SURİYE, DİRENİŞ CEPHESİNDE Mİ?
SURİYE, DİRENİŞ CEPHESİNDE
Mİ?

Ali KAÇAR/Genç
Birikim
Suriye’de halk ayaklanması 15 Mart 2011’de başlamış ve yaşanan bunca
katliama rağmen de bütün hızıyla hala devam etmektedir. Olayların ilk
günlerinde katledilen masum insanların sayısı 20–30 rakamı ile ifade
edilirken, son aylarda ise bu rakam 100’le, 200’le ifade edilmeye
başlanmıştır. Esad’ın zulmünden canını zar zor kurtaranların bir kısmı
Ürdün’de, bir kısmı Türkiye’de, bir kısmı Lübnan’da ve çok az kısmı da Irak’ta
mülteci konumunda ve çok zor şartlar altında yaşamaktadır.Suriye içerisinde
kendi evlerini terk eden ve sayısı birkaç milyon olduğu söylenen
mültecilerin durumu ise, bu mültecilere göre daha da kötü durumdadır. Çünkü
komşu
ülkelerdekiler az da olsa sıcak bir tas çorba bulabilirlerken,
Suriye içerisindeki mülteciler ise bırakın sıcak bir tas çorbayı, her
gün ölüm korkusu altında bir parça kuru ekmek bile bulmakta
zorlanmaktadırlar.
Suriye’de, 15 Mart’tan beri tam anlamıyla bir insanlık trajedisi
yaşanmaktadır. Bu trajedi, Siyonist ve emperyal işgalci devletlerin kendi
menfaatleri doğrultusunda takındıkları tavır/sızlık/larından dolayı daha da
büyümektedir. Buna bir de İran gibi isminde İslam olan bir devletle ve yine
düne kadar özellikle de Suriye Müslümanlarının gözdesi olan Hizbullah
örgütünün eli kanlı Baas rejimine verdikleri destek de eklendiğinde bu
trajedi daha da vahim hale gelmektedir. Oysa 1979’daki İran Devrimi,
mazlumların, mahrumların, tabiri caizse yalın ayaklıların zulme karşı,
diktatörlüğe karşı ve küresel Batı ve Doğu emperyalizmine karşı
gerçekleştirdiği ve Suriye halkı dahil bütün mazlum halkların desteklediği bir
kıyamdı. Ancak bugün, benzeri bir ayaklanmadan dolayı İran devleti,
Suriye’deki mahrumların ve mazlumların sesini kısmak, esaretlerinin devamını
sağlamak için eli kanlı katil Baas rejimini desteklemektedir. Niçin bu destek
diye sorulduğunda ise, Siyonist İsrail, ABD ve bilmem kimler gerekçe olarak
gösterilmektedir. Oysa Ortadoğu’daki olaylar, oyunlar ve senaryolar
incelendiğinde, Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarına kadar var olan mevcut
bütün bölge ülke yönetimleri, kendi halkları aleyhlerine Rusya, ABD ve
Siyonist İsrail terör örgütünün müttefiki, işbirlikçisi olan devletlerdi.
Suriye’deki Baas rejimi de, gerek Hafız el-Esad ve gerekse oğul Beşşar
döneminde, gerek Siyonist İsrail’in ve gerekse diğer emperyal işgalci
devletlerin memnun olduğu bir rejimdir. Bugün Esad rejiminin katliamlarına
hâlâ devam ediyor oluşu, hem ABD’nin hem de Siyonist İsrail’in işine
gelmektedir. Ve her işgalci devlet de yerine güvendikleri yeni bir yönetim
gelinceye kadar da Esad rejiminin değişmesini istemeyeceklerdir. Eğer
Esad’dan sonra kendi güvendikleri, işbirlikçi bir yönetimin işbaşına
geleceğini bilseler bugün, Esad rejiminin devrilmesi için hem Rusya’yı hem
de Çin’i kolaylıkla ikna ederler. Bunun örneklerine dünya kamuoyu daha
önceleri defalarca şahit olmuştur.
