Harbiye - Fatih...
Harbiye - Fatih...
Atilla Özdür - Vakit, 26.11.2009
Çocukluğumun bir yılı, ilk mektep üçüncü sınıf talebeliğim süresince Beyoğlu Tarlabaşı semtinde geçti… Fatih Kıztaşı’nda ikamet eden dedemgillere gidiş gelişimde Harbiye-Fatih tramvaylarına binerdim…
Peyami Safa’nın ‘Harbiye Fatih’indekilerle bizim yeşil renkli ikinci mevki Harbiye-Fatih vagonlarında gördüklerimiz farklı idi. Birinde, hayat tarzları itibarıyle iki ayrı dünyanın insanları, berikindeyse, harp yıllarının bedbinleştirdiği, ekmek şeker ve temel gıda yetersizliği ve umutsuzluktan ötürü avurtları çökük ihtiyar orta yaşlılar, kamburu çıkmış gençler…
Peyami Safa’nın ‘Harbiye Fatih’indekilerle bizim yeşil renkli ikinci mevki Harbiye-Fatih vagonlarında gördüklerimiz farklı idi. Birinde, hayat tarzları itibarıyle iki ayrı dünyanın insanları, berikindeyse, harp yıllarının bedbinleştirdiği, ekmek şeker ve temel gıda yetersizliği ve umutsuzluktan ötürü avurtları çökük ihtiyar orta yaşlılar, kamburu çıkmış gençler…
Zaman içinde artan nüfus, gayri safi milli hasıla hesabına göre iktisadi gelişme ve kalkınma hareketleri, İstanbul’un sınırlarını genişletince, Harbiye’nin yerini Etiler aldı. Fatih her ne kadar fiziken yerinde duruyor ise de, keyfiyette Ümraniye’lere, Taşlıtarla’lara doğru açıldı…
İnsanların hayat tarzları arasındaki farklılıklar, harcama düzeyleriyle belirginleşiyor… Bu farkları meydana getiren biçimlendiren temel faktör de, gelir ve kazanç kapasitesi…
•
24 Ocak kararlarını tahkim amacıyla gerçekleştirilen 12 Eylül darbesi, çarşı pazarın eski klasik yapısını değiştirerek pazar ekonomisi adı verilen tam serbestlik anlayışını getirdi. İç unsurların kendi aralarında girişecekleri rekabetin her türlüsünü mübah gören zihniyet devrimi, Türkiye’nin kapılarını ardına kadar açarak yabancıyı da bu rekabet panayırının asli unsurları arasına kattı…
Kazan da nasıl ve hangi yollardan kazanırsan kazan… Bu tarz para kazanmayı kolaylaştıran felsefi fetvanın literatüre girmiş şekli şöyledir.
Benim memurum işini bilir…
•
Televizyon dünyamız tek ekranlılıktan çıkıp siyasi partilerimiz gibi çokluğa özendi… İki idi üç oldu derken, en sıradan şehir ve kasabalarımızda dahi sayılarını geometrik dizi üzerinden artırdı da artırdı…
Medya kuruluşları da birer ticari işletme olduklarından, bir şeyler üreterek veya alarak satacak. Bunların sattıkları ıvırat ve zıvırat ise, haber, eğlence, hafif tertip lotarya anlamında kader kısmet piyangosu ve reklam ve de çöpçatanlık hizmetleri…
Geçen gün Hülya Avşar karşısına aldığı Ali Rıza Demircan’ı tufaya düşürmek için epeyi uğraş vermişti. Erkeklerin üç beş sene sonra karılarını banal görüp, bıkkınlık gösterdikleri için şöyle böyle dışarılardan otlanma ihtiyacını hissetmelerinin bir anlamda normal görülmesini tasdik ettirmeye çalışıyordu…
Hülya Avşar’ı buna zorlayan sebep, insanların kısa zamanda ellerindekilerin doyumuna ermeleriydi… Niye madde bağımlılığı sigara ile başlar ve doya doya, meraklana meraklana esrara atlayıp oradan da eroinle noktalanır…
Ekranlar da seyircinin göre göre bıktığında doyuma ererek başka kanallara atlayacağını bildiğinden, diz kapağından başlattığı resimlendirmelerini her kademede birkaç parmak yukarıya aldırıp, bilanço kârlılığının optimum noktasına erebilmek için de, özellikle kadınların sırtındaki perdeyi bütünüyle kaldırır…
İş kazasını itiyad haline getiren cır cıbıldaklara meme uçlarını sergileten diziler varken, seyrettiklerinden bıkkınlık getirdikleri için yenilik ve değişiklik arayanlar, niye daha ileri boyutlara atlamasın…
Reklam verenler de, malını satabilmek için ayrıca bu atlamayı icbar ediyor ise!..
