HALKIN DRAMI
HALKIN DRAMI
M. Selami ÇEKMEGİL
Kuşkusuz, halk’ın kendisi bir güçtür; sosyal ve siyasal
olayların temelinde araç ve amaç olarak halk görülmektedir. Bu gün geri kalmış
ülkelerde yönetimlerin ve istihbarat örgütlerinin, alt edilecek ve üzerinde
oynanacak hedef olarak halkı seçmeleri bundandır.
Ama hiçbir asil başarı da salt halk istek ve desteğiyle
gerçekleşmemiştir sanıyorum insanlık tarihinde...
Bazı ütopik demokrasi(!) sevdalılarının yanılgısı da budur zaten.
Bir hareket, halka Hak’kı ve doğruyu egemen kılmayı hedeflediği
zaman kutsallaşır. Nitekim, hakkın gözetilmediği
salt halk egemenliğine zaten hiçbir düşünür, ideal
değer manasında demokrasi adını dahi vermiyor. Geçmiş
yıllardaki klasik demokrasi teorileriyle sosyalist demokratlar arasındaki
çatışmanın müphemiyeti de bundan kaynaklanıyordu. O halde insan için
aslolan, bireyin haklarını yok ederek salt halk hakimiyetini
kurmak değil, bireyin bitimsiz mutluluk yolundaki yolculuğunu engelleyecek hak
ihlallerini yok etmeyi hedefleyen, halka dost bir yönetim tarzını davet
etmektir. Yoksa, bu değerden yoksun bir halk egemenliği, kurulabilse
dahi, neticede halkı despotların insaf ve merhametine terk eden bir demagoji
oluşturur. Uygulamada, bu bilincin gelişmediği toplumlardaki demokrasi
uygulamalarının sonuçta çirkin ve sırıtan bir demagoji oluşturarak, temel ve
tabii hakları dahi gasbetmekten utanmayan bir diktatoryaya dönüşmesi de
bundandır. Çünkü, halkın tabiatında bu var. Bir Batılı düşünürün
tarifini kibarlaştırarak söylersek halk güçlünün arzusuna ram olma
temayülündedir. Halkın bu genel niteliğini tabii ki hakkı esas alan
birey ve kitlelere teşmil etmemiz mümkün değildir. Onun için, halk
arasında iyiliği emredip kötülükten alıkoyan grup ve mekanizmaların “insani
haklar”ın bekçisi olarak varlığını sürdürmesinin çok büyük önemi
vardır. Aslında insan Tanrı huzurunda bu önemle imtihan ediliyor,
sınanıyor. Lokman, Kur’anda oğluna bu görevi vasiyet ederken ona, insani
faziletin muhafazası konusundaki yükümlerini hatırlatmış oluyor.
Esasen, insanlık böylesi yükümleri savsaklamış halkların acı bir dramını
hemen her gün yaşıyor. Fazla derine inmeyen bir hatırlatmayla söylersek mesela,
haksız kral karşısında Fransız ihtilaline vücut veren halkın, bir süre
sonra, bu ihtilali kendi adına güden haktan habersiz hürriyet
çığırtkanlarının diktasına maruz kalması, ve
yine, haklarını öne sürerek Sovyet İhtilalini yapan proleter sınıfın ahfadının,
daha sonra kendi ürünü olan Kızılordunun handiyse karın tokluğuna çalışan
kölesi haline gelmesi; Stalin gibilerin eliyle milyonlarca evladını KGB
istatistiklerine kurban etmesi bu dramı iyi yansıtmaktadır.
Bunun tersi de varit olagelmiştir tabii, insanlık tarihinde. Halkın
aydınlanarak muasırlaşmasını hedefleyen Sultan Abdulhamit’in, çoklukla, ülkenin
ufkunu açmak için vücut verdiği mülkiye, rüştiye, tıbbiye gibi okulların
yetiştirdiği kuşaklardan oluşan İttihat-Terakki grubunca alaşağı edilmesi,
yakın tarihimizde de bir grup statükocu bürokrat ve kara cübbeli Prof.
Rehberliğinde, gözü tok ve sevimli bir başbakanın, ayağına ayakkabı giydirerek
devlet kapısında hak arama şahsiyetini vermek istediği halk adına tahkir ve
tezyif edilmesi düşünce ufuklarımızı tahrik eden anılar olarak toplumsal
belleğimizden nedense uzaklaşmıyor.