Baas Partisi de, Esad ailesi de İslam düşmanıdır. Bu nedenledir ki, İslam’a
ve Müslümanlara düşman olan herkesle; Siyonist İsrail’le, ABD ile Rusya ile
işbirliği yapmaktan hiç çekinmemiş, bilakis ideolojisinin bir gereği olarak
kabul etmiştir. Böyle bir rejimi savunmak, onun yanında yer almak hele hele
Müslüman olmasa bile masum bir halkı katletmede, bu rejime destek vermenin
–hangi gerekçe ile olursa olsun- hiçbir izahı yoktur. Vicdan sahibi herkesin
Suriye’de aylardır devam eden bu insanlık trajedisi karşısında yapması gereken
hem azınlık Nusayri rejimine, hem de Suriye üzerinden menfaat çatışmasına
giren Siyonist ve Batılı/Doğulu emperyal güçlere karşı durmaktır; bu
çerçevede bir direniş hattı/cephesi oluşturmaktır. Çünkü zalim Esad ailesi
1970’den beri kendi halkını esaret altında tutarak zulmetmektedir. Esad
ailesi bu zulmü, sadece Suriye’deki Müslüman halka değil, Nusayrilere[1] de, Dürzîlere de,
Kürtlere de velhasıl bütünüyle Suriye halkına yapmaktadır. Bu nedenle, vicdan
sahibi olan herkesin Suriye’de işlenen bu vahşete karşı çıkması gerekir;
velev ki direnen Suriye halkı Müslüman olmasa bile! Çünkü Suriye’deki
azınlık Nusayri rejimi, sadece Suriye halkını değil, aynı zamanda
insanlığı/insanlık vicdanını da yok etmektedir. Her gün katledilen 100’de
fazla insan; bebek, küçücük çocuklar, kadınlar ve yaşlıların kulakları
sağır edercesine canhıraş feryatları karşısında, bırakın desteklemeyi
sessiz kalmak bile, gerçekleştirilen bu zulümlere ortak olmayı beraberinde
getirir.
HAFIZ EL-ESAD KİMDİR?
Hafız el-Esad 6 Kasım 1930 yılında Lazkiye kentinde Nusayri/Alevi bir
aileye mensup olarak doğmuştur. İlkokulu doğduğu köyden okuyan Esad, henüz
küçük denebilecek yaşlarında, 1946 yılında, Arap Sosyalist Baas Partisi
saflarına katılmıştır. 1951’de girdiği askeri akademiden sonra Sovyetler
Birliği’nde savaş pilotu eğitimi görmüştür. Mısır’da da eğitim gören Esad,
Mısır’da iken kendisi gibi Nusayri/Alevi olan Muhammed Ümran ve Salah Cedid
ile beraber Baas Partisi’nin gizli Askeri Komitesi’ni kurmuşlardır. 1958
yılında, amcasının kızı Enise Ahmet Mahluf ile evlenen Hafız Esad, bu tek
evliliğinden, Büşra, Beşşar, Basil, Mecid ve Mahir isminde beş çocuk
sahibi olmuştur.[2]
Esad, 33 yaşında iken Hava Kuvvetleri Komutanı olmuştur. 6 Haziran 1967’de
6 gün savaşları olarak da anılan Siyonist İsrail’le yapılan savaşta aynı
zamanda savunma bakanı olarak da görev yapmıştır. Hafız el-Esad, genç yaşta bu
makamlara gelişi çok zeki, çok yetenekli oluşundan kaynaklanmamaktadır.
1958’de Mısır ile Suriye birleşip Birleşik Arap Cumhuriyeti adını alınca,
Mısır devlet başkanı Cemal Abdu’n-Nasır yeni Cumhuriyet’in de devlet başkanı
olmuştur. Ordu da tek/birleşik ordu haline gelince, Nasır, 11 bin civarında
çeşitli rütbelerdeki Suriye subayını emekliye sevk etmiştir. 1961 Eylül
ayında bir darbe gerçekleştiren Suriyeli subaylar, BAC’dan çekilince, Esad
için altın günler de başlamıştır. Çünkü 1961’de Birleşik Arap Cumhuriyeti
döneminde birçok üst rütbeli Suriyeli Subay emekliye sevk edilmesi
nedeniyle Suriye Silahlı Kuvvetleri’nde yüksek rütbeli subay kalmadığı için
kısa sürede Hafız el-Esad rütbe atlayarak hak etmediği halde üst rütbeli
makamlara getirilmiştir. Esad’ın hızlı yükselişi Mart 1963 Baas
darbesinde aldığı önemli rolden dolayı ivme kazanmıştır. Bir süre Suriye Hava
Kuvvetleri’nde büyük bir askeri havaalanın komutanlığını yapan Hafız
Esad, birkaç ay içerisinde yarbaylığa terfi etmiş ve 1963 yılının
sonlarında fiilen Suriye Hava Kuvvetleri’nden sorumlu bir duruma
gelmiştir. 1964’ün sonunda ise Tuğgeneral rütbesiyle resmen Hava
Kuvvetleri Komutanlığına atanmıştır.