•
Kapitalizm, doğası gereği yerleştiği yerde gelir dağılımı dengesini bozar… Geçenlerde İstanbul’un müftüleri, papazları ve baş hahamları bir yerde oturmuş kendi aralarında resmi bir toplantı yapmışlar. Ahlaksızlığın tek sebebini insanların Allah’tan uzaklaşmalarına ve dinden sıyrılmalarına bağlamışlar… Cübbeli Ahmet de aynı dili kullanmamamış mıydı… Amma, tek başına ve hem de bir Müslüman olduğu için 28 Şubat, onun dilini kopartmaya kalkışıverdi…
Bu memlekette papaz veya haham olmak varmış…
Denge bozulduğunda varsıllar, daha çok kazanmanın yoluna dalarak milli ve manevi değerlerden iplerini koparırlar. Yoksul taifesi ise, aslına uysun uymasın, bu değerlere yapışıp kaldığını sanarak, diğerlerinden haylice farklı olan alıştığı hayat tarzına devam eder…
Haydi baldır bacak konusundaki milli ve manevi değer referanslarını bırakalım bir yana. Gelelim işret sofrasına… Etilerli, şarabın ithal Fransız’ını tercih ederken, Taşlıtarlalı ise, afyon katkılı yerli ucuzunun şişesini diker…
•
Yakındır bekleyin… Reklamların program arasında üçüncü kişiler tarafından sunulması bir yerde milleti bıktıracak ve çöpçatanların bir kısım emtianın reklamını bizzat kendilerinin yaptıkları gibi bu hırs ve ihtiras, haber ve tartışma programlarına da sirayet edecek…
Bakacaksınız yarın haberleri okuyan spiker kadın veya erkek, polislerle protestocuların kapışmasını resimleriyle gösterdiği anda aniden elinde tuttuğu kadın bezinin methü senasına başlayacak…
Bir başka yerde de Ergenekonu tartıştıran kişi, diğerinin altında kalmamak için söz konusu tamponların nasıl kullanıldığını göstermeye kalkışacak…
RTÜK Başkanı Davut Dursun ekranlardaki müstehcenliğin önünün alınamamasını, yönetim kurulunun oy tercihlerine bağlarken, milli ve manevi değer anlayışının bölgeler arasındaki farklılığını vurguluyor…
Merak bu ya, Etiler ile Ümraniye arasında celp zamanlarının ‘En büyük asker bizim asker’li uğurlama konvoylarının görülme sıklığı nicedir…
Uğur Dündar’a sorsak mı dersiniz…
İnsanların hayat tarzları arasındaki farklılıklar, harcama düzeyleriyle belirginleşiyor… Bu farkları meydana getiren biçimlendiren temel faktör de, gelir ve kazanç kapasitesi…
•
24 Ocak kararlarını tahkim amacıyla gerçekleştirilen 12 Eylül darbesi, çarşı pazarın eski klasik yapısını değiştirerek pazar ekonomisi adı verilen tam serbestlik anlayışını getirdi. İç unsurların kendi aralarında girişecekleri rekabetin her türlüsünü mübah gören zihniyet devrimi, Türkiye’nin kapılarını ardına kadar açarak yabancıyı da bu rekabet panayırının asli unsurları arasına kattı…
Kazan da nasıl ve hangi yollardan kazanırsan kazan… Bu tarz para kazanmayı kolaylaştıran felsefi fetvanın literatüre girmiş şekli şöyledir.