Aslında insanlık tarihi böylesi halk hareketleriyle dolu bir ibret
hazinesidir. Vaktiyle eski bir kitapta, Firavunun “kafatası doktoru”
Sinuhe’nin hatıralarını okumuştum. Sinuhe, bu kitapta
hatıralarını anlatırken, halkların, yukarıda işaret ettiğim tipte bir başka
trajedisini resimlendiriyor ve bir çok olay arasında, Mısır’da,
firavunun dinini örgütleyen statükocu
rahiplerin, her yıl ülkenin en güzel bir kızını seçerek
ailesinin de iştirak etmek zorunda bırakıldıkları "dini" bir törenle, o
firavunun şahsında simgeleşen egemen tanrılara kurban edilişini de
anlatıyor. Firavun namına halka empoze edilen eza ve cefalarla
saçmalıkları sergilerken, firavunun yerine halef olacak genç bir prensin,
yüreğinde bu saçmalıklara karşı tepki geliştirdiğini ve tek tanrıya inanan bu
prensin daha sonra işbaşına geldiğinde, zihnen halkı kurtarmayı planlayarak,
“sinsice”, uzun vadede sonuç alacak şekilde uygulamaya koyduğunu naklediyor.
Ama, sonuçta tek ilaha inanan bu prensin kendilerince “sinsi” niyetini hisseden
statükocu rahiplerin, statükodan olan çıkarlarını
tehlikede görünce korunmak için, nasıl halkı örgütleyerek, ilah gibi tapınma
konumunda oldukları bu genç hükümdarı alaşağı etmeyi becerdiklerini kitapta
ızdırapla sergiliyor.
Belli, asil ve geçerli bir ülkü etrafında bilinçlenerek millet vasfını
kazanmamış olan örgütsüz halklar böyledir işte. Kendini kurtaracak ve kendine
hayat verecek hususları dahi idrak edemez. Ona, neyin kendisine yarayacağını
çeşitli beyin yıkama yöntemleriyle empoze ederler, benimsetirler ve kendi
bindiği dalı da kendisine kestirirler. Bu, Mısırda böyle olduğu gibi,
Tayland’da, Somali’de, Sırbistan’da, Rusya’da da böyledir işte. Arap’ta Acem’de
böyle olduğu gibi, Yahudi’de de böyledir işte. Nitekim, Kur’an Yahudilerle
ilgili bir kıssasında sanki ibretle buna işaret ediyor. Diyor ki Mushafta,
Bakara suresinin 87 ve 88. Ayetlerinde:
“Musa’ya kitabı verdik ve sonra da art arda peygamberler
gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı beyyinelerle ve Ruh-ül Kudüsle takviye
ettik. (Ne var ki) ne zaman size hoşlanmadığınız (ama
doğru) şeyleri söyleyen bir elçi gelse, ona karşı büyüklük tasladınız
ve onların kimini yalanladınız, kimini de öldürdünüz.
“(Böyle büyüklenerek hareket eden bir kısım da) ‘kalplerimiz
perdelidir’ dediler, (istihza ettiler). Hayır, küfür ve
isyanları sebebiyle Allah onlara lanet etmiştir. Onlardan pek azından başkası
iman etmezler.”
İşte, ölçüsü olmayan başıboş halk budur. Rasgele
yalpalanır, yaltaklanır, hoşuna gitmeyen bir kısım gerçeklere düşman olur,
büyüklenir, alay eder, öldürür ve sonra da kendini güçlünün emellerine teslim
eder.
(Çoban Tefsiri’nden)
Köşemde de rahat değilim ki...
Köşemde de rahat değilim ki; saygıdeğer Bülent bey... Katkılarınız için yürekten teşekkürler...
selami bey köşesine mi çekilmiş
iki aydır bir arkadaşın tavsiyesi ile kriter'i takip etmeye çalışıyorum.Selami Bey önemli konuları pratik bir yazım üslubu ile okuyucuya aktarıyor. Örgütsüz halk ifgadesini okurken rahmetli Menderes aklıma geldi ihtilal öncesi Ali Fuat Başgil menderes'e istifa et diyor.O "etmem" diyor. Başgil "kime güveniyorsun" diye soruyor. Menderes "Halka" diye cevap veriyor Başgil diyor ki" senin sığıdığın örgütsüz halkla karınca yuvası rasında hiç bir fark yok."