Mart 1963’de Baas Partisi darbeyle yönetimi ele geçirince, Baas partisi
kadroları arasında kavgalar çıkmış, bu kavgalara rağmen 1966 yılına kadar Emin
el-Hafız yönetimi elinde tutmuştur. 1966’da Sünni olan Baasçı Emin el-Hafız,
Nusayri olan Salah Cedid ve Hafız el-Esad ikilisi tarafından kanlı bir
darbeyle devre dışı bırakılarak Suriye yönetimi ele geçirilmiştir. Hafız
el-Esad, kısa bir süre sonra Eylül 1970’de arkadaşı ve mezhepdaşı olan
Salah Cedid’i devirerek yönetimi ele geçirmiştir. 2000 yılında ölünceye
kadar ülkeyi bir demir yumrukla idare etmiştir.
1980’den sonra Esad ailesi içerisinde de iktidar mücadelesi başlamıştır.
Hafız el-Esad’ın 1983 yılında kalp krizi geçirmesini fırsat bilen Hama Katili
kardeşi Rıfat Esad, kardeşine karşı darbe girişiminde bulunmuştur. Hafız
el-Esad iyileşmesinin ardından kardeşi ile birlikte hareket eden bütün
subayları tasfiye etmiş, annesi Naesa Esad’ın araya girmesi ile Rıfat Esad’ı
göstermelik bir görevle “üçüncü derecede başkan yardımcısı” yaparak yönetim
konusunda problem çıkarmaması için önce Moskova’ya oradan da Fransa’nın
başkenti Paris’e sürmüştür. İki kardeş arasındaki kavga, çocukların[3] da devreye girmesiyle daha da
alevlenmişse de, Hafız el-Esad’ın, Rıfat Esad ve oğlunu tamamen yönetimden ve
Suriye’den uzaklaştırmasıyla sona ermiştir.
HAFIZ EL-ESAD, DAİMA İHANET İÇERİSİNDE OLMUŞTUR!..
Hafız el-Esad’ın, bölgedeki direniş örgütlerini desteklediği, kendi
ülkesinde barındırdığı hep iddia edilegelmiştir. Oysa Hafız el Esad, iddia
edildiği gibi direniş cephesinde yer alan Hamas, İslami Cihad, Hizbullah gibi
örgütleri desteklememiştir. Ortadoğu’nun kanlı tarihine kısa bir göz atan
herkes, Siyonist İsrail kadar olmasa da bazen Siyonist İsrail’i bile aratır
katliamların Suriye’nin Nusayri Esad rejimi tarafından gerçekleştirildiğini
görecektir. Yalnız kaldığını ve uluslar arası emperyal güçler tarafından
çeşitli gerekçelerle kuşatıldığını hissettiği zamanlarda direniş örgütlerini
desteklemiştir. Ancak bazen kendi menfaatine, bazen de emperyal güçlerin
menfaatlerine aykırı gelişmeler söz konusu olduğu zaman da, bu direniş
örgütlerine yönelik katliam gerçekleştirmekten de geri kalmamıştır. Esad
rejiminin kuşatılma gerekçesi ise, bazen direniş örgütlerini kontrol altında
tutmaya, bazen emperyal ve Siyonist güçlere daha çok boyun eğmeye, bazen de
bölge ülke halkları nezdinde prestijini yükseltmeye yönelik olmuştur. Yoksa
Siyonist ve emperyal güçler, gerek baba Esad ve gerekse oğul Esad rejiminden
göründüğü ve gösterildiği gibi hiçbir zaman rahatsız olmamışlardır. Bu
çerçevede gerektiğinde Hizbullah’a gerekli desteği vermiş, gerektiğinde de
Siyonist ve emperyal batılı eli kanlı istihbarat örgütleri tarafından başkent
Şam’da İmad Muğniye[4]
gibi Hizbullah’ın askeri komutanlarına yönelik suikast gerçekleştirilmesine
zemin de hazırlamıştır. Suriye istihbarat örgütü Muhaberat’ın bu suikasttan
haberinin olmaması kesinlikle mümkün değildir. Ayrıca Lübnan’da Emel
örgütünün ideologu ve imamı Musa Sadr’ın Libya diktatörü Kaddafi tarafından
öldürülmesinde bile Suriye’nin rolü olduğu şüphesi hala giderilebilmiş
değildir.[5] Hafız el-Esad
ya da Rıfat Esad yani Esad ailesi birbirlerine karşı verdikleri iktidar
mücadelesi bile göstermektedir ki, Esad ailesi, kendi menfaati için
yapamayacağı hiçbir şey yoktur.
