PAZAR VAAZI

Cuma günüydü, Şişli civarında bir camiye gidiverdik..
Hocaefendinin hutbesi felaket bir şey idi... Laikliğin kökten muhafızlarına, ‘Yahu’, dedirttirecek türden,

Biz bu Cumhuriyet’i bedavadan mı bulduk?..’ gibi mesela


Tüketici haklarının korunmasını, İslâm dini emretmekteymiş... Bu haklara tecavüz, daha üretim safhasındayken başlarmış... Tüketici haklarına saygı öncelikle İslâm'ın, yani dinimizin temel emirlerinden olup, üretimde işin kitabına, formülüne ve ilmi şartnamesine uygun yapılmasıyla ancak yerine getirilebilirmiş.

Daha da felaket olanı, tüketicinin haklarını korumaktan yan çizenlerle çizdirtenler, yarın Huzur-u Mahşerde Allah’ın karşısına kul haklarının gasbedicisi olarak çıkacakmış.
Bu itibarla tüketici hakları üzerinde hassasiyet göstermek, Allah’ı hoşnut etmek için, ibadet hükmündeymiş...

Vs, vs...


İnanıp inanmaması kimseyi ilgilendirmese de, İslâm'ı bilmek istemeyişi, bizim laisizm muhafızlarımızın en belirgin özelliğidir.. Din insan ile tanrısı arasında gizli bir bağdır. Bundan öte bir anlam ve fonksiyonu bulunmamaktadır... Laiklik, sokağın çarşı pazarıyla devlet işlerini bu inanç ve kabulden bağımsızlaştırmaktır...

Dini bilip tanımak istemeyen bizimkilere göre laiklik gerçekten bu ise, hocaefendinin hutbesi, Cumhuriyet’in temeline yerleştirilmiş bir bomba olmalı... Caminin koordinatlarını açıklasak, anında fırlayıp gidecekler, imam efendisini yakaladıkları gibi paslı çivilerle çarmıha gerecekler...

Haydi gersinler germesine de, hiç değilse, dinden, Allah ve Peygamber inancından, Cennet ve Cehennem gerçeğinden bağımsız bu tüketici haklarını koruma düzeni bir işe yarasa... Atılan taşlar, ürkütülen kurbağaya deyse...

Tüketici haklarına tecavüz, öncelikle çıkarılan af kanunlarıyla başlıyor... Dokunulmazlıklar, bir başka tecavüz silahı... Margarin reklamında ‘kalp cerrahları derneğinin tavsiye ettiği marka’ yalanıyla insanları sağlık sıhhat gibisinden en hassas yumuşak karnından zokalamakla da, davam edip gidiyor...


Türkiye, biliyorsunuz büyük mağazaların egemenliğine teslim edildi. Küçük sermayenin perakende piyasasından tasfiye işlemi hemen hemen tamamlanmak üzere. Fransızlar, bizim yerli sermaye ile birlikte üç marka isim altında perakende piyasasında egemenlik kurdu... Fransız yabancı sermayesi geçenlerde yaptığı gurur açıklamasında, Türkiye ekonomisine yıllık 300 milyon avroluk ihracat katkısı sağladığını söylüyor... Peki cari açığımızın ana unsurunu teşkil eden ithalatın içerisinde en büyük kalemi oluşturun Çin mallarına ödediği, bize ödettirdiği dövizin mikdarı niye gizleniyor? Bu mağazalarda kadın donundan tırnak makasına, tava tencereden matkap ucuna kadar ne ararsanız Çin malı...

Vatanını seven bir Türk için dayanılamaz bir aşşağılanma...

Eğer utanıp da kendinizi kahrolma cenderesinden berî tutabilirseniz, bakınız ne diyor piyasamızda egemenlik kurmuş Fransızlar, bir deneyin...

Türk halkının yararına olmayan, serbest piyasaya da uymayan büyük mağazalar yasa tasarısının hükümetin gündeminde yer almayacağına olan inancımız tamdır...

Hocaefendinin Cuma hutbesinde tüketici haklarına tecavüz fiilinin mayalanma teknesi olarak gösterdiği üretim safhasına can veren enerji de işte bu kabil umudlarla hayat bulmaktadır...

Anlaşılan, hocaefendinin Cuma hutbesinden çıkaracağımız ders ve anlam, cari açıkları büyütme yoluyla Türkiye’yi dizüstü çökertmeyi amaçlamış yerli ya da yabancı büyük sermayenin dümen suyuna giren politik kadroların ve siyaset uygulayıcılarının, öte dünyada yatabilecekleri pek rahat bir yatak yok...

Şimdi gelin de bu tarz bir hutbe irad eden hocaefendiyi kulaklarından tutup çarmıha germeyin, bakalım...

Batı neden düzgün de, Müslüman Türkiye yamuk?..

Oranın okumuşu inanmasa dahi tanrısını biliyor. Buranın okumuşu ise, Allah’ını ağzına almak istemiyor...


Cahillik yıllarımdayken Adem Özalp isimli bir arkadaşım, namaz kıldığı için yanına pek fazla yaklaşmadığım bir kişiydi... Amma bilahare namaza başladıktan sonra can dostu edindiğim bir arkadaşım oldu... Duygularını satırlara dökmüş...

Texas’ın El Paso kentindeki Genç Hıristiyanlar Kulübü’nün lobi salonundaki kuyruklu piyano üzerinde teker teker öğle namazını kıldığımız bu arkadaşımın kağıda döktüğü duygularını buraya aktarmaktan da kendimi alamadım... Şiirden pek anlamasam, kaba saba bir adam olsam da...


Mengene...

Hayatım, mematım, ruhum ve canım.

Dilim, dinim bütün varlığım...

Sanki sıkıştırılmış mengeneye.

Devlet mi, millet mi, bürokrasi mi,

Dünya mı, küfür mü nedir, bunlar kim,

Ki, olmuşlar bunlar sanki mengene...

Ben ve benliğim de “onlarca” metal,

Sıkıştırılmışım ve her halimle,

Onlar almış ve “olmuşlar” destere

Kesiyorlar, parça parça rastgele

İşte Irak ve Filistin her yere

Bilmem nere bütün diyar-ı İslâm

Kan, gözyaşı, ızdırap, zulüm, ölüm,

Mazlum, yazık ki İslâm ve Müslüman

Kafir vermiyor nedendir el-eman

Yarab, yardım bekliyorum her zaman,

Gelecek mi ahh, bilmem ki ne zaman,

Hep zulüm, hüzün, baskı neden neden.

Uyan artık, kendine gel Müslüman,

Bilemiyorum ki, ah o ne zaman...

Atilla Özdür
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.