MAGlardan "kulağı kesik" Kral Smerdis'i, bir suikastla sarayında öldüren, İran'ın ileri gelen ailelerinden yedi kafadar, yeni kralı seçeceklerdir. Aralarındaki tartışma ve tartışmanın son derece ilginç sonucu, seçim yöntemini Heredot tarihinde aşağıdaki şekilde anlatıyor. * PERS-İRAN- SARAYINDA DEMOKRASİ TARTIŞMASI 80. Otanes, İran halkının kendi kendini yönetmesini öneriyordu ve .."Ben diyordu, içinizden birini ayırıp başa geçirmeyi doğru bulmuyorum.. Kambyses'in çılgınlığı ve küstahlığı nerelere götürdüğünü biliyorsunuz,..Bir kimseye hiç bir hesap verme külfetine katlanmadan dilediğini yapma imkanını veren monarşide sürekli bir denge kurulabilir mi? Bu kadar gücü kuvveti dünyanın en aklı başında adamına verseniz, o bile sapıtır. Kendini beğenmişlik uğursuz bir şeydir, eldeki güç onu besler ve haset insanoğluna daha doğduğu günden pencesini geçirir. Bu iki kusur insanı canavar haline getirir.. Oysa tam tersine haset ve tyranlık içiçedir ve yurttaşın zararına işler.. İftira onun katında iyi bir şeydir. Ama en büyük tutarsızlık şurdadır: saygı gösterirsiniz daha çoğunu ister.. atalardan kalma görenekleri bozar, kadınların ırzına geçer, karar almadan adam öldürür.-Buna karşılık halk idaresi en başta adı güzel, ..yasalar karşısında eşitlik. İkincisi, hükümdarın aşırılıkları bunda yok.. Benim önerim bu, monarşiyi bırakalım, halk yönetimine geçelim. 81. Megabyzos oligarşiyi önerdi:"Tyranlık için Otanes'in dediklerine katılırım.. ama iktidarı halkın eline bırakmak öğüdüne gelince, en iyi olan bu değildir.. Bir tyranın küstahlığından kaçayım derken.. Kendisine hiç bir şey öğretilmemiştir, hiç bir zamanda kendi kendisine iyi birşey öğrenemez. Kışın çoşturduğu sellere benzer, bilinçsiz atılımlarla herşeyin altını üstüne getirir. Halk idaresini İranlıların düşmanları için dileyelim; ama biz kendimiz için iyi yetişmiş insanlardan bir kurul seçelim, devleti onlara emanet edelim; tabii aralarında biz de bulunacağız; en iyi kararlar en iyi olanlardan çıkar." 82. Dareios düşüncelerini şu sözlerle açıkladı:"..Ben derim ki, bu üçünün en iyisi monarşidir. Çünkü en üstün düzeydeki bir hükümdarın erdeminden daha iyi bir şey gösterilemez. düşünme yetisiyle halk yararına daha iyi çalışır.. oligarşide, çoğunlukla doymak bilmeyen kişisel didişmelerle parçalanır, her biri daha üsütün olmak, kendi sözünü dinletmek ister, sonunda hepsi birbiriyle kanlı bıçaklı olur, düzen bozulur, arkasından ölüm gelir. Ölüm monarşiyi getirir, buda onun en iyisi olduğunu gösterir. Öbür yandan, demokrasi yozlaşmayı doğurmasın olmaz; kamu için en büyük felaket olan bu yozlaşma, yozlaşmış yurttaşlar arasına düşmanlık sokmaz, tersine aralarında sağlam bir dostluk kurulmasına yol açar; çünkü devleti soymak için birbirinin desteğini gerekli görürler. Bu da birisinin çıkıp halkın başına geçmesine ve döndürülen dolapları durdurmasına kadar sürer gider. O zaman bu birisi halkın baştacı olur ve hükümdarlığa getirilir. İşte monarşi.. 83. Açıklanan üç görüş buydu; geri kalan dört İranlı bu sonuncu görüşe eğildiler. İran'da politik eşitlik kurmak isteyen Otanes baktıki azınlıkta kalıyor şu sözleri söyledi:"Bu devrimin şefleri, içimizden birimiz kral olacak, öyle anlaşılıyor. İster kura ile seçilsin, ister bırakalım İran halkı kendisi seçsin, isterseniz herhangi bir yoldan biz kendimiz seçelim.. 