GOLAN TEPELERİNİN KAYBEDİLMESİ!..
Hafız el-Esad, kendi halkına ve direniş örgütlerine karşı yapmadığı ihanet
kalmamıştır. Hafız el-Esad’ın ilk ihaneti 6 gün savaşı olarak da bilinen 5
Haziran 1967’de başlayan savaş esnasında gerçekleşmiştir. Bu savaşta, Esad hem
Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı, hem de Genel Kurmay Başkanı’dır.
Yani Suriye Silahlı Kuvvetleri’nin tek patronu Hafız el-Esad’dır. 1967
Savaşı’nda ortaya çıkan iki önemli çelişki bugün bile cevaplanamamıştır.
Bunlardan ilki, Suriye’nin sahip olduğu muazzam taktik avantajlara ve Golan
bölgesinin büyük stratejik önemine rağmen, işgale karşı ordunun gösterdiği
direncin zayıf kalması ve Esad’ın başında bulunduğu komuta kademesinin
gösterdiği zafiyettir. İkincisi de, Mısırlı komutanlarla daha önce anlaşılmış
olmasına rağmen, savaşın üçüncü günü olduğu halde Suriye kuvvetlerinin Mısırlı
askerlerle eş zamanlı olarak harekete geçmeleri gerekmesine rağmen bunu
yapmamalarıydı. 1967 savaşındaki kötü yönetimi, Baas içinde Esad’a karşı güçlü
bir muhalefet çıkarmıştı.
Toplam altı gün süren savaşın 4. gününde İsrail birlikleri Golan
Tepeleri’ne girerek hızla ilerlemeye başladığında anlaşılmaz bir sebeple Şam
radyosu sabah 8.45’de Şam’a 40 km mesafedeki stratejik Kuneytra yerleşim
biriminin düştüğünü ilan etmiştir. İsrail kuvvetlerinin Kuneytra’ya ulaşmasına
bir hayli mesafe olduğu halde Şam radyosunun böyle bir açıklama yapması,
Şam’dan yardım gelmeyeceğini gören Suriye kuvvetlerinin Kuneytra’yı boşaltarak
geri çekilmesine neden olmuştur. Esad, Salah Cedid’i ve ekibini zor
durumda bırakmak için Suriye askeri güçlerini zamanında harekete
geçirmediğini iddia etmiştir. Bu savaşta asıl suçlu Esad ve başındaki
silahlı güçler olmasına rağmen, Esad’ın sivil yöneticileri suçlaması ve
buna ilişkin güç kullanarak yönetim kademesinde bazı değişiklikler
yapması da bu iddiayı doğrulamaktadır.