Benim memurum işini bilir…
•
Televizyon dünyamız tek ekranlılıktan çıkıp siyasi partilerimiz gibi çokluğa özendi… İki idi üç oldu derken, en sıradan şehir ve kasabalarımızda dahi sayılarını geometrik dizi üzerinden artırdı da artırdı…
Medya kuruluşları da birer ticari işletme olduklarından, bir şeyler üreterek veya alarak satacak. Bunların sattıkları ıvırat ve zıvırat ise, haber, eğlence, hafif tertip lotarya anlamında kader kısmet piyangosu ve reklam ve de çöpçatanlık hizmetleri…
Geçen gün Hülya Avşar karşısına aldığı Ali Rıza Demircan’ı tufaya düşürmek için epeyi uğraş vermişti. Erkeklerin üç beş sene sonra karılarını banal görüp, bıkkınlık gösterdikleri için şöyle böyle dışarılardan otlanma ihtiyacını hissetmelerinin bir anlamda normal görülmesini tasdik ettirmeye çalışıyordu…
Hülya Avşar’ı buna zorlayan sebep, insanların kısa zamanda ellerindekilerin doyumuna ermeleriydi… Niye madde bağımlılığı sigara ile başlar ve doya doya, meraklana meraklana esrara atlayıp oradan da eroinle noktalanır…
Ekranlar da seyircinin göre göre bıktığında doyuma ererek başka kanallara atlayacağını bildiğinden, diz kapağından başlattığı resimlendirmelerini her kademede birkaç parmak yukarıya aldırıp, bilanço kârlılığının optimum noktasına erebilmek için de, özellikle kadınların sırtındaki perdeyi bütünüyle kaldırır…
İş kazasını itiyad haline getiren cır cıbıldaklara meme uçlarını sergileten diziler varken, seyrettiklerinden bıkkınlık getirdikleri için yenilik ve değişiklik arayanlar, niye daha ileri boyutlara atlamasın…
Reklam verenler de, malını satabilmek için ayrıca bu atlamayı icbar ediyor ise!..
•
Kapitalizm, doğası gereği yerleştiği yerde gelir dağılımı dengesini bozar… Geçenlerde İstanbul’un müftüleri, papazları ve baş hahamları bir yerde oturmuş kendi aralarında resmi bir toplantı yapmışlar. Ahlaksızlığın tek sebebini insanların Allah’tan uzaklaşmalarına ve dinden sıyrılmalarına bağlamışlar… Cübbeli Ahmet de aynı dili kullanmamamış mıydı… Amma, tek başına ve hem de bir Müslüman olduğu için 28 Şubat, onun dilini kopartmaya kalkışıverdi…
Bu memlekette papaz veya haham olmak varmış…
Denge bozulduğunda varsıllar, daha çok kazanmanın yoluna dalarak milli ve manevi değerlerden iplerini koparırlar. Yoksul taifesi ise, aslına uysun uymasın, bu değerlere yapışıp kaldığını sanarak, diğerlerinden haylice farklı olan alıştığı hayat tarzına devam eder…
Haydi baldır bacak konusundaki milli ve manevi değer referanslarını bırakalım bir yana. Gelelim işret sofrasına… Etilerli, şarabın ithal Fransız’ını tercih ederken, Taşlıtarlalı ise, afyon katkılı yerli ucuzunun şişesini diker…
•
Yakındır bekleyin… Reklamların program arasında üçüncü kişiler tarafından sunulması bir yerde milleti bıktıracak ve çöpçatanların bir kısım emtianın reklamını bizzat kendilerinin yaptıkları gibi bu hırs ve ihtiras, haber ve tartışma programlarına da sirayet edecek…
Bakacaksınız yarın haberleri okuyan spiker kadın veya erkek, polislerle protestocuların kapışmasını resimleriyle gösterdiği anda aniden elinde tuttuğu kadın bezinin methü senasına başlayacak…
Bir başka yerde de Ergenekonu tartıştıran kişi, diğerinin altında kalmamak için söz konusu tamponların nasıl kullanıldığını göstermeye kalkışacak…
RTÜK Başkanı Davut Dursun ekranlardaki müstehcenliğin önünün alınamamasını, yönetim kurulunun oy tercihlerine bağlarken, milli ve manevi değer anlayışının bölgeler arasındaki farklılığını vurguluyor…
Merak bu ya, Etiler ile Ümraniye arasında celp zamanlarının ‘En büyük asker bizim asker’li uğurlama konvoylarının görülme sıklığı nicedir…
Uğur Dündar’a sorsak mı dersiniz…
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.