84. Geriye altı kişi kalmıştı, düşündüler,.. birde kral nasıl seçilecek, onu kararlaştırdılar: Atlarına binip kentin dışına çıkacaklar, güneş doğduktan sonra hangisinin atı daha önce kişnerse, o kral olacaktı. 85. Dareios'un Oibares adında becerikli bir seyisi vardı.. "Düşün taşın aklına işe yarar birşey gelirse, vakit geçirmeden yap, ötekileri atlatıp..biz kazanalım." Oibares: "Kral olman buna kaldıysa efendimiz, bana güvenebilirsin,. bunun en iyi çaresini ben biliyorum." Oibares bakınız ne yaptı: Dareios'un atının, öbür kısrakların hepsinden daha çok aradığı genç bir kısrak vardı, gece olunca onu alıp kentin dışına götürdü, bir yere bağladı; sonra Dareios'un atını alıp çıktı, uzun süre kısrağın yakınlarında dolaştırdı, dişinin kokusunu aldırdı, sonra koyverdi, at gidip kısrağa aştı. 86. Gün ışımaya başlamıştı, altılar, kararlarına uygun olarak kentin dışına doğru ilerliyorlardı; geceleyin kısrağın bağlanmış olduğu yere geldikleri zaman, Dareios'un atı kişneyerek dört nala kalktı.. 87. Oibares'in kurnazlığı budur, başkalarına göre ise, zira iki türlü anlatılır, sözkonusu genç kısrağın eliyle apış arasını okşamış ve elini geniş dizliğinin altına saklamış. Sonra güneş çıkarken atlar yola düzülünce, bizim Oibares kolunu uzatmış, elini Dareios'un atının burun deliklerine değdirmiş; hayvan kokuyu alınca hızla kişnemiş. Heredotos, Herodot Tarihi Üçüncü Kitap –THALİA sayfa: 177-178-179-180 Dareios, Kserkses'in oğlu, Pers Kralı M.Ö. 521-486
Demorasi denince...
Belki yanlış düşünüyorum ama demokrasi konu olduğunda benim aklıma kendi hayatımdan örnekler geliyor. Bir baba olduğum halde evde basit bir konu (mesela yemek saati) hakkında dahi oy birliği sağlamakta zorluk çektiğim oluyor. Çocukların her birinin istediğini yapmaya kalkıştığımda hiçbirini memnun edemediğimi görüyorum. Sonuçta oylamayı boş verip kendimce adil gördüğüm bir çözümde bazen diktatörce bazen onların da kararı benimsemelerini sağlayarak sonuca ulaşıyorum. Devlet yönetiminin farklı olduğunu sanmam. Bir ailede ve basit bir konuda dahi ittifak sağlanamazken, dili dini ırkı ve yaşantısı birbirine uymayan onca insanın birliğini nasıl sağlayacaksınız? Buna zaman yeter mi? Üstelik böyle yapmayan mesela diktatörlükle bir çatı altında buluşmuş insanlara göre zayıf duruma düşmez misiniz? Bunun çözümü şu şekilde olabilir: Onların (halkın) bir konuda birleşmelerini bekleyeceğinize siz bir konuda onları birleştirirsiniz. Bu daha basit ve pratik değil mi? Yüksek ülküler bunun için değil midir? Dinlerim amacı da budur kanaatimce. Bütün insanlık Tanrı adına savaşsa, yeryüzünde şeytanın esamisi okunmasa bunun Tanrı’ya ne faydası var? Ama insanlığa faydası olduğu şüphe götürmez. Halk bir diktatörün ülkülerini gerçekleştirme arzusu ardında kendini telef edeceğine yüksek ülküler ardına düşse daha iyi olmaz mı? Raci D
bende yazarken sizin yorumunuzu görmemiştim. * eksik düşer kanımca. daha doğrusu tam kapsamaz. ortak gelecek vizyonu olmayan, milli hedeflere birlikte azimle yürüyemeyen bir toplum, acıyı ve sevinci paylaşamayan bir halk, insan kalabalığından öte gidemez. * bence, milletleri bir arada tutan bağ, din bağı veya bir düşmanın varlığı değildir. ortak gelecek kaygısıdır. *soru şu: bu mümkün müdür.?
Fahri bey,
Raci beye yazdığım son notun sizden sonraya düşmesi ilginç bir rastlantı oldu sanıyorum; belki de hikmetli. Acaba bu son tümcem size de bir olumlu mukabelem olabilir mi? Katkılarınızla değerlenen ve renklenen sitemiz adına İlginize yürekten teşekkürler...