KARA EYLÜL KATLİAMI
İkinci İhaneti ise, Kara Eylül olaylarında olmuştur. 1967 mağlubiyetinden
sonra evleri ve yurtları işgal edilen Filistinlilerin bir kısmı Suriye’ye,
çoğunluğu ise Ürdün’e göç etmek zorunda kalmıştır. Ürdün’de sayısı gittikçe
artan Filistinliler, Siyonist İsrail açısından bir tehdid oluşturmaya
başlamıştır. Aynı zamanda Ürdün kralı Hüseyin de, Filistinlileri kendi geleceği
için tehdid olarak görmekteydi. 1970 yılı Eylül ayında Ürdün ordusunun,
Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) bağlı gerillaların kaldığı kamplara yönelik
başlattığı saldırı sırasında, Filistinlilere yardım etmek için yaklaşık 200
Suriye tankı Ürdün’e gönderilmişti. Kara Eylül olayları olarak bilinen
çatışmalarda Irak’ın da Ürdün Kralına yardım amacıyla 12 bin kişilik askeri
güç göndermişti. Salah Cedid’in Filistinlilere yardım etmesini ve Ürdün
kralının devrilmesine yönelik politikasını benimsemeyen Genelkurmay Başkanı
Esad, çatışmalara müdahale edilmesine karşı çıkarak uçak göndermeyi
reddetmiştir. Ürdün ordusu ile Filistinli gerillalar arasındaki çatışmalar 10
Temmuz 1970’de başlamış ve aralıklarla 27 Eylül’de yapılan ateşkes
antlaşmasına kadar devam etmiştir. Kral Hüseyin bu ateşkes antlaşmasına
rağmen ABD ve Siyonist İsrail’in de kışkırtmasıyla 13 Temmuz 1971’de tekrar
Filistinlilere saldırarak toplam 3000 Filistinliyi katletmiştir. Kral
Hüseyin’in Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği bu katliam tarihe Kara
Eylül olarak geçmiştir.
TEL ZAATAR’DAKİ KATLİAM!.
Esad’ın üçüncü ihaneti ise 1976’da gerçekleşmiştir. Aralıklarla 15 yıl
devam edecek Lübnan iç savaşı 13 Nisan 1975’de Falanjistlerin, içinde
Filistinlilerin bulunduğu bir otobüse ateş açarak 27 kişiyi öldürmeleri ile
başlamıştır. Lübnan’ı kendi tabii uzantısı olarak gören Suriye, farklı
amaçlarla da olsa Ürdün ve Siyonist İsrail de, Filistinlilerin Ürdün’de etkin
bir konumda bulunmalarından hoşlanmıyordu. Hele Filistinlilerin 12 Nisan
1976’da yapılan seçimlerde, Ürdün Batı Yakası’nda zaferle çıkmalarına bu
güçler hiç tahammül etmediler. Çünkü Filistinlilerin burada güçlenmesi
Hafız Esad’ın “Doğu Cephesi” planlarını bozarken, Siyonist İsrail’in
genişleme siyasetine ve Ürdün’ün de uzlaşmacı ve işbirlikçi yönetimi için
bir tehdid oluşturmaktaydı. Bu nedenle, Filistinlilerin oluşturduğu bu
tehdidin bir an önce giderilmesi gerekmekte idi. Bu amaçla da, Lübnan’ın
tamamına yayılan bu iç savaşta, Filistinli güçlerle müttefiklerinin daha
da güçlenmesini engellemek için Lübnan’a giren Suriye güçleri, Siyonist
İsrail ve ABD ile birlikte Lübnan sağcı güçleri Falanjistleri
desteklemişlerdir. Lübnan iç savaşının, Suriye aleyhine Filistinliler
lehine gelişmesinde endişeye kapılan ABD, Arap Barış Gücü oluşturulmasına
katkıda bulunarak, Filistinliler lehine oluşmaya başlayan dengeyi
bozmaya çalışmıştır. Bu çerçevede Haziran sonlarında Tel Zaatar ve Cisr
El-Paşa Filistin mülteci kampları kuşatılmıştır. Cisr El-Paşa, Hıristiyan
Filistinlilerin yaşadığı küçük bir mülteci kampı idi ve fazla dayanamadan
teslim olmuştu. Tel Zaatar ise inanılmaz bir direnme göstermekteydi. Tam
bir abluka altında yiyeceksiz, içeceksiz ve ilaçsız olmalarına ve
tepelerine yağmur gibi kurşun, top, tank ve roket mermileri yağmasına
rağmen Tel Zaatar Kampı’ndaki Filistinliler dayanmaya yemin içmişlerdi.
