran’ı anlayamaz, aman açıp okumayın, şeyhiniz ne dediyse onu yapın, o size yeter denilirdi. Anlayış böyleydi. O şeyhler ki o günün koca bakanları, vekilleri, işadamları onların müritlerindendi. Bağlıları yüz binlerle ifade ediliyordu. Ne diyordu şeyh efendi; “Şeyhin izni olmadan dalından bir yaprak düşemez, bir kedi bir fareyi yiyemez.” Bu cümle şirk değil de ne idi? Ama gelin görün ki bu yanlışı, bu zulmü kim suratlarına çarpacak? Hocalar mı? Onları geçin, pek azı hariç, ne geçmişte, ne dün, ne bugün bunlardan pek bir şey beklemeyin. Mazilerindeki suskunluk genetik olarak mı nedir bugün de aynen devam etmektedir. Peki, kim karşı koyacaktı? N. Fazıl’ın dediği gibi doğunun cesur sesi Çekmegil tabii. Bakınız “vahye göre büyük zulüm” kitabına, kimler yok ki kritik etmediği. Ne kadar büyük hizmet anlayan için. Said Ağabey bu davada çok sevdiği yol arkadaşı N. Fazıl Kısakürek’i dahi tenkidden çekinmemişti. Ne diyordu Kısakürek:
Sonsuzluk kervanı ardınızda ben,
Tek ayakla seken topal köpeğim.
Birisi de çıkıp “Köpek nefsim diye bir makale yazmıştı. Durur mu Çekmegil. Kriter dergisinde “Nefis nedir?”konulu bir yazı yazdı. Sene 1978 Malatya kaynadı. O dönemde M.T.T.B, Akıncılar adlı gençlik teşkilatları vardı. Rahmetli Turan Akyol’un sahibi olduğu Akyol Pasajı’nda Boğaziçi Çay Ocağı vardı., Kendi çapında ilim ocağı idi. Oraya gittiğimde onlarca kişi hararetle bu mevzuyu tartışıyordu. Nefse köpek denir mi denmez mi? Hadi Kuran’a bakalım, Buhari’yi getirin. Düşünebiliyor musunuz, ne kadar güzel bir manzara.
Sonsuzluk kervanı ardınızda ben,
Tek ayakla seken topal köpeğim.
Birisi de çıkıp “Köpek nefsim diye bir makale yazmıştı. Durur mu Çekmegil. Kriter dergisinde “Nefis nedir?”konulu bir yazı yazdı. Sene 1978 Malatya kaynadı. O dönemde M.T.T.B, Akıncılar adlı gençlik teşkilatları vardı. Rahmetli Turan Akyol’un sahibi olduğu Akyol Pasajı’nda Boğaziçi Çay Ocağı vardı., Kendi çapında ilim ocağı idi. Oraya gittiğimde onlarca kişi hararetle bu mevzuyu tartışıyordu. Nefse köpek denir mi denmez mi? Hadi Kuran’a bakalım, Buhari’yi getirin. Düşünebiliyor musunuz, ne kadar güzel bir manzara.
Sadi Ağabey insanları araştırmaya yöneltirdi. Bir takım insanların hoşuna gitmese de iddiaları ile ilgili delil sorardı. Şairin dediği gibi ayetsiz geleni ayetle vururdu. Özellikle din adına ifade edilen her sözün delilsiz, kaynaksız ifadesine razı olmazdı. Öyle ki artık Malatya’ya gelen konuşmacılar espri ile burası Malatya aman dikkat edelim derlerdi. 1986’da Ulvi Alacakaptan bir piyesin başında bir fıkra anlatayım dedi.
Malatyalının biri o tarihlerde Afganistan’a gitmiş. Hikmetyar “Sen nerelisin?” diye sormuş. Bizim ki Malatyalıyım deyince, kardeşim sen bize yaramazsın. Ben diyeceğim ki şu tepenin arkasında düşman var. Sen diyeceksin ki delilini getir. Hadi senin işin rast gelsin demiş. Bu fıkra o zaman izleyicileri hem neşelendirmiş hem de gururlandırmıştı. Kısacası “Malatya Ekolü” delil sorardı.
1970’lerde Erbakan ve arkadaşları parti kuruluş çalışmalarına Said ağabeyi de davet eder, görüşürler. Said Ağabey sistemden icazet alarak, onun dayattığı yasaları kabul ve ikrar ederek İslami bir mücadelenin mümkün olamayacağını anlatmaya çalışır. Fakat muhatapları kabule yanaşmazlar. Neticede particiliğin getirisi! Anlaşılır ancak boşa harcanan zaman ne kadar üzücüdür. Bu hususta Said ağabeye duayı bir borç biliyorum. Belki o günlerde o havaya katılsaydı vekillik elde edilebilirdi. Belki vaad dahi edildi. Ancak Çekmegil dünyayı tekmelemiş bir kişi idi. Tenezzül etmedi. Makam, mevki hevesi olmadığına şahit olanlardanım.