Ama...
Oyalanma değil de asil bir ülküyle renklenme, ulvi bir amaca yönelme kastımıza daha uygun düşer sanıyorum.
Halk böyle istiyor, son söz milletin sloganlarının tavan yaptığı zamanda, bu "seçkin-ci" görüşlerle "kriter" beni şaşırtmaya devam ediyor.! Atları, arabanın önüne koşmak yeter mi.?
Bir halkı değerli kılacak hususlar...
Raci Kardeşim, "Yüksek ülkülere sahip olmayan bir halk daha basit şeylerin mesela talan ve hazzın arkasına düşer. İslam dinidir ki ona yeryüzünde adaleti tesis etme, şeytanın hile ve desiseleriyle savaşma görevi yükler. Böylece halk kendini diğer canlılardan farklı(barınma-beslenme) hisseder, yaşarken oyalanacak bir meşgale sahibi olur." cümlelerinizle yazıya pratik anlam kazandırdınız, bir değer kattınız. Teşekkürler...
Halk goygoyculuğu yapmak tarihi bir vaka olmasına rağmen Fransız devrimiyle birlikte tarih kayıtlarına düşmüş, siyasi literatürde yerini almıştır. Her gerektiğinde canı ve malı talep edilen insanlardan bu kadarını esirgeyelim demiyorum. Fakat bu söyleme inanmaya başlayan geniş bir kitle oluştu. Üstelik aydın tabir edilen zümreden olanlar da var içlerinde. Halkın bu kadar pohpohlanması, iyi kralların elinde iyilik için güçlerinin birleştirilmesi ihtiyacındandır.. Halk iyi bir idareye sahip değilse hiçbir şey yapmaya da muktedir değildir. Halkın isteği basittir aslında. O karnını rahat doyurmak ve adalet ister. Bunlar sağlandığında ancak kafasını kaldırıp başka şeylere bakabilir. Kötü niyetli idareler bu nedenle onun başını kaldırmasını, başka şeylere bakmasını istemezler. İyi idareler dahi ona yapacak işler sunmalıdır. Yüksek ülkülere sahip olmayan bir halk daha basit şeylerin mesela talan ve hazzın arkasına düşer. İslam dinidir ki ona yeryüzünde adaleti tesis etme, şeytanın hile ve desiseleriyle savaşma görevi yükler. Böylece halk kendini diğer canlılardan farklı(barınma-beslenme) hisseder, yaşarken oyalanacak bir meşgale sahibi olur. Sinuhe’nin hatıralarındaki bahis konusunu daha önce de okumuştum. Egemen güçlerin kurban istemleri her çağın gerekliliği anlaşılan. Günümüzde genç ve güzel kızlar, başlarında bir bez var diye kurban ediliyor. Toplumun geri kalan kısmı bu nedenle çok şey borçlu onlara. Kurbanları ve onların çığlıklarını görmekteyiz de bu drama son verecek iyi yürekli prens ortalıkta yok gibidir. Belki de herkesin onu çağırması ve beklemesi gerekiyordur. Başrol oyuncusu bile olsanız sahneye tam zamanında girmezseniz yeterince alkış almazsınız. Anlaşılan bazı şeyler sadece masallarda olmuyor. Raci D.
teşekkürler Bilal bey.
Teşvik için layık olduğumu sanmadığım bir teveccüh ve iltifatta bulunmuşunuz sanıyorum Bilal bey; yürekten teşekkürler.
Bu yazı üzerine
Bu yazı, Selami Abi'nin on yıl önceye ait bir yazısıymış. Ben yazının yeni yazıldığını sanmıştım. Güncelliğini kaybetmemiş. Çok vurucu tesbitler, İbret ve hikmet dolu ifadeler, sosyolojik ve psikolojik tesbitler var. Selami Abi'den hem yazılarından hem de sohbetlerinden istifade ediyorum. Bu yüzden Ankara'da bulunmak benm için verimli ve istifadeli oluyor.Selami Abi'nin bazen nefis Türkçesiyle özellikle can sıkıcı meselerimizi, dertlerimizi tarihi misalleriyle anlatan izahları oluyor.Bundan sonra onun bu anlatış üslubunu kayıt cihazına almam lazım çünkü kayda düşmese yaptığı siyasi sosyal tahlillerin kaybolacağından korkuyorum. Umarım bu tesbitler yazılı kayıt altına alınır.