53-54 gün dayanan Tel Zaatar, Filistin Devrimi’nin onur simgesi haline
gelmişti. Lübnan’ın sağcı Falanjist güçleri, bir taraftan Siyonist İsrail
tarafından eğitilerek silahlandırılırken, diğer taraftan da ABD,
Siyonist İsrail ve Suriye donanmaları Filistinlilere yardımı engellemek
için Lübnan kıyılarını abluka altına almışlardı. Zaman zaman zor duruma
düşen Lübnan’ın sağcı Hıristiyanlarına Suriye ordusu imdada
yetişmekteydi. Abu İyad, Tel Zaatar’ın düşüşünden Hafız el-Esad’ı sorumlu
tutarken hiç de haksız değildi.[6] Çünkü Hafız el-Esad, bu kampta işleyeceği
katliamı durdurabilecek tek güçtü; yapmaları gereken ise Tel Zaatar yolu
üzerinden çekilmekti. Ancak bunu yapmayarak tam anlamıyla bir katliam
yaşanmasına neden olmuştur. 5000 civarında Filistinli bu direnişte can
vermiştir. 12 bin Filistinli kamptan tahliye edilmiş ve evleri
buldozerlerle yerle bir edilmiştir.
Tel Zaatar direnişçileri 13 Temmuz’da “dünya halklarına” gönderdikleri açık
mektupta şöyle diyorlardı:
“Şimdi size,… sempati toplamak için değil, bu uzun süreli kuşatmanın tümü
boyunca sürdürdüğümüz kahramanca kararlılık konumundan sesleniyoruz…
“Hâlihazırda, yüzde 40’ı yoksul Lübnanlılar ve gerisi Filistinlilerden
oluşan 30,000 dolayında insanın bulunduğu kampımız tam bir yıkım manzarası arz
ediyor. Top ateşi ve ölüm tehlikesi altında kuyulardan taşıyabildiğimiz çok az
su dışında suyumuz yok; evlerimizin enkazından kurtarabildiklerimiz dışında
yiyeceğimiz yok; ne herhangi bir elektriğimiz var, ne de ilacımız ve tıbbi
tedavi olanağımız…
“Kampımıza karşı -ne yazık ki- Suriye silahları kullanılırken, Şam’daki
yöneticiler, Lübnan’da bulunmalarının nedeninin kampımızı korumak olduğunu
söylemeye devam ediyorlar. Bu, herkesten çok bizi yaralayan alçakça bir
yalandan başka bir şey değil… Ama şunu bilmenizi isteriz ki, bütün cephanemiz
tükense ve silahlarımız sussa da bu kampı çıplak ellerimizle savunmaya,
açlıktan ölmemek için kemerlerimizi sıkmaya devam edeceğiz. Edeceğiz; çünkü
biz teslim olmamaya karar verdik ve teslim olmayacağız da…
“Açlığa, susuzluğa ve tam bir ilaçsızlığa, hiç kimsenin felç edemeyeceği ve
kıramayacağı bir kararlılıkla meydan okuduk. Bunu yapabilmemizin nedeni,
kampımızı savunmakla varoluşumuzun ta kendisini, halkımızın yaşamını, onun var
olma iradesini ve anayurduna geri dönme savaşımını sürdürme kararlılığını
savunuyor olmamızdır.”[7]
Lübnanlı Marunîler ve Falanjistler, Hafız Esat yardım ve desteğiyle Tel
Zaatar kampında bu insanlık dışı vahşeti işlediklerinde, ne işbirlikçi Arap
rejimlerinden, ne de Filistinlileri desteklediğini söyleyen Sovyetler
Birliği’nden herhangi bir yardım gelmemişti.
Bu katliamlara, Hafız el-Esad’ın Suriye İhvan’ına karşı 1970’lerden
itibaren gerçekleştirdiği katliamları da ilave edersek, Esad’ın ne kadar zalim,
ne kadar gaddar olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bu katliamlardan sadece Hama
katliamı bile Esad’ın nasıl eli kanlı bir katil olduğunu göstermeye
yeter.
ESAD REJİMİ, SİYONİST İSRAİL’İN GÜVENCESİDİR!..