Diyalektik üzerine bizim camiada Sadi ağabeyden başka kitabı olan var mı? Ben bulamadım. Diyalektik anlayışımız adlı eseri gerçekten büyük bir hizmettir. Said ağabey muhataplarının düşüncelerini sorularla açmaya çalışırdı. Muarızlarını kendi ifadelerindeki hatalarla, noksanlarla vururdu. O’nun diyalektiğinin bir cephesi de budur. O’nu çok sert mizaçlı bulanlar da oluyordu. Ağabey biraz yumuşak olsan derlerdi. Ne mümkün, o tabiatı ile sertti. Sözleri tokat gibidir zaman zaman. Yıllarca uykuda kalanlar, beyinleri pas tutanlar ancak şok bir yöntemle doğruya çekilebilir diyordu ki çoğunlukla bu metod olumlu sonuçlar vermiştir.
Said ağabey maruf örfün de savunucusu idi. Bugün bizlere anlamsız gelebilir ancak milletler örfleriyle yaşar. Dinimiz maruf örfü reddetmemiştir hatta ona sahip çıkmıştır.
Said ağabey Ankara’da bir arkadaşının bürosuna çıkacaktır. Asansöre biner, bir bayan da koşa koşa gelerek ben de bineyim der. Said ağabey dışarı çıkar, buyurun siz çıkın der. Sonuçta Said ağabey tek olarak çıkar. Arkasından o hanım da ağlayarak gelir. Neden benimle çıkmadınız, siz yaşlı birsiniz vs. der. Said ağabey bu olayı anlatırken; böyle bir vakanın meydana gelmesi etrafında oluşan, oluşacak düşünceler bizlere çok şey öğretebilir demişti. O insanları lakaytlıktan, ihmallerden, ne olur ki deyip fitnelerin önünü açacak hallerden sakındırmaya çalışıyordu. Özellikle bu hususta Said ağabey övgüye layık biriydi. Mekânı cennet olsun.
Said ağabey tasavvuf ehlini kıskandıracak kadar dikkatli yaşardı. Varlıklı idi fakat dünyalık peşinde değildi. Evini ziyaret edenler şahit olmuşlardır. Tenkit edilecek kadar kısıtlı harcardı. Ama kitap-dergi-gazete denildi mi orada durun. Zannediyorum giderinin en önemli kısmını matbuata harcardı. O hakiki gelirin nerden olduğunu iyi biliyordu. İkramı severdi anlatmaya gerek yoktur.
Said ağabeyin bir diğer güzel yanı da ailesi ile uyumu idi. Beklide dünyanın en çok sevilen ve sayılan “Efendibabası” idi, çocukları, torunları, torun çocukları etrafında yer kapmak için yarışırlardı. Yaşlı bir adamı bu kadar sevimli kılan şey ne olabilirdi diye sorarsanız; O’nun ilme olan saygısı, kendisini de saygıdeğer hale getirmiştir derim. Her yıl torunları arasında ödüllü bilgi yarışması tertip eder onların yetişmesi için gayret gösterirdi.
Fikir sohbetleri O’nun oluşturduğu bir etkinlik idi ki bir eşini bilmiyorum. Bu gün hala sürdürülen ve sürdürülecek olan fikir sohbetleri nice insanımızın yetişmesine katkıda bulunmuştur. O üç kişi bulsa hemen fikir sohbeti yapalım derdi. Bu güzel âdeti bıraktığı en güzel miraslarından biridir diyebilirim.
Said ağabey’in bunca güzel yönler yanında tenkid edilecek yönü yok muydu? O da bir beşerdi hatası yok değildi ancak büyük vebal işlemediğini söylerdi. Çoğunlukla mesud yaşadı. Etrafına neşe saçardı. O geldiğinde memnun edenlerdendi. Sohbetinde maleyaniye rastlamadım. Ondan çok şey öğrendim. Şahsım için söylediği “senden razıyım” sözünü hatırladıkça huzur bulurum. Yıllarca hasta yattı şikayetlenme duymadım. “Ben Allah’tan razıyım” derdi. Allah da ondan razıdır inşallah. (Malatya’da Münteşir, Açık sayfadan alıntıdır.)
tenkit...
tasavvuf ehli yemeye ve içmeye çok önem verir. efendi babanınsa bu konuda seçici davrandığını hiç görmedim. selamlarımla,