KAPADOKYA MI VATAN MI? HANGİSİ!

KAPADOKYA MI VATAN MI? HANGİSİ!

İsmail AYDIN

Önceki hafta Ankara Noter Odası tarafından, “e-devlet, elektronik imza ve kayıtlı elektronik posta (KEP)” konularının tartışıldığı bir toplantı düzenlendi. Toplantı yeri Nevşehir ilimizdi. Ortahisar’da bir otelde kaldık. Ankara’dan hareket eden otobüsümüz Tuz Gölü’nde ilk molasını verdi. En fazla bir metre derinliğe ulaşan gölde tuzun oluşumu ve işletilmesi konusunda faydalı bilgiler aldık. Yol boyunca sohbetler yapıldı, şiirler okundu, şarkılar söylendi, fıkralar anlatıldı.

Bunlar güzel şeylerdi. Bu güzel şeylere gölge düşüren, fıkraların bir kısmındaki nezahet yoksunluğu, üslup ve seviye düşüklüğü idi. Kendi medeniyetimiz ve kültürümüzden izler taşımayan sözün de, müziğin de, fıkranın da, değerlerimize bir katkı sağlamadığı, bil’akis zedeleyici ve dejenere edici olduğu hiç ama hiç unutulmamalıdır.

Mesleki açıdan toplantı çok faydalı oldu. Görüldü ki, anılan hizmet dallarında noterler geç kalırlarsa, yani değişime ayak uyduramazlarsa treni kaçırmış olacaklar! Meslek tehlikeye girebilir!... Türkiye Noterler Birliği Yönetim Kurulu üyesi iki meslektaşımızın toplantıya katılmış olması, tartışılan konuların bir an evvel gündeme taşınması bakımından yararlı olmuştur.

İkinci mola yerimiz Aksaray ilimiz oldu. Aksaray’a yaklaşırken Hasan Dağı’nı başı dumanlı ve yüksek kısımlarını karla kaplı olarak gördük. Ölçüsüz vaatlerde bulunan, meselâ “Kayseri’ye deniz getirmeyi” vaad eden politikacıları hicveden güzel bir dörtlük Hasan Dağı adına yazılmıştı.

Hasan dağı arpalıktır, eğer saban yürürse /Her dereye bir değirmen, eğer suyu gelirse

Her köylüden birer tavuk, eğer köylü verirse /Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelirse.

Hasan Dağı, Erciyes Dağı’nın bölgedeki kardeşi gibi bir şeydi. İkisi de volkanikti. İkisi de hareket halinde oldukları devirlerde bölgeye lâvlar, küller püskürtmüşlerdi. Bu lâvların kolay eşilir olması, “Ihlara Vadisi”nden başlayarak çok sayıda yeraltı şehrinin; Roma İmparatorluğu’nun baskılarından kaçan ilk Hıristiyanların yeraltında ve yüksek dağ yamaçlarında çok sayıda kilise, manastır v.s. yapmalarını kolaylaştırmıştı. Bunların çoğu gizlenme ve savunma amaçlı idi. O devirlerde bunların hangi alet ve edavatla ve ne kadar bir süre içinde yapıldığı, doğrusu hayret uyandırıyordu.

Ürgüp ve Avanos ilçelerimizin civarındaki peri bacaları, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyordu. Yabancıların çoğu Almanya, Fransa, İngiltere ve Rusya vatandaşı olarak gözüküyordu. Çin’den ve Japonya’dan gelenler de önemli bir yekün teşkil ediyordu. Avrupalı turistlerin, kilise ziyaretlerini Hıristiyanlık şuûru ile yapmaları dikkat çekiciydi.

Sığınak, kilise ve manastır türündeki yapılar ile bölgenin arazi yapısı, ne büyük bir kültürel mirasın üzerinde oturduğumuzu gösteriyordu. Millet olarak acaba bunun farkında mıydık? İşte bu bir soru idi… Kül ve lâvlardan oluşan tabakanın kolay eşilmesi sonucu, son zamanlarda, bölgede tabiî soğuk hava depoları inşa edildiğini duyduk.

Az önce soru, dedim. Bu arada zihnime takılan en önemli şey, Kayseri, Nevşehir, Niğde ve Aksaray illerimizi içine alan bölgeye “Kapadokya” denmesiydi. Rehberin anlatımına göre muharref İncil’de geçen bir isimmiş Kapadokya.

Bolu’da tamı tamına on yıl on bir gün çalıştım. Bolu ismi nereden gelmişti? Sadece Bolu değil, İnebolu, Tirebolu, Safranbolu. Haydi bir tane daha söyleyelim: Niğbolu!

Avrupa müttefik Haçlı ordusu 1389’da Niğbolu üzerine yürürken, Macar Kralı Sigismund, “Bayezid ister gelsin ister gelmesin, biz önümüzdeki yaz Anatolia’dan geçerek Suriye’ye gideceğiz, Kudüs’ü Araplardan geri alacağız” diyordu. Konstantinapolis gibi isimlerin geçtiği yerleri kahraman atalarımız, başlarındaki ekleri dahi değiştirerek “bolu” yapmıştı. Anatolia da Anadolu olmuştu. Ama Macar Kralı, Anatolia demekten vazgeçmemişti. Bakıyorum da atalarımızın koyduğu isimlerden gönüllü olarak vazgeçiyoruz ve o bölgemize turizm adına “Kapadokya” diyoruz. Berbere kuaför, kasaba “şarküteri” dediğimiz gibi.

Anadolu’ya ilk geldiğimizde buraları bizim için bir toprak parçası idi ama şimdi vatanımız. Vatan kolay kurulmuyor değerli okurlarım! Önce o topraklara şehitler veriyorsunuz. Atalarınızı o toprakların bağrına defnediyorsunuz. Türbeler yapıyor, mescidlerle, camilerle, kervansaraylarla, şifahanelerle, vakıf eserlerle imar ediyorsunuz. Yollar açıyor, su kanalları yapıyorsunuz. Ruhunuzu katıyorsunuz toprağa… İşte o zaman toprak vatan oluyor ve milletin gönlüne ebediyen vatan olarak intikal ediyor.

Toplumlar bazı kabullerin eseridir. O kabullerden kopuş toplumda çürümeye ve çözülmeye sebep olur. Onun içindir ki bu kabuller ve değerler kıskançlıkla korunmalıdır. Bu hassasiyeti gösteremeyen milletler tarihin çöplüğüne atılır.

Vatan bir nimettir. Millet başlı başına bir nimettir. Devlet bir nimettir. Elde iken bunların kadri kıymeti bilinmelidir. Kadir kıymet bilinmez de, turist getireceğiz diye vatanınıza başka isimler koyarsanız -Allah korusun- bir gün vatanınızı elinizden çekip alabilirler. İşte o zaman vatansız kalırsınız. Milletinizi sevmezseniz milletsiz kalırsınız. Yıkmaya kalkarsanız bir gün devletsiz kalırsınız.

Vatansız kalmış, milletini kaybetmiş, devletini yitirmiş nice insan görmüyor muyuz her gün aramızda? Bütün bunlar yakılacak, yıkılacak, bir kenara atılacak şeyler değildir. Bize düşen, noksanlarını tamamlamak, aksayan yanlarını düzeltmek… En mühimmi de birbirimizi sevmektir.

İsmail AYDIN
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.