İslam düşmanı Nusayri Esad rejimi, kendisini daima direniş rejimi olarak
takdim etmiş ve meşruiyetini Amerikan ve İsrail düşmanlığı üzerinden sağlamaya
çalışmıştır. Oysa Hafız el-Esad’ın, Suriye’de oluşturduğu azınlık rejimi, hem
Siyonist İsrail için, hem de ABD için birçok ülkeyle mukayese edilmeyecek
derecede bir güvence oluşturmuştur. Merhum Kelim Sıddıki’nin de belirttiği
gibi, Suriye ve benzeri komşu Arap ülke yönetimleri Siyonist İsrail için
koruyucu bir zırh gibidir. Beşşar Esad’ın anne tarafından birinci dereceden
kuzeni ve Suriye’nin en güçlü işadamı olan Rami Mahluf da, Selefilere karşı
ön cepheyi oluşturduklarını ve gitmeleri halinde Selefilerin geleceğini ve
savaşı dışarıya (İsrail'e) yayacaklarını ileri sürmesi de, Suriye’nin
Siyonist İsrail için nasıl bir güvence oluşturduğunu göstermesi açısından
önemlidir. Daha da önemlisi Hafız el-Esad’ın, 'İsrail Golan'dan çekilsin,
saldırmazlık antlaşması imzalarız' şeklindeki açıklaması, Esad rejiminin
Filistin davasına ya da direniş cephesine olan bağlılığının konjonktürel
ve ne kadar çürük olduğunu göstermektedir. Zaten Esad’ın,
Suriye’nin Golan Tepeleri’ni kaybettiği 1967’den 1970’e kadar en etkin
bir isim iken, 1970’den sonra ise tek isim olmasına rağmen o günden bu
güne Golan Tepeleri’ni tekrar almak için konuşmanın[8] dışında ciddi hiçbir adım atmaması da
Siyonist İsrail’e düşman olduğu iddialarını boşa çıkarmaktadır. Siyonist
İsrail ve ABD için Esad rejimi bilinen kötüdür, bilinen kötü ise, her
zaman bilinmeyen kötüden iyidir.
Esad rejiminin düşmesi durumunda direniş cephesinin çökeceği yönündeki
iddialar da doğru değildir. Tam tersine Ortadoğu’da direniş cephesi, Siyonist
İsrail’e ve emperyal Batılı ve Doğulu devletlere karşı daha da güçlenecektir.
Çünkü ilk defa, bu Siyonist ve emperyal işgalci güçlerin karşısında halkın
iradesiyle işbaşına gelmiş yeni yönetimler olacaktır. Bu yönetimler ise, asla
eski diktatörlükler gibi Siyonist İsrail ya da Batı yanlısı politikalar
izlemeyeceklerdir. Üstelik bu yeni yönetimler, İslami olmasalar bile, yine de
Siyonist İsrail’in ve emperyal işgalci devletlerin uykularını kaçırmaya
yetecektir.
Esad rejimini devirmek için Suriye halkı korku duvarını aşmıştır. Bu
korkusuzluğunun ve fedakârlık ruhunun ilerde Siyonist İsrail’e ve diğer
emperyal işgalci güçlere karşı yönelmesi için hiçbir engel yoktur. Suriye
halkı, Esad rejimini devirmek için gösterdiği büyük cesaretin ve ödediği
büyük bedelin aynısını pekâlâ hem Siyonist İsrail’e ve hem de diğer işgalci
güçlere karşı gösterebilir.
[1] Nusayrilik;
Muhammed b. Nusayr en-Nemiri (ö.883) tarafından kurulmuş aşırı bir Şii
fırkasıdır. İbni Nusayr, İmamiyye’nin onuncu imamı Ali en-Naki’nin gönderilmiş
bir peygamber olduğunu iddia etse de, mezhebin asıl felsefesi, Kufe ve Halep
arasındaki Cunbula’da yetişip 968 yılında Halep’te ölen Hüseyin bin Hamdan
el-Hasibi tarafından oluşturulmuştur. El-Hasibi tarafından yazılan ve 16
sureden oluşan Kitabu’l- Mecmu, Nusayrilik’in kutsal kitabı kabul
edilmektedir. Ali’nin ilahlaştırılması temelinde yükselen mezhebin
nazariyesi, Hıristiyanlık’taki Baba/Oğul/Kutsal Ruh üçlemesine benzer şekilde
Ali/Muhammed/Selman üçlemesi yaparak Batıni bir akideye dayanmaktadır. Giriş
için büyük seramoniler gerektiren mezhebin en belirgin özelliklerinden biri de
erkeklere has olmasıdır. Çoğunlukla Suriye’de yerleşmiş, Hatay, Tarsus, Adana,
Fırat boyları ve Lübnan’a da yayılmış olan Nusayriler’in toplam sayısı kesin
olarak bilinmemekle birlikte yaklaşık 400.000 civarında olduğu tahmin
edilmektedir.
[2] Bunlardan
Eczacılık eğitim alan kızı Büşra Albay Asaf Şevket ile evlenmiştir. Asaf
Şevket, bombalama neticesinde ölünceye kadar Suriye İstihbaratı’nın üst düzey
görevlilerinden biri idi. Mühendislik okuyan Basil, babasının
direktifiyle orduya katılıp yönetimin en güçlü adayı olarak yetiştirildiyse de
1994 yılında şüpheli bir trafik kazasında ölmüştür. İkinci büyük oğlu Beşşar,
tıp öğrenimi alarak göz doktoru olmuştur. Babasından sonra 2000 yılında
Suriye Devlet Başkanlığına getirilmiştir. Mecid ekonomi okuyarak ülkenin
önemli zenginlerinden biri olmuştur ve siyasetle doğrudan ilgili
görünmüyor. Diğer evlat Mahir ise makine mühendisi olarak okumuş,
Dera’daki katliamı gerçekleştirmiş, ancak bombalama olayında ağır yaralı
olarak kurtulmuşsa da sonradan öldüğü iddia
edilmiştir.
[3] Hafız
el-Esad’ın oğlu Beşşar, Rıfat Esad’ın oğlu Sümer.
[4] Hac İmad
Muğniye, Hizbullah'ın askeri kanat lideri idi. Muğniye, 25 yıldır 42 devlette,
CIA ve Mossad ajanları tarafından aranmaktaydı. Amerika, Muğniye’nin yeri
hakkında bilgi verenlere 25 milyon dolar ödül vereceği ilan etmişti.
İmad Muğniye, 12 Şubat 2008’de, Hz. Rukeye’nin kabrini ziyaret ettikten ve
matem gecesine katıldıktan sonra Suriye’nin başkenti Şam’da uğradığı
suikastla şehid edilmiştir. Muğniye, kendi aracının arkasına parkeden bir
araca yerleştirilen bombanın patlatılması neticesinde şehid olduğu
öğrenilmiştir. Daha geniş bilgi için bkz;
http://www.israhaber.com/sehadetinin-2-yilinda-bilinmeyen-yonleriyle-imad-mugniye-8400-haberi.html
[5] Kaddafi’nin
uydu telefonu ile yerini tesbit ederek adresini NATO güçlerine verenin de oğul
Esad olduğu daha yeni basında yer almıştır. Bkz:
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/10/02/kaddafiyi-esad-satti/#
[6] Daha geniş
bilgi için, Cengiz Çandar, Direnen Filistin, May Yayınları, 1.bsk. Aralık 1976,
İstanbul, s.452 vd.
[7]http://turkishmarxist.wordpress.com/2005/01/28/tel-el-zaatarin-53-gunu/
[8] Esad, 1986'da
İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri için şöyle diyordu, 'Sizi temin ederim ki
vatanımız iyi durumdadır. Golan için endişe etmeyiniz, çünkü 12 milyon Suriye
vatandaşı Golan'ı geri almaya muktedirdir.'
Bu konuşmanın üzerinde 26 yıl geçti, Suriye'nin nüfusu iki kat arttı, Sovyet ve İran yardımı sayesinde ordusu daha da güçlendi ama işgal altındaki Golan'dan bir karış toprak parçası bile al(a)madı.
Bu konuşmanın üzerinde 26 yıl geçti, Suriye'nin nüfusu iki kat arttı, Sovyet ve İran yardımı sayesinde ordusu daha da güçlendi ama işgal altındaki Golan'dan bir karış toprak parçası bile al(a)madı.
Yorum yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.